İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 80 yıl sonra, akabinde kurulan “düzen”, kendisinden çıkar sağlayanlar dışında, kimse kendisi için üzülmeden sona erdi. “Düzen” kelimesini tırnak içine aldım; çünkü kelimenin anlamının gerçek kullanımının ötesine geçtiğini vurgulamak istedim. Düzen, “birlikte tek bir bütün oluşturan, belirli ilkelere, mekanizmalara ve prosedürlere göre birbirine kenetlenen ve birbirine bağlı bileşenler olarak işleyen, birbirine bağlı öğeler kümesi” anlamına gelir. Uygulamada, İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri tarafından planlanıp hazırlanan tedbirleri ve düzenlemeleri ifade etmek için “düzen” sözcüğünü kullanmak bir cömertlikti.
Kazanan sadece tarihi yazmaz, aynı zamanda geleceği şekillendirmeye çalışır, antlaşmalar yapar, bunları uygulayacak kurumlar kurar ve bunların tek alternatifinin kaos olduğu fikrini yayar. ABD önderliğindeki galipler de istediklerini elde ettiler. Kimisi mevcut kuralları gönüllü olarak kabul etti, kimisi ise isteksizce bunları uyguladı. Milletler oyunu devam etti, çünkü onu durdurmak savaş anlamına geliyordu. Böylece uluslararası siyaset ve ekonomi arenasında kazananlar kazandı, kaybedenler de kaybetti. Ta ki gelişmekte olan ülkelerin oyunun kurallarını kavrayıp, zafer üstüne zafer elde etmeye başladığı bir dönüm noktası gelene kadar. Küresel ekonominin ağırlık merkezi, birinci sanayi devriminden itibaren uzun bir süre Batı'da sabit kaldıktan sonra, 1990'ların ortalarından itibaren Doğu'ya doğru kaymaya başladı.
Bu merkezin belirlenmesinde kullanılan yöntemler, ülkenin küresel üretime katkısı ve ekonomik büyüme hızı, yatırımların ve uluslararası ticaretin değeri, yenilik yapma ve teknoloji geliştirme yeteneği gibi faktörlere bağlıdır. Ekonomistler Jean-Marie Grether ve Nicole Mathys tarafından hazırlanan bilimsel çalışma gibi, ekonomik ağırlık merkezinin seyrini izleyen bilimsel çalışmalar geliştirildi. Ekonomist Danny Quah çalışmasına dünyanın dört bir yanındaki 639 lokasyonda kırsal ve kentsel alanların üretime katkılarını ekleyerek bunu daha da geliştirdi. Daha sonra uluslararası araştırma merkezleri ve düşünce kuruluşlarının da bunu benimsemesi, küresel ekonominin merkezinin eğitim, yüksek katma değerli üretim ve finansal kaynaklara yapılan yatırımlarla Doğu’ya doğru kaymaya devam ettiğini ortaya koydu. Nitekim ekonomik büyümeyi artıran faktörler konusunda Çin, Güneydoğu Asya ülkeleri ve Hindistan'ın kaydettiği sıçramalar hiçbir şekilde göz ardı edilemezdi. Bütün bunlar ancak İkinci Dünya Savaşı sonrası milletler oyunu kurallarının izlenmesiyle başarıldı.
Asya ve Küresel Güney'deki diğer ülkelerdeki büyüme, gelirlerin artmasını ve yoksul insanların sayısının azalmasını sağladı. 2020 yılında Çin, ardından 2024 yılında Hindistan, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri'nin ilki olan aşırı yoksulluğu bitirmelerini kutladılar. Her iki ülkede de orta sınıf son 30 yılda sayıca arttı ve kalkınmanın nimetlerinden daha fazla yararlanır oldu. Buna karşılık ekonomistler Branko Milanovic ve Christoph Lakner'in 1988'den 2008'e kadar dünya çapında gelir büyümesindeki değişikliği, dağılımı ve büyümeyi takip eden, fil eğrisi şeklindeki ünlü grafik çalışmada ifade ettikleri gibi, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ise orta sınıf azaldı.
Bu grafiğe göre filin hortumunun yukarı eğrisi, dünyanın gelir dağılımındaki en zengin yüzde 1'lik kesimi tasvir ediyor. Filin gövdesi, yüksek gelir büyüme oranıyla gelişmekte olan pazar ülkelerindeki orta sınıfı temsil ediyor. Gelişmiş ülkelerdeki alt orta sınıflar, gelir artış hızlarının düşmesiyle birlikte, filin gövdesinin aşağı doğru eğimi tarafından temsil ediliyor. Ekonomik dengeleri ve jeopolitik güç dengelerini yeniden tesis edecek şekilde gelişen bu köklü ekonomik değişimlerle birlikte, yükselen güçlerin dizginlenemeyen ihtiraslarının yansımalarının yanı sıra, geleneksel güçlerin, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana devraldıkları konumlarını koruma çabaları öne çıktı. Avrupa'da mükemmel eğitimden, yüksek kaliteli sağlık hizmetleri ve çeşitli sosyal olanaklara kadar onlarca yıldır yararlandıkları refah devleti kazanımlarını kaybetmekten endişe duyan kesimler arasındaki hoşnutsuzluk da belirginleşti. ABD'deki bazı kesimler arasında ise Amerikan rüyasının zenginlik vaatleri kayboldu. Küresel finansal krizden bu yana ardı ardına gelen şoklarla birlikte artan borçlanma, gelir ve servet dağılımındaki eşitsizlikle beraber Batı'daki orta sınıf, kendisinin yaşadığı refahın gelecek nesiller boyunca devam etmeyeceğinin farkına vardı.
Bütün bunlar popülist ve ırkçı siyasal eğilimlerin gelişmesi için uygun bir ortam yarattı ve aşırı sağın etkinliği arttı. Hiç kimsenin dürüstlüğünü sorgulamadığı cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerdeki tercihler, geleneksel kurumlara ve liderlere olan güvenin kaybolduğunu yansıtıyordu. Trump'ın, bazıları tarafından dönüm noktası ve her şeyi daha önce olduğundan farklı bir biçimde değiştiren bir devrim olarak görülen kafa karıştırıcı politikalarının, hızla değişen bu dünyanın bağlamına yerleştirilmesi gerektiğini vurguluyorum. ABD Başkanı Donald Trump’ın, iktidara gelmeden önce var olan ve kendisinden sonra da belki farklı biçimlerde ama öz içeriği aynı kalacak şekilde devam edecek bir durumu ifade ettiğinin altını çiziyorum. O öz ise ittifakları ve düzenlemeleriyle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin sona erdiğidir.
Kritik soru şu: Arap ülkelerimiz de dahil olmak üzere Küresel Güney ülkeleri ne yapabilir? Başlangıç olarak gerçeği, gelişmelerini ve sonuçlarını iyi anlamalılar. Ticaret savaşı icraatlarının dondurulması ve tarifelere ilişkin yürütme kararlarının ertelenmesinin piyasalarda yaratacağı geçici rahatlamaya tutunanlar olabilir. Bazıları ara dönem Kongre seçimlerinin şu anki Amerikan eğilimini frenleyebileceğini düşünebilir. Bazıları da bir sonraki başkanlık seçimlerinin mevcut gidişatı değiştireceğini ve her şeyin eskisi gibi olacağını umuyor olabilir. Fakat bazı umutlar vardır ki gündüz düşleri ve kâbusları yahut temenniler ve yanılsamaları onlara karıştıklarında sahipleri için tehlikeli olabilirler. Ne yapılması gerektiğine gelince, bunu bir sonraki yazıda detaylı olarak anlatacağım.