Al-Arabiya kanalının Riyad'a gelip ABD-Suudi Arabistan ve Körfez zirvelerini yorumlama yayınlarına katılmamı istemesi benim için büyük bir şanstı. Geçtiğimiz yıllarda da önemli zirveleri takip eden ve yorumlayan yayınlara katılmıştım, dolayısıyla bu ilk katılımım değildi. Ancak bu özel zirvenin özel, yakıcı ve gergin bir havası vardı. Amerikan tarafını, seleflerinden ve belki de kendisinden sonraki Amerikan liderlerinden ayıran belirgin niteliklere sahip bir figür olduğu konusunda kimsenin tartışmayacağı Başkan Donald Trump temsil ediyordu.
Her zamanki gibi, anın kendisi, daha önce “Küresel Patlama” başlıklı yazımda bahsettiğim, birden fazla küresel ve Ortadoğu cephesinde son derece karmaşıktı. Ukrayna'daki savaş Gazze'deki savaşla iç içe geçti ve ikincisi Arap Körfezi ile Kızıldeniz arasında, ardından Kızıldeniz Akdeniz arasında genişledi. Üçüncü dünya savaşına yakın bir savaşın patlak vermesi için geriye İran'a savaş açmak kaldı.
Arap bölgesindeki gerginlikler, Sudan krizinin patlamasının ve can kaybı ile yerinden edilme açısından Gazze ile yarışmasının önünü açtı. Afrika Boynuzu'nda çeşitli çatışmalar patlak verdi ve milisler Libya Başbakanı'nın liderliğine saldırma fırsatını değerlendirerek, başkent Trablus'u ateşe verdi. Sanki tüm bunlar yeterli değilmiş gibi, iki nükleer güç Hindistan ve Pakistan arasında küçük bir savaş çıktı ve kimse yangının ne kadar yayılacağını bilmiyordu. Bu durum tamamıyla özellikle istikrarlı bir bölgede ilerlemeyi hedefleyen Arap halklarının ilerlemesinde niteliksel bir sıçrama gerçekleştirmesi beklenen 2030 yılında tamamlanması, olgunlaşması umulan yoğun iç gündemleri olan Arap liderleri üzerinde ağır bir yük oluşturdu.
Zirve, daha önce hiç olmamış bir gündemle Riyad'da yapıldı. Arap ve Amerikan liderlerinin karşılıklı olarak bu derece yakınlık içinde olmaları her şeyden önce alışılmadık bir durumdu ve bu yakınlık, Arap-Amerikan ilişkilerinin bilgelik ve cesaretle daha önce hiç açılmamış olan Amerikan kapılarını açabileceğini yansıtıyordu. İkinci olarak, ilk günün gündeminde “jeo-ekonomik” ilişkiler ağır basıyordu. Bir ABD Başkanı'nın, bir ülkeyi –Suudi Arabistan’ı- ziyaret ederken, yanında bu kadar çok sayıda ekonomi liderini, küresel teknolojik ve endüstriyel devrimin önemli şirketlerinin başında bulunan dünyanın en zengin milyarderlerini getirmesi alışılmadık bir durumdu. Gözlemciler, Dördüncü Sanayi Devrimi'nin boyutlarını kucakladıktan sonra Suudi Arabistan'da 2030 Vizyon’u ile ilgili alanlarda bir yatırım alışverişinin yaşandığını düşünüyorlar. Buradaki yol iki yönlü; birinci yön şirketler ile Amerikan-Suudi Arabistan yatırımları. İkincisi Suudi yatırımlarının güvenlik ve silah alanlarında yer almak, son sanayi devriminin laboratuvarlarına girmek için Amerika Birleşik Devletleri'ne yönelmesi. Bu artık zamana nazır olmak, ilgililere, Araplar ve Arap olmayanlar ne kadar çok onları jeopolitik cehennemin kapılarına çekmeye çalışırsa çalışsın, ilerleme iddialarını unutmayacak Araplar olduğu mesajını vermek meselesidir.
Katar ve BAE ziyaretleri de Suudi Arabistan ziyaretinden farklı değildi, ancak iki ziyaret ve ABD-Körfez Zirvesi, herkesi göz ardı edilemeyecek jeopolitik boyutlara yönlendirdi. Zirve noktası, beklenen sürpriz, yani Suriye Cumhurbaşkanı’nın Riyad'a gelişi ilk günün öğleden sonrasında gerçekleşti. Başka sürprizler gerçekleşmese de Suriye sürprizinin sonu, yaptırımların kaldırılması ve Trump ile Şara arasında kişisel bir kimyanın oluşmasıyla sona erdi. Bu hadise, ABD'nin Husilerle ateşkese varması, nükleer meselede ABD-İran müzakerelerinin başlaması da dahil olmak üzere bir dizi stratejik değişimin doruk noktasıydı. Bunların yanı sıra İsrail’in ateşkes müzakerelerinin gölgesinde kalması birçok denklemi değiştiriyor. Ortadoğu, derin jeoekonomik değişimden, Suriye’ye yönelik pozisyon değişikliği ve İsrail'e karşı barışçıl bir yaklaşımı kabul etmesinden sonra artık aynı değil. Tüm bunlar ilk olarak, ABD'nin anlaşmazlıkları ve barışıyla bir kez daha Ortadoğu'ya geri döndüğünü, ikinci olarak, bölgedeki süper gücün İsrail değil, ABD olduğunu, üçüncü olarak, Arap ülkelerinin ABD'nin hayati finansal, ekonomik ve teknolojik alanlarını etkileme gücünün İsrail lobisinin gücüyle gerçekten rekabet ettiğini açıkça beyan ediyor. Bütün bunlardan nasıl yararlanılabileceği sorusunun cevabı, bu makalenin başlığındaki “Peki, sonra ne olacak?” sorusunun da cevabı.
ABD, özellikle Hindistan alt kıtasında olası bir nükleer savaşı durdurma imtiyazını elde ettiği için tüm değişkenleri hesaba katarak kesinlikle ne yapacağına karar verecek ve inceleyecektir. Bundan sonrasının nasıl olacağı, olanları özümseyip barış, kalkınma ve iki devletli çözüm için çabalayarak bunu doğru yolda kullanacak Arap liderlerinin omzundadır. Burada kaçınılmaz iki soru var; Filistin devletiyle ne yapacağız ve İsrail devletiyle ne yapacağız?