Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Madleen'i sınır dışı etmek tıpkı davanın sınır dışı edilmesi gibi bir çözüm değildir

Her gün baktığımız dünya haritası, sanki Halid bin Velid'in hastalanıp ölümü yaklaştığında geçen ömrüne bakıp söylediği bir cümlesini hatırlatıyor gibidir: “Bu vücutta yara almadık parmak kadar yer kalmadı. Ama şimdi bir deve gibi yatağımda ölüyorum.”

Dünya, ona bakan herkese böyle görünüyor. Birbiri ile çarpışmayan neredeyse hiçbir yer yok. Halid bin Velid’in bedeni gibi sanki yara almamış hiçbir köşesi yok.

Ancak bu, resmin tamamen kasvetli olduğu anlamına gelmiyor. İçinde biraz umut aşılayan, oraya ve buraya baktığınızda, göğsünüzde hissettiğiniz sıkıntının baskısını hafifletebilecek şeyler de var. Bu sıkıntılı dünyamızda umut aşılayan hususların en başında Greta Thunberg adında İsveçli bir genç bir kızın varlığı geliyor.

Bu genç kız, zengin bir Avrupa ülkesinin vatandaşı ve hayatını türlü gençlik eğlenceleriyle geçirebilirdi, ancak o hayatında yeterince ciddi olmak dışında her şeyi reddediyor.

Avrupa kıtasının kuzeyindeki İsveç ile güneyinin en alt kısmında bulunan Gazze Şeridi arasındaki mesafe ne kadar büyük, dolayısıyla gemidekilere katılmasaydı kimse onu yok yazmazdı, ancak vicdanı kesinlikle böyle yapardı.

Thunberg, şüphesiz kendisinden yaklaşık bir asır önce yaşamış ve ölürken adına dünyadaki en ünlü ödülleri tahsis eden Alfred Nobel'in sadık torunu. Greta Thunberg de Nobel’in adını taşıyan ödüllerle sağlamaya giriştiği şey için girişimlerde bulunuyor, ancak bunu bir gencin canlılığıyla, harekete geçme ve bir insanın sıkıntıdan uzak güvenli hayat yaşama hakkını ihlal eden her şeyi reddetme gücüyle yapıyor.

Buna dayanarak İsveçli genç kız, Madleen gemisine bindi ve Gazze Şeridi'ne doğru yelken açtı. Kendisine, dünyanın kendisini dolduran tüm kötülüklerden, insan onurunu zedeleyen her şeyden ve İsraillilerin Filistin halkına karşı uyguladığı her şeyden bir gün kurtulması arzusunu paylaşan 11 kişi daha eşlik ediyordu. Cesur genç kız, kendisini ve arkadaşlarını orada kıyıda İsrail’in kötülüğünün beklediğini önceden kesin olarak biliyordu. İsrail kibrinin onları denizde kuşatacağından ve hedeflerine ulaşmalarını engelleyeceğinden emindiler. Ancak bu, kararlılıklarını en ufak bir şekilde zayıflatmadı; aksine onları daha da güçlendirdi ve inançlarını pekiştirdi. Her birinin, İsrail'i dünyaya ifşa etme iradesine sahip olduğunu hissetmesini sağladı.

Tel Aviv'deki aşırılıkçı hükümet bu aktivistleri kuşattı, gemilerini kıyıya varmadan denizde durdurdu ve sonra her birini geldikleri yere geri göndermeye başladı. Ancak bunu yaparken kendisini de ifşa ediyordu. Aslında onları evlerine göndermiyordu, her özgür insanın gözünde onları en üst konuma yerleştiriyordu. Madleen gemisi İngiliz bayrağını taşıyordu ve bu bayrağın ona koruma veya dokunulmazlık sağlayacağı varsayılıyordu. Zira o ünlü İngiliz vaadi olmasaydı, İsrail bugün var olmazdı. Fakat İsrail'deki bu hükümet ne zamandan beri bir antlaşmaya uydu veya bir söze sadık kaldı ki?

Eğer Tel Aviv bu insanları sınır dışı etmeye karar verdiyse, Filistin davasında da kullandığı ve kullanmaya devam ettiği alternatifin aynısını seçmiş demektir. Deneyimle ise davayı sınır dışı etmenin yalnızca haklarını ertelemeye yol açtığını defalarca kanıtladı. Gemidekileri sınır dışı etmek bir çözüm değil, tıpkı var olduğundan beri Filistin davasında sınır dışı etmenin bir çözüm olmaması ve asla olmayacağı gibi. Olan sadece hakların bugünden yarına aktarılmasıdır, hem de bireylerin ve halkların hayatlarındaki ertelenmiş haklara yarının yapacağı tüm eklemelerle birlikte.