Ali Amim
Suudi gazeteci ve yazar
TT

Araplar Hint Islahçıları neden yok saydı?

Daha önceki bir makalemde, Rıdvan Seyyid’in; “Seyyid Ahmed Han ‘Cihad’ın inkârla ilişkilendirilmesinin’ sömürgecilik dönemlerinde gerçekleştiğine dikkat çekmiştir” analizinin tam olarak gerçeği yansıtmadığını ifade etmiştim. Ahmed Han, İslam'da cihadın savunma amaçlı cihad olduğuna inanıyordu ve cihad'ın "yalnızca Müslümanlara aşırı baskı yapıldığı veya dini yaşamlarının yerine getirilmesinin engellendiği durumlarda yapılabileceğini ve şu anda Hindistan’da böyle bir durumun yaşanmadığını, zira İngiltere’nin din özgürlüğünü sağladığını, dolayısıyla onlara karşı cihadın haklı bir gerekçesinin olmadığını” söylüyordu. Ahmed Han ayrıca Hindistanlı Müslümanlara, kendisini bütün Müslümaların halifesi olarak gören Abdulmecid’e değil, İngiliz yönetimine sadakat gösterme çağrısı yapmıştı. Daha önceki makalelerde açıkladığımız gibi, Hindistan'ın 9. yüzyılın başından beri Hindistan Müslümanları arasındaki yaygın dini görüşün, Hindistan’ın Daru’l-İslam değil Daru’l-harb olduğudur. Ahmed Han'ın söylediği şey, bu görüşe cevap mesabesindedir.
Muhammed Abduh’un İslam'da Cihad'ın savunma amaçlı bir cihad olduğuna dair görüşü, 1960'lara kadar Müslüman Arapların ortak görüşü olsa da, Sir Seyyid Ahmed Han'ın bu konudaki görüşü, Hindistan'daki pek çok Müslüman tarafından benimsenmemiştir.
Bu, çağımızdaki Hindistan'da ortaya çıkan ıslah ekolü ile Mısır'daki ıslah ekolü arasındaki farklardan biridir. Aslında bu fark anlatmak istediğimiz şeyi güzel bir şekilde oraya koymaktadır. Hindistan'daki çağdaş ıslah ekolü muhafazakâr nitelikte iki rakip ekolün ortaya çıkmasıyla meydana geldi. Bunlardan ilki Nedvetü’l-ulemâ (Ulema Cemiyeti), diğeri ise Diobend medresesidir. Diobend medresesi/ekolü dini anlayış bakımından Nedvetü’l-Ulemâ’dan daha katıdır.
Bu durum Mısır'daki ıslah ekolünde yaşanmadı, sadece geç dönemlerde Müslüman Kardeşler (İhvan) ve İslami Kurtuluş Cephesi’nin ortaya çıkmasıyla bir ayrışma meydana gelmeye başladı. 
Hindistan ve Mısır'daki ıslah ekollerinin cihada dair görüşlerini ortaya koymamızın nedeni, bu düşünce yapısının Mısır'dan ya da başka bir Arap ülkesinden değil Hindistan'dan geldiğine dikkat çekmek içindir. Modern dönemlerin şartları, bu şekildeki katı bir düşüncenin Hint alt kıtasından gelmesine neden oldu ve bunun mimarı cihatçı/devrimci İslami hareketin öncüsü Mevdudi’dir. 
Esasında bunun nedeni, Hindistan Müslümanlarının yaşadığı tarihsel durumdur. 19. yüzyılda Hindistan'daki İslami Cihad hareketleri, İngiliz sömürgecileri, Batı kültürü ve kanunlarını reddetme konusunda örneklik sergilemişlerdir. Allah’ın mutlak hâkimiyetini niteleyen ayetler (El-Hukmu Lillâh/Hüküm Allah'ındır, vb. ayetler), 19. Yüzyıl boyunca, İngiliz kanun ve mevzuatının reddedilmesinin temel gerekçesi olarak sürekli gündemde tutuldu ve dillendirildi. O günün şartlarında “hâkimiyet” anlayışının bu kadar öne çıkması anlaşılabilir bir durumdu. Hindistan Müslümanları arasındaki modernite ve Batı modernleşmesinden yararlanmanın reddedilme boyutu ve derinliği, herhangi bir İslam ve Arap ülkesinde yoktur. Bu yararlanma sürecinin sorunsuz ve güvenli bir şekilde uygulandığı Türkiye ve Mısır, bu durumun en bariz örnekleridir.
Örneğin Mısır, Napolyon bazı Fransız yasalarını bu ülkeye getirdi ve I. Abbas Hilmi Paşa ve Muhammed Said Paşa'nın saltanatı sırasında bir “Temyiz Konseyi” kuruldu. Bu konseyin üyeleri, senato ve Türk subaylarının hanedanlarından meydana gelmekteydi. Bu konseye kanun temsilcileri ve Kâtipler de eklendi. Hidiv İsmail Paşa döneminde, ecnebilere/yabancılara bakan yargı ve bir de ulusal yargı kuruldu. Mısır’da yerleşmiş ecnebilerin davalarına bakan mahkemelere “muhtelit mahkemeler”, diğerlerine ise “yerel mahkemeler” deniyordu. Yerel mahkemeler, Napolyon’un getirdiği yasalara göre hüküm veriyorlardı. Ulusal yargının bir başka bölümü, her biri kendi dinlerine göre hüküm veren Şeriat Mahkemeleriydi. Müslüman ve Kıptilerin Ahval-i Şahsiye’lerini (Aile Hukuku) ilgilendiren durumlara bakıyorlardı. Bu yeni yasal düzenlemelere, Mısır halkı karşı çıkmadı ya da dini bir karışıklığa neden olacağı bahanesiyle kıyameti koparmadı. Bu yeni düzenlemeler Ezher'de ele alınmadı. Zaten ele alınmış olsaydı kesinlikle reddedilirdi. Zira o dönem asrın gerektirdiği kurumsal yapıya sahip değildi.
Mısır'da Mısır milliyetçiliği ortaya çıktı ve Mısır'da büyük bir destekçisi oldu, geniş çaplı bir dini itirazla da karşılaşmadı.
Önceki makalelerde bahsettiğimiz gibi, Cevahirlal Nehru 20 Mayıs 1933'te yazdığı "Mısır'ın özgürlük mücadelesi" başlıklı makalelerinden birinde şunu söylüyor: "Hindistan Müslümanları modernleşme eğilimine, diğer İslami topluluklardan daha fazla direnmiş olmaları muhtemeldir, bu yüzden diğer İslam ülkelerindeki muadillerinde bu kadar güçlü bir şekilde bulamadığımız bir dini zihniyeti devam ettiriyorlar. Bu ilginç bir durumdur ve önemlidir. Yeni milliyetçilik, burjuva sınıflarının gelişmesiyle gelişti. Kapitalist sistemde bu kesimi orta sınıflar temsil etmektedir. Hindistan'daki Müslümanlar burjuvazinin gelişimini geciktirdiler. Ve böylece kendi uluslarının gelişimini engellediler. Hindistan'da azınlık olmaları, endişeleri artırmış, dolayısıyla içe kapanmalarına neden olmuş olabilir. Muhtemeldir ki bu da kadim gelenekleri koruma güdüsünü artırmıştır. Çünkü her yeni fikirden şüphe duymaktadırlar.”
Hasan el-Benna, İslam'da cihadın hem savunma hem de saldırı amaçlı olduğuna inanıyor olsa da, çağdaşları olan Muhammed Abduh ekolü ve bu ekolün takipçilerinin görüşlerini tartışmaya cesaret edemedi. Dr. Hayat Yakubi’nin Mevdudi, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub'un Cihad Risaleleri ile ilgili yaptığı çalışmalarda anlayamadığı taraf budur.
Cemaleddin Afgani'nin Dehriyyun'a Reddiye (Natüralizm Eleştirisi) adlı kitabında ve "El-Urvetu'l-Vuska" dergisindeki makalelerinde Seyyid Ahmed Han'a karşı bir kampanya başlatmış ve onun dini ve siyasi imajını zedelemiş olmasına rağmen, bu aleyhte kampanya, Reşid Rıza’da Ahmed Han'a yönelik olumsuz bir etki bırakmamıştır. Reşid Rıza, Ahmed Han'ın ıslah çizgisini sürekli destekledi ve ona yöneltilen suçlamalar karşısında onu savunmaya devam etti. Ahmed Han'ın Tehzibu'l-Ahlâk dergisi aracılığıyla Hindistan'da oynadığı ıslahçı rolü, kendisinin de Menar aracılıyla oynamasından son derece memnundu. Zira bu konuda ona benzemiş oluyordu. Ahmed Emin ve Abbas Mahmud Akkad gibi liberal entelektüeller Afgani ve onun düşüncelerini takdir etmelerine rağmen, bu tenkitlerden olumsuz etkilenmediler, zira her ikisi de Hindistan’daki ıslah çizgisini desteklemeye devam ettiler. Afgani’nin Seyyid Ahmed Han'a karşı başlattığı bu kampanyadan olumsuz etkilenen ve Ahmed Han'a yönelik bu kampanyaya katılan hatta tenkitlerin dozajını daha da artıran tek yazar Dr. Muhammed el-Baha olmuştur. 1958'de yayınlanan "Modern İslam Düşüncesi ve Batı Sömürgeciliği ile Bağlantısı" adlı kitabında Ahmed Han'ı tenkit etmiştir. Bu kitapta Seyyid Ahmed Han'a yönelttiği ağır tenkitlerle insanlar üzerinde Afgani’den daha fazla etki bırakmıştır. İslamcılar nezdinde olumsuz bir Seyyid Ahmed Han imajının oluşmasında bu kitabın yadsınamaz bir katkısı olmuştur. Onlarca yıldır bu kitap, Sünni ve Şii İslamcıların kendi kültür ve fikri kitaplarında temel aldıkları bir kaynak olmuştur. Doktora ve mastır diploması elde etmek için yaptıkları bilimsel çalışmalarda vazgeçilmez bir referans olmuş, adeta temel kaynaklardan biri haline gelmiştir.
Hindistan ve Pakistanlı İslamcılar, bu çarpıtılmış imajı tashih etme adına hiçbir çaba sarf etmediler, dolayısıyla zımnen bu tenkitleri onayladıkları ortaya koymuş oldular ve hatta bu olumsuz imajın yayılmasına katkıda bulundular. Bu çarpıtılmış imajı tashih etme adına çalışma yapan tek yazar Muhammed İsmail en-Nedvi’dir. Fakat bu tashih çalışması okurlar tarafından pek bilinmemektedir. Çünkü bu tashih çalışması müstakil bir eser olarak değil, 1961 ve 1965'te yayınlanan iki dergide (El-Ezher ve es-Sekafe) birer makale olarak neşredilmiştir.
İslamcı yazarların geçtiğimiz yüzyılın ortalarından itibaren Arap ülkelerine girmeye başlamasından önce Mısır'da yaygın olarak tanınan yazarlar Hint alt kıtasının yazarlarıydı. Bunlar daha ziyade modern ıslahçı düşünürlerdi. İki dünya savaşı sonrası kuşakta, modern ıslahçı akımın öncüleri bu isimler, Mısır kültür sahnesinde hak ettikleri yerleri almışlardı, zira Mısır kültür dergilerinde haklarında makaleler yayımlanıyor ya da çeşitli mahfillerde onlara dair konferanslar veriliyordu.
Arap dünyasındaki İslamcı istilası sonrasında, modern ıslahçı akımın öncü isimleriyle iletişim ve etkileşim imkânı ortadan kalkmış oldu. Bu kopuşun sorumlusu, Mevdudi’nin kitaplarını Arapçaya çeviren ve Hasan en-Nedvi’nin eserlerini neşreden Arap İslamcılardır. Bu İslamcı yazarlar bu kitapları tercüme etmenin yanı sıra İslami dergilerde bu yazarlara dair makaleler yayınlamışlar, Arap dünyasının pek çok ülkesinde bunlar hakkında konferanslar vermişlerdir. Çağdaş ıslahçı akımın öncüleri bu isimler, sadece kınandığı veya tenkit edildiğinde duyulur hale gelmiştir.
Daha önceki bir makalemde, Şeyh Mahmud Şeltut'un "İslam’da Savaş" adlı kitabını yazma sebebinin, oryantalistlerin İslami Cihad hakkındaki çarpıtmalarına cevap vermek olduğunu açıklamıştım. Rıdvan Seyyid eserin yazılma nedenini, Cihad’ın inkârla ilişkilendirilmesine cevap mahiyetinde yazıldığını ifade etmişti, ancak bu görüş isabetli değildir. Yazarın kendisi zaten eseri niçin ve hangi iklimde telif ettiğine dair doyurucu bilgiler vermektedir. Bu konuyu yeterice açıklamıştım, ancak yine de bazı bilgileri tekrar etmekte bir beis görmüyorum.
Mesud en-Nedvi ile Muhammed Kemal el-Hatib arasında 1949’da Irak’ta meydana gelen bir tartışmada, Mesud en-Nedvi Tartışmanın hemen başında şunları söylemişti: “En başta Muhammed Abduh olmak üzere Mısırlı âlimler, sürekli olarak, İslam’da cihadın savunma amaçlı olduğunu dillendirdiler. Abdulvehhab Hallaf’ın, es-“Siyasetü’ş-şer’iyye” (Yasamanın temelleri), Abdurrahman Azzam’ın “er-Risaletü’l-Halide” (Sonsuz Mesaj), Muhammed Hüseyin Heykel’in “Muhammed” isimli eserlerinde benzer şeyler geçmektedir. Bu yazarlar da İslam’da cihadın savunma amaçlı olduğunu dillendirdiler. Müellifler gerçeği yeni keşfetmişe benziyorlar, ancak bunu dillendirmekten korkuyorlar, belki de Avrupalı bilginlerden korkuyorlar. Bu, aşağılık kompleksine kapılmaktan veya zihinsel yenilgiden kaynaklanmaktadır ve bu üzücü bir durumdur”
Mesud en-Nedvi’nin bu söylediklerinden, Mısır’da yerleşik ve yaygın olan görüşün ne olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz, o da; İslam’da cihadın savunma amaçlı olduğu, ancak Hint alt kıtasındaki İslamcıların bu görüşü değiştirmeye çalıştıklarıdır. Bu konuyu işlemeye devam edeceğiz.