Vahdettin İnce
Yazar
TT

İnsan, nisyan mı ünsiyet mi?

İnsan… Arap dilcileri bu kelimenin kaynaşma anlamında 'e.n.s' kökünden geldiğini söylemişler. Ünsiyet kurma yani. Bazıları unutmak anlamında “n.s.y” kökünden türediğini söylemişler. Yani nisyan. “Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür” sözü de Türkçe’de meşhurdur. Bana sorarsanız her iki görüş de en azından insanın genel davranışları itibariyle doğrudur. Çünkü insan çabuk ünsiyet kuran, hemencecik kaynaşan bir varlık olma özelliğiyle tebarüz ettiği gibi aynı oranda çok çabuk da unutur, nisyana gömer.
İnsanın bu iki özelliği, kaynaşma, ünsiyet kurma özelliği ile unutma, nisyana terk etme özelliği herhalde en çok “hak” kavramı ile ilgili olarak belirginleşir. Bu bağlamda “hak” bir turnusol kağıdı işlevini görür.
Hak… kelimesi de Türkçe’de doğru, gerçek anlamında kullanılır. Fakat hak ile doğru arasında önemli bir fark var. Hak, duruma, kişiye, zamana… göre değişmeyen her zaman ve her yerde geçerli olan doğru demektir. Doğru ise duruma, kişiye, zamana, mekana…  göre değişir. Bu yüzden birinin doğrusu başkasının yanlışı olabilir. İşte insanın ünsiyet ve nisyan özelliği de bu nüansla birlikte ortaya çıkıyor. Şöyle de diyebiliriz: doğru ile hak arasındaki farkın bilincinde olarak olaylara baktığı zaman insanın kaynaşma, ünsiyet kurma özelliği ön plana çıkarken, hakkı doğru, daha doğrusu kendi doğrusu olarak görme yanılgısına düşünce insan, nisyan özelliğiyle hareket eder ve başkasının doğrusunu nisyana gömer.
Bugün yeryüzünde batı medeniyeti askeri, teknolojik ve ekonomik üstünlüğü sayesinde dünyanın geri kalanı nazarında kültür, medeniyet, algı ve olgu okumalarında artık referans medeniyet konumundadır. Batı anlayışında hak kavramı ile doğru kavramı genellikle aynı anlamı ifade eder. Batıda çok az düşünür bu ayırıma dikkat çekmiştir. En azından bugünkü Batı anlayışı kendi doğrusunu hak görmek ve bunu dünyanın geri kalanına dayatmak şeklinde belirginleşmiştir. Doğal olarak bizim dünyamızda da bu algı etkindir ve teoriden pratiğe kadar bunun etkilerini her yerde görmek mümkündür. Şöyle de diyebiliriz: Batı kendi doğrusunu öne çıkarıp geri kalan doğruları nisyana mahkum etme eğiliminde olduğu için batının etkisindeki dünyanın geri kalanı da kendi içinde aynı nisyanı esas almıştır.
Sadece bugün değil, dünya kurulduğundan beri insanlar kendi doğrularını evrensel hak kabul edip diğer insanların doğrularını görmezden gelme, unutma eğilimini sergilemişlerdir. İnsanların birbirlerinin doğrularını sürekli hatırladıkları, dolayısıyla hakka riayet ettikleri zamanlar çok kısa sürmüştür ne yazık ki. Bu kısa süreler de ilahi dinlerin insanlara öncülük ettikleri, nisyana gömdükleri hakkı yeniden hatırlamalarını sağladıkları dönemler olmuştur.
Mesela Kur’an’ın bir adı da “zikir”dir. Hatırlatan yani. Bu isimlendirmenin hiç kuşkusuz bizim konumuzla daha doğrusu insanın nisyan boyutuyla çok derin bir ilişkisi var. Hatırlatma (zikir) özü itibariyle unutma yani nisyan ile doğrudan ilişkilidir. Şöyle dersek hakkı ifade etmiş oluruz: Kur’an, insanların kendi sübjektif doğrularını esas alıp objektif doğruları, yani başkalarının haklarını unuttukları için bir hak hatırlatıcısı olarak indirilmiştir.
Hak ise sözlük anlamından biraz bağımsız ele alacak olursak uyum demektir. İnsanın içi ile dışının (ki biz buna şekil ve şakile diyoruz), yaratılışı ile hayat kurallarının (buna da halk ve ahlak diyoruz), şemaili ile davranışlarının ( suret ve siret diyoruz buna da) uyumu yani.
Bir sistem, bir kurum, bir organizasyon bu uyumu esas aldığı ve buna göre teori ve pratik geliştirdiği oranda hakkı korumuş, egemen kılmış olur. Bu uyumu göz ardı ettiği oranda da hakkı nisyana terk etmiş olur.
Ülkemizde çeşitli kesimler arasında kaynaşma ve ünsiyet olgularının bir kenara bırakıldığı uzun zamandan beri gözlerden kaçmıyor. Genel anlayış her kesimin bir diğerini nisyana mahkum etmesini sağlama esasına dayanmaktadır.
Bizim görevimiz insanı nisyan kuyusundan çıkarıp ünsiyet huzuruna kavuşturmak olmalıdır.