Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Dünyanın sonu yarın değil ancak…

“Dünya Tehlikede…” bu uyarı, geçen yılın eylül ayında yani koronavirüsünün Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkmasından üç ay önce yayınlanan raporun başlığıydı.
Korkunç olan raporun giriş bölümünde şu ifadeler yer alıyordu: “Eğer geçmiş şimdi için bir uyarı ise, 50 ila 80 milyon insanın ölümüne yol açabilecek ve dünya ekonomisinin yüzde 5'ini yerle bir edebilecek güçte, hızla yayılan, öldürücülüğü yüksek respiratuar (solunum sistemini etkileyen) bir patojenin pandemi boyutuna ulaşması son derece gerçek bir tehlikedir. Bu düzeyde bir küresel salgın, felaket olacaktır. Geniş çaplı kaos, istikrarsızlık ve güvensizlik yaratacaktır. Dünya buna hazır değildir.”
Rapor, pandemi boyutuna ulaşacak bir respiratuar patojenden bahsederek adeta bugün dünyanın tanık olduklarına dokunuyor. Ayrıca rapor, mevcut korona (Kovid-19) virüsü ile olmasa da başka bir pandemi ya da salgın ile dünyanın ilerlemekte olduğu gerçek bir felaketin incelemesi gibi görünüyor. Bugün dünyanın şahit olduğu ve birçok ülkenin kara sınırları ile hava sahalarını kapatmalarına, birçok faaliyet ve işin durmasına, okul ve üniversitelerin kapatılmasına, hastanelerin teyakkuza geçmesine, insanların gıda maddeleri satın alıp stoklamasına neden olan panik, raporda bilim adamları, uzmanlar ve ilgili uluslararası kurumların korktukları bir husustu. Dünyanın, her şeyin hızlı bir şekilde hareket ettiği küçük bir köye dönüştüren küreselleşme çağında çok hızlı yayılan salgınlarla yüzleşmeye hazır olmasını talep etti.
Bu raporda yer alanlar, hızlanan süreci, artan virüs ve salgın tehlikelerini ihmal ettiği ve önemsemediği, kendisiyle yüzleşmek, taşıdığı riskleri ve yansımalarını sınırlamak adına ciddi bir biçimde seferber olmadığı için uluslararası topluma yönelik açık bir kınamadır. Küresel Hazırlık Gözetim Kurulu’nun (Global Preparedness Monitoring Board, GPMB) yayınladığı ve “Dünya Tehlikede: Acil Sağlık Durumları Üzerine Küresel Hazırlık Raporu” adını verdiği söz konusu rapor, temelsiz ve Hollywood filmlerindeki gibi bir bilimkurgu değil. Aksine, SARS, ebola, domuz gribi ve diğerleri gibi geçmiş yıllarda tanık olduğumuz pandemi ve salgınların incelenmesine dayanarak hazırlanmıştır. Artan bir biçimde insanlığı tehdit eden bu tehlikeler ile yüzleşmek için dünyanın hazırlığını ve işbirliğini artırması gerektiği sonucuna varmıştır.
Bu açıdan rapor, korona vb. bir virüsün ortaya çıkmasını bir zaman meselesi sayarak  kaçınılmaz olduğuna inanıyor. Bu nedenle, dünyaya hazırlıklarını yoğunlaştırması çağrısında bulunup yedi acil adım şeklinde özetlediği öneriler sundu. Buna göre rapor, hükümetlerden ve uluslararası kurumlardan, herhangi bir salgın veya pandeminin yayılmasının yol açacağı en kötü olasılıklarla yüzleşmek için hazırlılık düzeylerini yükseltmeleri, aralarındaki işbirliği ve koordinasyonu artırmalarını talep etti. Yeterli tıbbi malzeme ve ekipman hazırlama, patojenlerin yeni özellikleri konusunda bilgi alışverişinde bulunma, bu tür felaketlerden kaynaklanabilecek küresel ekonomik etkilerin nasıl kontrol altına alınabileceğini gözden kaçırmama çağrısında bulundu.
Son olarak,15 üyeden oluşan ve eski Norveç başbakanı ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) eski müdürü  Gro Harlem Brundtland’ın başkanlık ettiği Küresel Hazırlık Gözetim Kurulu ile işbirliği yapan çok sayıda uzman, araştırmacı ve akademisyenin raporun hazırlanmasına katkıda bulunduğuna işaret edelim. Kurul; WHO, Dünya Bankası ve Bill & Melinda Gates Vakfı tarafından desteklense de bağımsız bir taraf olarak faaliyet gösteriyor.
Bu noktada şunu sormalıyız: Eğer bu tür raporlar ve korona gibi salgınların kaçınılmaz olduğuna dair tahminler varsa uluslararası tepkilerde tüm bu kargaşa ve karışıklık neden görüldü?
Dünya; domuz gribi, SARS ve ebola gibi kendisini kasıp savuran geçmişteki salgınlardan gereken dersleri çıkarmadı. Politikalarını gözden geçirip bu salgınlarla ilgili bilimsel ve tıbbi araştırmalara yeterli kaynak ayırmadı. Herhangi bir yeni salgınla mücadele edebilmesi ve hazır olması için sağlık sektörlerini desteklemedi. Artan sağlık bakımı ihtiyaçlarını karşılamadı. Sözgelimi ABD, İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde Kovid-19 virüsü krizi, bu ülkelerin solunum ekipmanları açığı yaşadığını, yetkili makamların bu tür bir salgınla mücadeleye hazır olmadığını, bunun gibi acil durumlarda insanların ve sağlık ekiplerinin ihtiyaçlarını karşılama kapasitesine sahip planları olmadığını açığa çıkardı.
Koronavirüs benzeri bir krizin yaşanacağının bilinmesine rağmen ülkelerin kendi içine kapanmak, kendisini korumak ve kendi özel tedbirlerini almak için sınırlarını kapatmak gibi tepkiler vermesi işleri daha karmaşık hale getirdi. Öyle ki bazı ülkeler, komşularının yardım taleplerine bile karşılık vermedi. Örneğin Avrupa Birliği ülkeleri, bir birlik gibi değil tek başlarına hareket ettiler ve yetkilileri oldukça geç bir dönemde kolektif tedbirlerden bahsetmeye başladılar.
Dünyanın salgın nerede meydana gelirse gelsin erkenden kontrol altına alınmasını ve yayılmasını önlemek için erken uyarı mekanizmaları oluşturmak, salgınlarla koordineli ve kolektif bir şekilde başa çıkmak için işbirliği yapması gerektiği kesindir. Kovid-19 krizinde dünya durup Çin’de olup bitenleri izledi. Hatta kriz siyasallaştırılıyormuş gibiydi. Pekin-Washington arasındaki rekabete dahil ediliyormuş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Salgın Çin’den Güney Kore, Japonya ve Hong Kong’a sıçradığında bile belirli bir ülkeyi ya da coğrafyayı değil tüm dünyayı tehdit eden bir krize karşı gereken uluslararası seferberlik gerçekleşmedi.
Birçok ülkede hükümetlerin ve siyasilerin bakış açıları farklıdır. Bazı ülkeler, araştırma enstitüleri ve bilimsel laboratuarları kaynak eksikliği yaşarken silahlara trilyonlar harcıyorlar. Pek çok yerde bilimsel araştırmalara ayrılan bütçe kısıtlanabilirken savunma bütçeleri hummalı bir biçimde artıyor.
2015 yılında bir konuşmasında Bill Gates, insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük tehlikenin nükleer bir savaş değil her birkaç yılda bir dünyayı yeni bir salgın ile şaşırtan mikroskopik virüsler olduğu konusunda uyarmıştı. 1918 yılında dünyayı esir alan İspanyol Gribi gibi bir salgının günümüzde yaşanması durumunda bilgisayar simülasyonunda ortaya çıkan hesaplar ve tahminlere göre 33 milyon insanın hayatını kaybedebileceğinin altını çizdi. Dünya Bankası’nın bu tür bir salgının kürsel ekonomiyi sarsacağı ve 3 trilyon dolara mal olacağı tahminine değindi.
Mevcut Kovid-19 krizi gerçekten de dünyaya bir trilyona mal oldu. Milyarlarca doların silindiği finansal piyasalardaki çöküşler ve dalgalanmaların, birçok şirket ve işletmenin faaliyetlerini durdurmasının neden olduğu büyük kayıpların ışığında ABD, havayolları şirketleri dahil işletmeler ve şirketler için 850 milyar dolarlık yardım paketi tahsis ettiğini açıkladı. İngiltere şirketlere ve iş dünyasına kolay ödemeli krediler sağlayacak 330 milyar sterlinlik bir paket açıkladı. Fransa 300 milyar euro, Almanya 600 milyar euroluk yardım paketleri tahsis ettiklerini açıkladılar. Başka birçok ülke de ardı ardına ekonomik yardım paketleri açıklamaları yaptı.
Yeni tip koronavirüsü ya da Kovid-19 dünyanın sonunu getirmeyecek. Milyarlarla satılacak aşıları çıkacak. İnsanlar bu virüs ailesine karşı bağışıklık kazanacak. Öte yandan gelecekte yeni virüsler ve salgınlar da ortaya çıkacak. Sorun şu ki, virüs ve salgınlar üzerine yapılan araştırmalara yapılan harcamaların düşüklüğü, bu tür sorunlarla yüzleşmek konusundaki zayıf kolektif şemsiye, doğaya zarar vermeye ve kaynaklarının tüketilmeye devam edilmesi nedeniyle gelecekte belki de daha ölümcül yeni salgınlarla karşılaşacağımız kesindir.