Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Üçüncü Filistin Nekbesi

Nekbe (Büyük Felaket), 1948 yılında Filistinlilerin İsrail’in işgali, işlediği suçlar ve katliamlar sonucunda Filistin topraklarını terk ederek komşu Arap ülkelerine, başka ülkelere veya Batı Şeria ile Gazze’den oluşan, geride kalan Filistin topraklarına iltica etmelerinin adı olmuştur.
Nekbe, tarihi bir yalanı gerçeğe dönüştürmek isteyen bir grup çete ile savaşacağını düşünerek İsrail’e karşı savaşa katılan Arap ülkeleri için tam anlamıyla bir felaketti. Bu hezimetin ardından komşu Arap ülkelerinde vaat edilen geri dönüş gününü bekleyen Filistinliler için kamplar inşa edildi.
İkinci Nekbe, İsrail’in 3 Arap ülkesini hezimete uğrattığı Haziran 1967’deki Arap-İsrail savaşının sonucuydu. Böylece Batı Şeria ile Gazze’den oluşan, geri kalan Filistin toprakları da işgal edildi, Filistin topraklarının tamamı İsrail işgali altına girdi. Ekim 1973’teki savaşta Arapların elde ettiği zafer ile Arap-İsrail çatışmasında uzlaşı yolu açıldı. Mısır işgal altındaki topraklarının tamamını geri almayı başarırken Suriye ise bir bölümünü geri alabildi. Filistinlilere gelince; direniş ve intifada ile Filistin toprakları üzerinde tarihteki ilk ulusal otoritelerini kurmayı başardılar. Birinci Nekbe’den önce BM’nin açıkladığı taksim kararı, Filistin topraklarını yüzde 55’i Yahudilere, yüzde 44’ü Filistinlilere olmak üzere ikiye bölüyordu. Geride kalan ve Kudüs’ü kapsayan bölge ise uluslararası bir bölgeydi.
BM’nin taksim kararı oldukça adaletsizdi ve bu nedenle Filistinliler bunu reddetti. İsraillilerin kendisini kabul etmesi ise uluslararası meşruiyet elde etmelerinin ve İsrail devletinin Filistin topraklarının yüzde 78’i üzerinde kurulmasının başlangıcı oldu. Filistin topraklarından geriye kalan yüzde 22’lik bölüm ise İsrail devleti ile yan yana bir Filistin devleti kurulmasını temel alan Oslo Anlaşması’na dayanan İsrail devleti ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki müzakerelerin konusuydu.
Filistinliler bugün, ABD’nin Yüzyılın Anlaşması adı verilen projesi sebebiyle üçüncü bir Nekbe yaşamak üzereler. İsrail fiili olarak büyük Kudüs şehrini ilhak etti. Başta ABD olmak üzere bazı dünya ülkeleri tarafından kendisi İsrail’in başkenti olarak tanındı. Kudüs’e ek olarak şimdi de İsrail, Batı Şeria’daki 450 bin Yahudi’nin yaşadığı yerleşim yerlerini, nüfusu, temel alt yapısı, koruma yolları ve araçları ile ilhak etmeyi planlıyor. Bütün bunlara ilaveten Ürdün Vadisi’ni de topraklarına katmak istiyor. Üçüncü Nekbe eğer kendisinden öncekiler gibi toprak ilhakını ve sakinlerinin kovulmasını içeriyorsa Filistinlilerin tamamını ya da önemli bir bölümünü Filistin topraklarını terk etmeye zorlayacak dördüncü bir Nekbe için hazırlık sayılabilir.
Halihazırda İsrail’in ve onun öncesinde de ABD’nin attığı adımlar, sonuncusundan önceki iki büyük felaket zamanında var olan küresel ve bölgesel atmosferden çok farklı bir atmosferde gerçekleşti. O dönemde Arap-İsrail çatışması bölgenin merkezi meselesiydi. Şimdi bu meseleler çoğaldı. Çünkü İran ve Türkiye’nin farklı Arap ülkelerine yönelik adımları, silah ve ideolojilerle kuşanmış bir gerçek halini aldı.
Arap Baharı adı verilen dönemden sonra bazı ülkelerin çökmesi, bazılarının da iç savaşlara sürüklenmesi sonucunda Arap dünyasında görülen büyük dengesizlik, Arap-İsrail dengesinde Arapların daha da zayıflamasına neden oldu. En az bunun kadar tehlikeli olan bir diğer durum Filistin gerçeğinin kendisidir. Filistinliler tarihlerindeki ilk ulusal otoriteye sahip olur olmaz uygulamada birisi Batı Şeria, diğeri de Gazze Şeridi’nde bulunan iki siyasi birime ayrıldılar. Kısacası Müslüman Kardeşler diğer Arap ülkelerinde gerçekleştirmeyi başaramadığı hedefini (devletin bileşenlerinden biri olan coğrafi birliği daha devlet tesis edilmeden önce sona erdirmek) bu kez Hamas adı altında Filistin topraklarında başardı. Bunun yaşanmasının nedeni, Ulusal Otorite’nin devletin kuşkusuz en önemli bileşeni, tek meşru silahlı güç olmayı başaramamasıydı. Doğrusu Filistin sahası için bölünmeler yeni bir olgu değil. Daha silahlı mücadelenin en başında FKÖ’nün yanı sıra Filistin Halk Kurtuluş Cephesi vardı. Daha sonra her biri belirli devletlere bağlı ve diğerlerine düşman dış politikalar benimseyen, Filistin ulusal güvenliği hakkında farklı tasavvurlara sahip başka silahlı gruplar da ortaya çıktı.
Birinci Nekbe’den üçüncü Nekbe’nin başlangıcına 70 yıl boyunca Arap-İsrail çatışmasının temel kuralı, sahada gerçekler yaratma kabiliyetidir. Arap-İsrail çatışması, Filistin topraklarına yönelik ilk Yahudi göç dalgası ile başladı ve kalıcı ekonomik, politik ve sosyal kurumların tesisi ile 1967 yılında işgal edilen topraklar üzerinde yerleşim yerleri inşaatı ile devam etti. Sonunda da bugünkü boyutuna ulaştı. Öte yandan Filistinliler de Filistin topraklarında kalmayı ve Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında kalan toprakları İsrailliler ile paylaşmayı başardılar.
Halihazırda hem İsrail hem de Filistin tarafının nüfusu 6 milyona ulaşıyor. Hatta Filistinliler hafif bir artış göstermiş olabilirler. İsrail’e BM’nin taksim kararından daha fazla, 1967 savaşı sonrası elde ettiği topraklardan daha büyük, Oslo Anlaşması’nda yer alandan daha geniş topraklar veren coğrafi dengesizliğe rağmen iki taraf arasında en azından nicel yönden demografik bir denge var. Ancak niteliksel olarak Filistinliler bölünmüş durumda: İsrail devleti içindeki Filistinliler, İsrail vatandaşları ile eşitliği, anlaşmazlığın Arap ve Yahudilerin bir arada yaşadığı tek bir devlet yoluyla çözülmesini talep ediyorlar. Gazze’de Hamas kendi İslam devletini kurmak istiyor ve bunun için de İsrail ile uzun vadeli bir ateşkes imzalama yolunda. Batı Şeria’da Filistinliler, tek devlet çözümünü destekleyenler (bunların oranı yüzde 37’dir) ile özellikle Avrupa ve ABD’de Filistinlilerin lehine olabilecek küresel dönüşümler yaşandığı dolayısıyla müzakerelere devam edilmesini talep edenler arasında bölünmüş haldeler.
Pratik olarak İsrail, Kudüs’ü topraklarına katıp yerleşim yerleri ile Ürdün Vadisi’ni de topraklarına katma niyetinde olduğunu açıkladıktan sonra geride kalan topraklar üzerinde Filistin devletinin inşası için Filistinlilerle müzakereleri yeniden başlatmayı talep etti. Bu pratik Batı Şeria’nın bir kez daha bölünmesi anlamına geliyor. Çünkü Gazze şu anda olduğu gibi müzakerelerin dışında kalıyor.
Diğer yandan Filistin Ulusal Otoritesi ise Rusya, ABD, AB ve BM’yi kapsayan “Uluslararası Dörtlü”ye, yıllar önce Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert arasında gerçekleşen müzakerelerin durduğu noktadan devam etmesi halinde müzakerelere hazır olduğunu belirttiği bir mektup gönderdi. Bu noktadan bakıldığında İsrail’in talebi ile Filistinlilerin müzakere çabaları arasında büyük bir uzaklık olduğu görülüyor. İsrail, Filistin topraklarını ilhakının kabul edilmesini talep ediyor. Filistin Ulusal Otoritesi ise Oslo Anlaşması’na ve bunun sonucu olarak başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulması hazırlıklarına dönülmesini istiyor. Bu durumda pek bir umut kalmıyor. İsrail ya geçmişte olduğu gibi yoluna devam edecek ya da Arap ülkelerinin sunacağı ekonomik kazanımlar karşılığında Ürdün Vadisi’nin ilhakını durdurma gibi zaten hakkı olmayan hususlarda tavizler vermeye çalışacak. Bu aşamada Arapların gereksinim duydukları şey yerel, bölgesel ve küresel düzeylerde girift ve karmaşık bir gerçeklikle başa çıkacak ve bu yönde bir stratejiye götürecek yeni bir düşüncedir.