Beşşar Esed’in Suriye devlet başkanı olarak kalıp kalmaması, koronavirüsün ülkeyi vurup vurmaması, İran ve Rusya’nın Esed’in iktidarını korumak adına son 11 yıldaki yatırımlarını geri alıp almamalarından bağımsız olarak, 15 Mart 2011'de başlayan iç savaşın üzerinden geçen on yılın ardından artık bu ülkede yaşamanın imkânsız olacağı söylenebilir.
Öyleyse, bu savaşa katkıda bulunan herkesin istismar ettikleri şeyi nasıl telafi edebiliriz?
Geriye yalnızca, gençlerin protestolarına karşı koyamayan ve bu yüzden bunu absürt bir savaşa çeviren rejimi korumak için savaştıkları söylenenlerden küllerini ve kalıntılarını içeren çorak bir toprak kalacak.
Suriye’deki çevre felaketi, -her ne kadar iç savaş nedeniyle net görülmüyorsa da- bir başka yıkıcı trajedi olarak ortaya çıkmaya başladı.
Esed ve destekçilerinin iddia ettiği gibi bu savaşın ülkeye karşı yürütülen küresel bir savaş olduğu söylenemez.
Suriyeli sivillerin acıları, kirlenmiş toprak ve durgun sular ile daha da şiddetleniyor.
Ayrıca insanların temel ihtiyaçlarını karşılama güçleri zayıflıyor ve bütün bu durumlar ülkenin savaş sonrası geleceğini tehdit ediyor.
Suriye'deki savaş sona ermemişken gerçekleşen bu ciddi çevre felaketi, savaş sona erdiğinde bile ülkenin toparlanması için önemli zorluklar yaratacaktır.
Suriyeli ve uluslararası uzmanlar, savaşın çevresel etkilerinin acilen ele alınması gerektiği ve aksi halde bundan kaynaklanan hasarların telafi edilmesi zor ciddi sonuçlar doğuracağı konusunda uyarılarda bulunuyorlar. Uzmanlardan biri, çevresel zararın etkisini belirlemenin önemli olduğunu ve insanların silahlı çatışmalar bittikten sonra bu etkilerin devam edeceğinin farkında olmadıklarını söylüyor.
Esed güçleri, Özgür Suriye Ordusu ve ona bağlı örgütler, Kürt milisler ve DEAŞ gibi terörist gruplar da dahil olmak üzere çatışmaya dahil olan tüm devlet ve devlet dışı aktörler, çevreye verilen zararda çeşitli seviyelerde suç ortağı oldular.
Nitekim petrol kuyularına, rafinerilere ve endüstriyel tesislere düzenlenen saldırılar ülkenin toprağını, havasını ve suyunu kirletti.
Etkili bir çevre yönetiminin olmamasıyla birlikte kimyasallar ve zehirli atıklar genellikle göllere ve nehirlere dökülüyor. Ayrıca ormanlar hızlı bir şekilde yok oluyor.
Savaş öncesi ülke ekonomisinin temel dayanaklarından biri olan tarım sektörü, yüzde 40'tan fazla küçüldü.
Savaşın zehirli mirası, patlamamış mühimmatlar, korkunç miktarda tehlikeli madde savaş bittikten çok sonra yankılanacak.
Suriyelilerin refahı ve geçim kaynakları ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalacak.
Bu yıkıcı çevresel zararların en temel sebeplerinden biri, suların hedef alınmasıdır. Hem hükümet hem de hükümet dışı aktörler, rezervuarları ve arıtma tesislerini hedef alarak askeri bir avantaj elde etmeye çalıştılar.
Birleşmiş Milletler raporuna göre, söz konusu taktiklerin bir neticesi olarak yaklaşık 15 milyon Suriyeli -ki bu nüfusun yüzde 90'ından fazlasını oluşturuyor- güvenli su kaynaklarından yoksun kaldı.
Suriyeliler, kirlilikten ve zehirli kimyasallardan kaynaklanan sayısız ciddi ve uzun vadeli çevresel sağlık riskiyle karşı karşıya bulunuyorlar.
Öte taraftan biyolojik çeşitliliğin kaybı ve toprağın bozulmasıyla birlikte de halk sağlığı üzerinde uzun vadeli riskler ortaya çıkacaktır. Bir çevre uzmanı, savaşın çevresel etkilerinin bir ülkenin iklim değişikliğiyle mücadele yeteneği üzerinde zararlı sonuçları olabileceğini söylüyor. Mesela bazı gözlemciler, ağaçların sağladığı gölgenin yüzde 25'inin savaşla birlikte kaybolduğunu söylüyor.
Bu kayıp aynı zamanda, yerel ekosistemleri bozuyor, daha az dirençli hale getiriyor ve yerel topluluklar iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha savunmasız kalıyorlar.
Tüm bunların, savaş bittiğinde ülkenin nasıl bir yer olacağı hususunda ciddi etkileri olacaktır.
Sağlıklı bir çevre yeniden yapılanma ve iyileştirme çalışmaları için çok önemlidir. Ayrıca gıda güvenliği gibi temel insani ihtiyaçlardan sağlık hizmetlerine ve ekonomik kalkınmaya kadar temel öncelikler için sağlıklı bir çevrenin önemi yadsınamaz.
Çevre politikasında bilindiği üzere savaşın sonunda, su ve temel hizmetlerin sağlanması en önemli insani önceliklerden biri haline gelir.
Bunun telafi edilememesi, inşa çalışmalarının başlatılmasını güçleştirecektir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın su, atık ve enerji altyapısını hedef almanın giderek yaygınlaşan bir savaş silahı olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konuluyor. Sosyal refah ve istikrar için temiz suya erişimin önemi konusunda hiçbir tartışma yok, fakat kamu malı olduğu için gelir getirmiyor.
BM raporunda konuya ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuluyor:
“Uluslararası toplumun, su sistemlerini eski haline getirmeye yönelik yatırım yapma isteği yok. Nitekim çatışmalardan etkilenen birçok ülkede petrol, gaz, mineral ve kereste gibi maden çıkarma endüstrilerine yaslanma eğilimi var. Çünkü bu alanlarda daha kolay gelir elde ediliyor. Su, toprak ve tarım sektörü gibi geçim kaynakları hakkında aynı şekilde düşünülmüyor. Oysa bunlar, insan güvenliği için en önemli olan şeylerdir. Ayrıca iç savaş sebebiyle ülke çevresinin sistematik saha ölçümleri yapılamadığından, çevreye verilen zararın boyutu tam olarak bilinememektedir ve güvenilir verilerin elde edilmesi büyük bir zorluk olmaya devam etmektedir. Bu nedenle öncelikle çevresel etkilerin iyi bir şekilde gözlenmesi ve bunların sağlıklı bir değerlendirmesinin yapılması gerekmektedir. Bu araştırmalar, çevresel zararla mücadelede önceliklerin belirlenmesine katkıda bulunacaktır.”
Ayrıca bilim insanları, çevresel zararların yanı sıra fon elde etmek için bir dizi başka öncelikler arasında bir tür rekabetin yaşanacağı konusunda uyarıda bulunuyorlar. Suriyeliler, yabancı STK'lar ve bağışçılar arasında daha fazla farkındalığın oluşmasına ihtiyaç vardır. Çünkü Suriye'deki çevresel tahribatın şimdi ve gelecek nesiller için ne anlama geldiği tam olarak böyle anlaşılabilecektir. Bu bağlamda bağışçılar, diğer yardıma ihtiyaç duyan tüm ülkelerde olduğu gibi, insan güvenliğine öncelik verilmesi tarzında bir tür koşullu finansman yoluyla katkıda bulunabilirler. Her şeyden önce uluslararası bağışçıların, sunmuş oldukları yardımların rejimin değil, Suriye toplumunun direncini artırmasını sağlamaları gerekiyor. Öte taraftan çatışmanın köklerinin güç dengesi ve toplumda kaynakların eşit olmayan bir şekilde dağılımıyla çok ilgisi var. Savaş sonrası toparlanma bu eşitsizlikleri gidermelidir, aksi takdirde Suriye'de uzun vadeli barış olmayacaktır.
BM Raporu şöyle devam ediyor:
“Yapısal sorunlar ele alınmadığı takdirde hesap verebilirlik sağlanamayacaktır. Bu sadece kanayan bir yaranın üzerine yara bandı koymak gibi geçici bir durum olur. Suriye'nin yeniden inşası yoluyla kazanç hesabı yapmaya hevesli olanlar, öncelikle Suriye halkının menfaatlerini hesaba katmak zorundadırlar. Mevcut rejimin rızasını kazanma telaşı, onların hayal ettikleri servete ulaşmalarının yolu olmayacaktır. İran Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi Genel Sekreteri Muhsin Rızai’nin, geri alınacağından emin olunmadıkça ülkesinin bölge ülkelerine tek bir İran riyali bile vermeyeceğine dair mesajı, çok geç geldi. Rızai, Suriye’de harcamayı İran’ın yaptığını, faydalananın Rusya olduğunu söyleyerek, Rusya’yı itham ediyor. Keşke Suriye için bir şey yapmamış olsalardı. Çünkü onların ve diğerlerinin yaptıkları ülkeyi bir çorak toprağa çevirdi, halkını mültecilere dönüştürdü ve sorunlarını diğer ülkelerin eşiğine attı.”
TT
Suriye'deki çevre felaketi, savaşın verdiği zarardan daha tehlikeli!
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة