Abdulaziz Tantik
TT

Zaman’a dair…

Zaman; varlığı, olayları, durumları, olguları kuşatan ve bir okyanus gibi her şeyi sarıp sarmalayan bir şeydir. Zaman, insanın kendi hayatını inşa ederken dayanağı olduğu gibi içinde insana imkân tanıyan bir özelliği ile insana dair bir oluşa imkân tanır. Varlığın tanımı, karakteri, hayata bakışı ve anlam arayışı da zaman ile ilişkili ve ilintili olmak durumundadır.
Zaman bir okyanus gibi kendisinde var olan her varlığı kendi ile sabit bir zaman algısı içinde kendi varlığını idame ettirecek bir mekân oluşturur. Her varlık kendi zamanı içinde kendi varlığının idame ettirir. Bu yüzden farklı varlıklarda farklı zaman tasavvuru mümkün oluyor. Her insanın zamanı da kendisine nispetle betimlenebilir. Bu noktada zaman, hem tekil anlamda insanın zamanını belirginleştirirken, aynı zamanda onu aşan daha geniş varlık skalasının da zamanını tayin ederek, tekil ve çoğul zamanlara imkân tanıyarak yeni yaşamların var olmalarına kaynaklık eder.
Zaman, varlıkta somutlaşan bir algı üzerinden görünürlük kazanır. Fakat kazandığı bu görünürlülük zamanı ele vermez, onu saklar. Çünkü her görünürlülükte zaman aynı zamanda daha derine gömülerek kendini ele vermez. Ancak her tekil olayda ise kendini izhar ederek kendini hissettirir. Bu yüzden ‘zaman, hissettiğimiz şeydir’ derken, ‘kişinin kendi hissiyatı çerçevesinde bir zaman algısı oluşur’ demek anlamına geleceğini de belirtmeliyiz.
Yaşam, birden fazla varlığı içinde barındırmaktadır. Ve her varlığın kendini idame etme biçimi ve yaşamdan beslenme zemini farklıdır. Hareket kabiliyeti ile yaşama arzusu ve bunu gerçekleştirme melekesi de farklıdır. İşte bu farklılığı aynı anda zamanın farklı algılanmasını da beraberinde taşımaktadır. İnsanın kendi ruh halleri içinde dahi farklı zaman algısı bulunuyor.
Örneğin; can sıkıntısı yaşayan birinin beş dakikası ona öyle uzun görünür ki şaşırırsınız. Ya bu ‘hepsi topu topu beş dakika dersiniz’, o size öyle bir bakış fırlatır ki; ‘onu sen bana sor’  dercesine, ‘ne beş dakikası ya beş saat oldu’ neredeyse diye söyleyiverir. Sen şaşırırsın tabi… Ama hakikat onun nezdinde o beş dakika beş saat gibi uzun gelmiştir. Tam tersi bir durum ise; çok mutlu biri için beş saat geçtiği halde ona beş dakika gibi gelmiştir. Ona ‘hadi arkadaş, beş saat oldu’ buradayız, dediğinizde, öyle mi, ya ‘bana beş dakika gibi geldi’, deyiverir. Siz şaşakalır bir şekilde yüzüne bir bakış fırlatıverirsiniz, o şaşkınlıkla…
Yaşamın insan tarafından algılanışı zaman ile ilişkilidir. İnsan, doğduğu andan itibaren bir zaman içre yaşar. Bu zaman ile insan, büyür, çoğalır, gelişir, yaşlanır. Ama her insan bu yaşam süresini farklı algılar üzerinden yaşar ve farklı tepkiler verir. Aynı yaşta olan kişilere; ‘hayatı nasıl geçirdiniz’, sorusunu yönelttiğinizde muhtemelen farklı cevaplar duyarsınız. Kendi yaşantısıyla kurduğu bağ üzerinden farklı cevaplar verilir. Bu cevaplar, ‘hiçbir şey anlamadım, geçti, gitti’, ile ‘birde bana sor, neler yaşandı, neler’ bu yaşamımda diye başlayarak uzunca anlatılar da duyarız. Her iki bakışın zaman algısının farklılığı, yaşama yükledikleri anlam ile birebir ilişkilidir.
‘İnsanın zamanla kurduğu bağa göre zaman farklı algılar üretir’ dedik. Bu insanın yaşamla kurduğu anlamlı ilişkiye göre biçim kazandığını bize gösterir. İşte anlam, insanın zaman ile kuracağı bağın niteliğini işaret eder. Anlam, hem insanın yaşamla kurduğu bağın sahiciliğini gösterirken, hem bu bağın zaman ile ilişkisini de belirginleştirmiş olur. Anlam ve zaman ilişkisi; zamanın varlığın, kendi varlığını idame ederken hangi kıstaslara dayandığını ve bu kıstaslarla ilişkisinin niteliğini de gösterir. Çünkü insan kendi anlam dünyası ile barışık olduğunda zaman onun için normal bir seyir izler. Tabii ki, insanın farklı halleri zamanla kuracağı farklı ilişkiler kurmasına neden olur. Bu farklı halleri ise yaşama yüklediği anlam ile kurduğu farklı hallerin izahını yapar. Zaman, insan için bu hali ile bir yuva işlevi görür. Ve insan, kendisi zaman ile nasıl bir ilişki kuracağını kendisi belirler gibi görünüyor. Bu ilişkinin mahiyeti zaman ile kurduğu ilişkinin niteliğini temin ederek kişiye anlam yanında bir sorumluluk hissi kazandırıyor. Böylece anlam, kişide sorumluluk olarak tecelli ederken zaman ile daha sahici bir ilişki kurmayı mümkün kılıyor.
Fakat zaman, her zaman kendisini varlığın tasallutundan veya belirlemesinden kurtaracak bir vasatı süreklileştirerek elinde tutuyor. Yani zaman, bilinçli bir tercihle hem kendini ele verirken, hem kendini dışarıda tutacak; yani aşkınlığını ve içkinliğini kendi elinde tutacak bir vasatı muhafaza ediyor.  Bu da zamanı kuşatılamaz kılıyor. Zaman, belirleyiciliğini elinde tutarak kendisi ile ilişki kurulmasına müsaade ediyor. İnsan, anlam üzerinden zaman ile sahici bir ilişki kurmanın istidadını eline geçiriyor. Buna zaman müsaade ediyor. Çünkü insan, diğer varlıklara benzemiyor. O varlık zemininde irade ve şuur sahibi bir varlık olarak temayüz ediyor. Bu yüzden zamanla öznel bir ilişki kuruyor.
İşte zaman ve öznel ilişki ile birlikte zamanla algısal düzeyde bir bağ kurma ihtimali doğuyor. İnsan, kendi öznelliği içinde farklı zamanlar tadıyor. Bu farklı zamanları tanıma, tanımlama ve ifadelendirme insana mahsus bir özellik olarak öne çıkıyor. O vakit, ‘zaman nedir’ sorusuna ancak öznel bir cevap üretilebiliniyor. Zamanın en soyut ve somut tanımı: Zaman, yaşadığım şeydir. Ama zaman aynı zamanda benim yaşadığım şeyi içerdiği gibi yaşamadığım şeyi de içermektedir. Zamanın bu kuşatılamazlığı tanımda öznel bir boyutu zorunlu kılmaktadır. Yalnız, bu her varlığın öznel zaman algısı, tüm varlıklara taşınabilir. Buna rağmen, zaman kuşatılamaz olana tekabül eder. Hem her varlığı tek olarak hem bütün olarak tüm varlıklara kuşatan bir özelliğini de unutmamak elzemdir. Zaman bu kuşatıcılığını varlığın her aşamasında dikkate sunar. Bu yüzden zaman dışı diye mevhum zihinde oluşamaz! Her şey zaman içredir.
Her şeyin zaman içre oluşu, birbirleri ile ilişki kurarken bu zaman içreliği dikkate almayı zorunlu kılıyor. Ama aynı zamanda her ilişkinin zamanla bağı üzerinden farklı bir zaman idrakini de taşıdığını bilerek. Anlam arayışı, insanın kendi varlığına yüklediği anlam ile birebir ilintili bir durumdur. Bu anlamı açığa çıkartarak varlığın anlamını keşfetmesi de yüklediği anlamla orantılıdır. İnsan, kendi üzerine, yaratılış üzerine ve Yaratıcı üzerine düşünerek varlığın anlamını meta anlatı çerçevesinde anlamlandırdığında zamanla sahici bir ilişki kurar. Yoksa varlığa yüklediği anlam, anlarla sınırla bir gerçekliğe sahip olursa, zamanla sahte bir ilişki kurar. Bu sahtelik ise insanın yabancılaşmasını ve doğal olarak zamanla sahici olmayan bir bağ içinde zamanın sürüklediği bir varlığa dönüşür. Zaman içinde sürüklenen insan, kendisi olmaktan uzaklaşır. Bu yüzden kendi zamanını ancak kendi anlamını sahici bir şekilde bulduğu zaman gerçekleştirebilir. Bu anlama sadakatle ve samimiyetle bağlandığında ise bir istikamet sahibi olur. İşte bu istikamet zamanı belirli bir zemin üzerinde tutarak kendisi için işlevsel kılmayı öğrenen insan, kendi zamanını inşa etmeyi başaracak bir iradeye ve kuvvete sahip kılınır.
İnsanın zamanla yüzleşmesi anlam üzerinden gerçekleşir. Zaman ile yüzleşmek, zamanda mevcut yaşamın anlam ile bağını dikkate alarak yüzleşmek anlamına gelir. Bu farkındalığa sahip olmayan bir insan, zamanla doğru ve sahici olan bir ilişki kuramaz. İnsan zaman içinde yüzer. İnsanın iradesinin dışında bir zaman aralığı hep olacaktır. Zamanın aşkınlığı bunu zorunlu kılıyor. Ve insan bu durumun idrakinde olmalıdır. Bu yüzden tevazuu sahibi olmak, zaman tarafından olumlu yaklaşılmasının mümkün yollarına eriştirir insanı…
Ancak zamanın aşkınlığına dikkat ederek insanın kendi zamanını inşa etmesi ve bu zamanı kurarak kendi yaşamını anlamlı bir şekilde sürdürmesi de kendisine tanınan bir imtiyazdır. Bu imtiyazı kullanmak veya kullanmamak kişinin kendi arayışına bırakılmıştır.  Yani zaman Yaratıcı tarafından adil bir şekilde dağıtılmaktadır. Tıpkı bilgi gibi zamanda insanın iradesi dışında kendisine tevdi edilmiş bir özü işaret eder. İnsan, yaşamı boyunca kendi iradesi ve şuuru içinde var olan bilgi ile kendi iradesi ve şuuru dışında var olan bilgiyi mukayese bile edemez. Aradaki fark çok büyüktür. Bu durum zaman içinde geçerlidir. Ama insan hem zamansız kalamaz, hem zamana tabi olduğunda sürükleneceğini bilerek ona rağmen var olmaya çalışmalıdır. Bu arada insanın, zamanla yarışmak değil, zamanın kendisine nüfuz ederek zamanla doğru, diyalektik, karşılıklı bir ilişki ağı içinde bağ kurmanın insanın lehine olacağını bilmesi gerekir.
İnsanın acıkması, yorulması, susaması gibi insani hallerin zamanı olduğu ve bedenin bu zamanı idrak ederek kişiye hatırlattığını anımsamalıyız. Bu bize insanın bedeninin bir zaman şuuru olduğunu gösterir. Her varlık kategorisi bir zaman şuuruna sahiptir. İnsan ise bu zaman şuurunu en derine taşıdığı gibi kendisine ait öznel bir zaman yaratma becerisi de vardır. Kişi,  bu durumun zamanın kendisine tevdi ettiği izin ve imkân ile alakalı olduğunu unutmamalıdır.
Zaman içre ile zaman üzere yaşama denen şeyin açıklaması bu olsa gerek… Kişi, zaman üzere yaşarken de zaman içre yaşamaktadır. Bu temel gerçeği hiç unutmadan zaman ile kurulacak sahici bir ilişki kişiyi, anlam arayışında bir merhale atlatmaya ve sorumluluğunu üstlenerek zaman üzere yaşamayı zaman içre üzerinden gerçekleştirmeye süreklilik kazandırabilir. Bunu başarmak insan için kendi anlamını kazanmakla tamamlanacak bir süreçtir.
Zaman eskitir, öldürür, diriltir, yaşatır, çoğaltır, eksiltir ve kuşatarak seni var kılar. Bu durumun farkındalığını oluşturarak şuur içinde zaman ile zaman üzere ve zaman içre yaşamını zamanın ruhunu inşa edecek düzeyde geliştirerek zamana anlam yüklemeyi başarmalı ki insan, insan olarak tarihteki/zamandaki yerini alsın…