Vahdettin İnce
Yazar
TT

Doru Atın alnındaki beyaz leke

Çokbilmiş bilim adamları çıkıp “yaşlı insanlar geçmişte yaşarlar” şeklindeki o moral bozucu cümleyi kurmasalardı, size bugün geçmişte yaşadığım bir hikaye anlatacaktım…
“Beş altı yaşlarındaydım muhtemelen. Her zaman olduğu gibi komşular yaşlı dedemin etrafında oturmuş, onun harbi umumiye, Ermeni olaylarına, Ruslara esir düşüşüne, Sultan Evdilhemid’e… dair hikayelerini dinliyorlardı. Lafın arasında dedem harbi umumideki yenilgimizi Müslümanların nüfusunun azlığına bağlamıştı. “Müslümanların bu dünyadaki nüfusu şu bizim atın alnındaki beyaz leke kadardır” demişti. İçimin cız ettiğini hatırlıyorum. Bir atımız vardı doru ve alnında beyaz bir leke bulunuyordu. Onun alnındaki beyaz lekeyi çok seviyordum bu yüzden. Çocuk zihnimde o beyaz leke dünya Müslümanlarını temsil ediyordu. Atı dedemin talimatıyla yemlemek, günün belli saatlerinde dereye götürüp sulamak benim görevimdi. Normalde alnındaki beyaz “Müslüman” lekeyi okşamak için boyum yetişmezdi. Ama yemini yemek veya su içmek için boynunu aşağıya indirdiği zaman koca dünyada minnacık bir beyaz leke kadar olan Müslüman alemini hüzünle karışık seviyormuşum gibi okşardım alnını atımızın. Gün boyu dedemin atı suya götürme talimatı vermesini dört gözle beklerdim, başka isteklerini bin bir bahaneyle savsaklayan, bazen kaytaran ben. Sayı olarak küçük bir beyaz leke kadar olmak zoruma gidiyordu ama bu arada atın en güzel yerinde, alnının tam ortasında olması da değerli kılıyordu gözümde. En çok o beyaz lekeyi okşuyor, böyle yaparsam çoğalıp bütün bedeni kaplayacağını sanıyordum çocuk aklımla. Atları birkaç günde bir kaşağı ile tımar etmek gerekir. O da benden beş yaş büyük olan amcamın göreviydi. Ama amcam o işi de bana yıkarak ortadan kaybolurdu. Canıma minnet. Beyaz “Müslüman” lekeyi okşayacaktım ne de olsa. Kaşağıyı atın gövdesinin başka yerlerine özensiz değdirmeme rağmen alnına şefkatle değdirirdim. Her telini Müslüman akranlarımı temsilen tımar ederdim, büyüyüp çoğalsınlar diye.
Sonra okul çağı başladı. Bir keresinde içinde renkli haritalar olan bir kitap almıştı babam, öğretmenin isteğiyle. Dersin birinde öğretmen Müslüman ülkelerin haritalarını göstermişti bize. Aman Allah’ım! Ne çok Müslüman ülke varmış. Sultan Evdilhemid (çocuk aklı işte) savaş ilan etse bu sefer kesin yeneriz. O küçücük beyaz leke büyümüş de neredeyse bütün bir gövdeyi kaplamış (yoksa benim özenle, şefkatle, hüzünle okşamalarım işe mi yaramıştı!). Gidip dedeme göstermek için akşamı iple çekmeye başladım. Okuldan eve koşarak geldim. Yokuşu çıkıp evin kapısını açtığımda nefes nefese kalmıştım. Dedem ve benden beş yaş büyük amcam bir şey mi oldu, ne bu halin der gibi endişeyle bana bakıyorlardı. “Dede, dedim, Müslümanlar çoktur, aha bu kadar!” diyerek kollarımı açtım, atın gövdesinin tamamını içine almak istercesine. Sonra kitapta Müslüman ülkelerin haritalarının yer aldığı sayfayı gösterdim. Bunların hepsi Müslümanların kurdukları devletler, dedim. Dedemin okuma yazmasının olmadığını unutmuştum bir an için. Merakla haritaya bakarken gözlerinin içi gülüyordu ama. Sonra amcam kitabı aldı ve bir sayfa çevirdi. İki sayfayı dolduran bir koca haritayı gösterdi, bak bunlar da Müslüman olmayan ülkelerdir dedi, çocukluk dönemine dair hikayelerimi yaşlılık alameti olarak nitelendiren bilim adamlarının çokbilmiş çıkışları kadar soğuk bir duş etkisi bıraktı amcamın bu müdahalesi. Hala azmışız dedim içimde. O akşam atımızı yemlerken alnını okşayıp eskisinden daha fazla hüzünlendiğimi hatırlıyorum. Sonra “olsun biz beyazız” diye bir teselli ile kendimi avutmuştum.
Müslüman olmayan ülkelere kaçıp kurtulmak için Akdeniz’de boğulan Müslüman mültecileri, Mısır’da çığırından çıkmış idamları, başka yerlerdeki baskıları, zulümleri, cinayetleri, yağma Hasan’ın böreklerini, çökmeleri, çökertmeleri, burnumuzun direğini kıran envaiçeşit kokuları… düşününce, o kadar da beyaz değilmişiz cümlesi dökülüverdi dudaklarımdan”…
Kolumdan tutup beni orta yaş kategorisinden çıkarıp yaşlılar mahallesine atmak için hazırda bekleyen bilim adamları olmasaydı size bu hikayeyi, doru atın alnında parlayan beyaz hülyamı anlatacaktım…