Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Reform ve yenilenmede ilerleme motivasyonları

Vatikan'da dünya dinlerinin liderlerinin “iklim değişikliği” konusunu ele almak üzere bir araya geldiği bir konferans gerçekleştirildi. 5 Ekim 2021 Pazartesi günü düzenlenen konferansta, 1 - 12 Kasım tarihleri ​​arasında yapılacak olan 26. Birleşmiş Milletler Konferansı'nın katılımcılarına dünya nüfusunu ve doğal çevresini tehdit eden bu sorunun ele alınması için çağrıda bulunuldu. Fakat dikkatimi çeken, konferansın ardından Papa Francis ile El Ezher Şeyhi arasında gerçekleşen görüşme oldu. Bu görüşmede, 4 Şubat 2019'da Abu Dabi'de Papa ve Ezher Şeyhi tarafından yayınlanan ‘İnsan Kardeşliği Belgesi’ ile çağrıda bulunulan diyalog ve bir arada yaşama değerleri hatırlatıldı.
Dini liderlerin iklim değişikliği sorununun yanı sıra diğer değer ve ahlaki konuları ele almaları da doğaldır. El Ezher ve Vatikan'ın dünya halklarını ve liderlerini aşırılıktan, bölünmeden, savaştan, çatışmadan ve tiranlıktan kurtulmak için dinlerin öğretilerine dönmeye çağıran açıklamalarında ortaya çıkan da budur. Elbette iklim değişikliği gibi sorunlar devletlerle, liderlerle ve onların politikalarıyla ilgilidir. Bunun son yıllardaki derin ve geniş yansımaları, bölünmenin, savaşın, kıtlığın ve göç dalgalarının yayıldığı yoksul ülkelerde açıkça görülüyor. Bununla birlikte -Papa ve El-Ezher Şeyhi de dahil olmak üzere- liderlerinin diyalog, tanışma, hoşgörü ve barış içinde yaşama değerlerine çağrıda bulunan büyük dinlerin dünyaları hoşgörüsüzlük, aşırılık ve şiddet dalgalarından muzdariptir. Uluslararası kuruluşlar genellikle ekonomik gelişmeyi tüm hastalıkların çaresi olarak görürler. Ancak dini, etnik veya ulusal olarak yaşanan dehşetler karşısında çaresiz kalırlar. Peki, büyük dinlerin hâkim olduğu, çoğunluk ve azınlık arasındaki çatışmanın şiddetlendiği yerler de dahil olmak üzere bu bölgelerde “dini politikaları” kim belirliyor?
Katolik dininin güçlü bir merkezi yönetimi vardır. Kamusal alandan çekildiği için devlet yönetimleriyle nadiren çatışır. Diğer dinlere gelince; devlet yönetimleri onların politikalarını büyük ölçüde etkiler. Zira egemen dinin veya azınlıkların kontrolünü, ulusal politikanın ve egemenlik haklarının bir parçası olarak görürler. Bununla nereye ulaşmak istiyorum? Diyalogdan, hoşgörüden ve bir arada yaşamadan bahseden dini liderlerin dini alanda, iklim değişikliği meselelerinde olduğundan çok daha fazla etkili olabileceğini söylüyorum. Nitekim iklim değişikliğiyle ilgili meselelerde tavsiyede bulunabilirler fakat din siyasetine öğretici, rehber ve idareci olarak müdahale edebilirler.
Papa ve El Ezher Şeyhi tarafından yayınlanan İnsan Kardeşliği Belgesi, Dünya İslam Birliği tarafından yayınlanan Mekke-i Mükerreme Belgesi, Şeyh Abdullah bin Bayh ve Barışı Teşvik Forumu tarafından yayınlanan Yeni Hilfü’l-Fudûl Bildirgesi ve Papa ile Kral 6. Abdullah’ın Rabat Deklarasyonu tesadüfen 2019'da yayınlandılar ve İslam dini düşünce dünyasında büyük bir değer ve kavramsal değişim için çağrıda bulundular. Karşılaştırmalı araştırmalarda ortak veya münferit olarak ilan edilen bu belgelerde, temelde 14 madde karşıma çıktı. Buradaki temel beklentilerde şu iki husus gözüme çarptı: İslam dünyasında inanç ve eylem arasındaki bağlantının ana kavramları ile Müslümanların diğer dinler, milletler ve insanlar ile ilişkilerine hâkim olan kavramlar. Bu, 2004 yılından bu yana aynı çizgiyi takip eden diğer bildirgelerle birlikte bir Müslümanda, “dini, vatanı, dünyası ve kendi insanlığından ibaret olmadığı” konusunda bir farkındalık yaratmayı hedefliyor. Müslümana dünyanın ve insanlığın güvenliği için daha fazla sorumluluk yüklüyor. Çünkü bu onun asli bir parçasıdır ve onun içindedir.
Bu ‘rönesans’ dini kurumlar tarafından başlatıldığında, ana zorluklar ‘dışsal’ idi. Bunun anlamı, İslam'ın saldırgan bir din olmadığına dünyayı ikna etmekti. 2019 yılındaki açıklamalarda yeni olan şey ise artık savunmacı tutumun terk edilip ortaklık arayışı içerisine girilmesi ve değerlerin karşılıklılığının bir ifadesi haline gelmesidir. Bununla Müslümanların medeniyete ve ilerlemeye katılmak adına güçlü arzuya sahip olduğunu göstermeye çalıştık.
Afganistan ve “Taliban” ile biz Müslümanlar ‘discontet’ (hoşnutsuz) bir duruma girdik ve bu coşku, pek çok kişinin umduğu gibi meyve vermedi. Son on yılda dini liderler tarafından ulusal devletin meşruiyetinin vurgulanması dışında herhangi bir açıklama yapılmadı. Din adına şiddet kategorik olarak reddedildi ve açık ya da zımnen sivil devletten söz edildi. Ayrıca ister hilafet adına olsun ister mollalar tarafından benimsenen velayet-i fakih olsun, dini devlet çağrıları ve uygulamalarına karşı çıkıldı.  Din adına şiddet çok azaldı ama bitmedi. Bugün ve yarın - hayal kırıklığına veya coşkunun zedelenmesine rağmen- çeşitli öncelikleri, kavramları ve değerleriyle aramızda “İnsan Kardeşliği Belgesi” metnini yayınlamaya ve öğretmeye geri dönmeliyiz.
El Ezher Şeyhi bir keresinde bana, “Papa Francis bizimle bu ortaklığı onaylarken cesurdu” demişti. Bu doğrudur. Ancak meselenin bir başka yönü daha var; o da toplumumuzu yeni kültürün değişen boyutuyla tanıştırmaktır. Lübnan, Suriye ve Mısır'daki Hristiyan çevrelerin Papa'nın bu “macerası” karşısında ve “Hepimiz kardeşiz!” diyerek daha da ileri gittiği diğer bir mesajına ilişkin çekinceleri olduğunu gördüm. Ulusal devletin başarılarında “Expo-Dubai’ye” ihtiyacımız olduğu kadar dini söylemin yenilenmesinde de bu parlak ışığa ihtiyacımız var. Niyetim, Afganistan'ın her zaman böyle olduğu gerçeğiyle teselli bulmak değil. Ancak başarı ve başarısızlığın birleşik kaplar gibi olduğunu düşünüyorum. BAE, Mısır, Suudi Arabistan ve Fas'taki ulusal canlanma deneyimlerinin başarısı, er ya da geç Afganistan'a ve diğerlerine ulaşacaktır. Aynı şekilde El Ezher, Mekke, Abu Dabi ve Rabat'tan başlayan dini söylemin yenilenmesi çağrısı ve uygulaması, İslami düşünce dünyasında büyük bir yenilenmeyi beraberinde getirmek üzeredir.
Son yirmi yılda ulusal devletlerimizi ve dinimizi vuran büyük sarsıntı, “dini reformda” ilerlemenin yanı sıra büyük sabır, bilgelik ve kararlılık gerektiriyor. Dünya bir buçuk asırdır bizden bunu istiyor! On yıl önce Lübnanlı bir Hristiyan bana İngilizce kaleme aldığı “İslam Üzerine Barış” adlı bir kitabını vermişti. İki ay öncesine kadar kitabı okumamıştım. Uzun bir aradan sonra ABD’den beni aradı ve halimi hatırımı sorup Müslüman olduğundan haberdar etmek istediğini söyledi. Bunun üzerine güldüm ve kendisine şöyle dedim:
“Kitabını okumamış gibisin. Ben ise şimdi okuyacağım!”