‘Daha dün gibi’ şeklinde klişe bir ifade kullanmakta tereddüt etsem de 50 yılı aşkın bir süre sonra, Ulusal Sağlık Enstitüleri’nden (NIH) ayrılmaya hazırlanırken tam olarak böyle hissediyorum. Kariyerime dönüp baktığımda, halk sağlığı düzeyinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak beklenmedik sorunlar ile mücadele etmek için göreve çağrılacak olan yeni nesil bilim insanları ve sağlık çalışanları için faydalı olabilecek dersler olduğunu görüyorum.
Şu 81 yaşımda, Haziran 1968’de 27 yaşında çiçeği burnunda bir doktor olarak Maryland eyaletinin Bethesda ilçesindeki NIH kampüsüne doğru arabamı ilk sürdüğüm anı halen net bir şekilde hatırlıyorum. O zamanki motivasyonum ve büyük tutkum, mümkün olan en yetenekli doktor olmak ve hayatımı hastalarıma en iyi bakımı sunmaya adamaktı. Bu, kimliğimin ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor. Ancak beklenmedik durumların kariyerimin ve hayatımın yönünü nasıl derinden etkileyeceğini fark etmemiştim. Çok geçmeden beklenmeyeni beklemeyi öğrenecektim.
Gelecek nesle sağlıkla ilgili işlere girmeleri ve ortaya çıkabilecek sıkıntılara ve sürprizlere rağmen bu yolda kalmaları için ilham vermesi umuduyla hikayemi, bilim ve keşif sevgisiyle dolu hikayemi sizlerle paylaşıyorum.
Uzmanlık eğitimim sırasında bulaşıcı hastalıklar ile görece yeni ama gelişmeye başlayan insan immünolojisi alanı arasındaki ilişki ilgimi çok çekiyordu. Sıradan ve olağandışı enfeksiyonları olan birçok hastayla ilgilenmekle birlikte doktorların ve diğer sağlık hizmeti sağlayıcılarının hastalıkları teşhis etmek, önlemek ve tedavi etmek için daha fazla araca ihtiyacı olduğunu fark etmiştim.
Bu ilgi alanlarını birleştirme hedefi doğrultusunda, hücrelerin ve bağışıklık sisteminin diğer bileşenlerinin bizi bulaşıcı hastalıklara karşı korurken başvurduğu karmaşık yolları öğrenmek için NIH'nin bir parçası olan Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü'nde (NIAID) bir bursu kabul ettim.
Temel bilim araştırmalarında önceden eğitim almamış olmama rağmen sadece hastalarıma değil, aynı zamanda belki de asla tanışamayacağım sayısız insana da fayda sağlayacak keşifler yapma potansiyeli beklenmedik bir şekilde benliğimi esir almıştı. Bu işe duyduğum yeni aşk, doktorluk yapma planlarım için büyük bir tezalık oluştursa da en nihayetinde her iki yolu da izlemeyi seçtim: O zamandan beri bulunduğum NIH'de araştırmacı bilim insanı ve hastalara bakan bir doktor olmak.
Bir laboratuvarda ve klinikte hiç beklemediğiniz anda bile gerçekleşebilecek çok fazla keşif var. Örneğin kariyerimin başlarında, ‘vaskülit sendromları’ adı verilen bir grup ölümcül kan damarı hastalığı için oldukça etkili tedaviler geliştirmeyi başardım. Bu yüzden hayatımı bağışıklık sistemindeki anormal faaliyetlerle ilgili durumlar üzerinde çalışmalar yaparak geçirmeye karar verdim.
Daha sonra, 1981 yazında doktorlar ve araştırmacılar, ağırlıklı olarak erkeklerle ilişkiye giren genç erkekler arasında yayılan gizemli bir hastalığı fark ettiler. Daha sonra HIV/AIDS olarak bilinecek olan bu alışılmadık hastalık çok ilgimi çekti. Bu hastalığın belirtisi, vücudun savunmaya geçmek için ihtiyaç duyduğu bağışıklık sistemi hücrelerini yok etmesi veya zayıflatmasıydı.
Ani bir kararla arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin endişesine rağmen araştırma kariyerimin yönünü tamamen değiştirmeye karar verdim. Bundan sonra laboratuvarımda bu yeni hastalığın gizemlerini araştırıp ortaya çıkarırken, NIH hastanesinde bu genç erkeklerle ilgilenerek kendimi AIDS araştırmasına adayacaktım, ki bunu 40 yılı aşkın bir süredir yapıyorum.
Asla gözüm büyük bir idari pozisyonda olmadı. Uygulamalı bir doktor ve klinik araştırmacı kimliğimle mutlu oldum. Ancak 1980'lerin başında HIV/AIDS araştırmalarına yönelik nispeten ilgi ve kaynak eksikliğinin olması beni hüsrana uğratmıştı. Benden NIAID'ye liderlik etmem istendiğinde bir kez daha ufukta beklenmedik bir fırsat ortaya çıktı. Bu teklifi hastalara bakmaya ve araştırma laboratuvarımı yönetmeye devam etmem şartıyla kabul ettim. Bu karar kariyerimde bir dönüm noktası oldu. Tıp ve küresel sağlık alanlarını hayal dahi edemeyeceğim şekilde olumlu yönde etkilemek için fırsatlar doğurdu.
NIAID Direktörü olarak geçirdiğim 38 yıl boyunca, Başkan Ronald Reagan'dan başlayarak yedi başkana şahsi olarak danışmanlık yapma fırsatım oldu. Tartışmalarımız HIV/AIDS'in yanı sıra kuş gribi, şarbon saldırıları, 2009 domuz gribi salgını, ebola, zika ve yeni tip koronavirüs (Kovid-19) gibi diğer tehditlere nasıl yanıt verileceğini kapsıyordu. Rahatsız edici veya politik olarak uygunsuz olsa bile başkanlara ve diğer üst düzey hükümet yetkililerine her zaman sadece gerçekleri söylerdim. Çünkü bilim ve siyaset el ele verdiğinde olağanüstü şeyler başarılabilir.
1990'ların ortalarında, HIV’e karşı hayat kurtaran antiviral ilaçlar çıktı ve bu ilaçların NIAID tarafından desteklenen çalışmalarla güvenli ve etkili olduğu kanıtlandı. Bu ilaçlar 1996'da bABD’de kullanıma sunuldu. 21’inci yüzyılın başında, bu ilaçları alan insanlar neredeyse normal sürede bir yaşam beklentisine girebiliyorlardı.
Ancak ‘Sahra Altı Afrika'da ve diğer düşük ve orta gelirli bölgelerde’ yaşayan insanların bu ilaçlara erişim şansı neredeyse hiç yoktu. Başkan George W. Bush, derin şefkati ve küresel sağlıkta eşitliği sağlama arzusundan hareketle beni HIV’e yakalanma derecesi yüksek olan ve kaynak açısından yoksul ülkelerdeki insanlara bu ilaçları ve diğer bakım araçlarını sunabilecek bir program geliştirmem için görevlendirdi.
Dünya çapında 20 milyon hayatı kurtaran Başkan’ın AIDS Yardımı için Acil Durum Planı’na (PEPFAR) dönüşecek bir projenin mimarı olmak benim için büyük bir onurdu. PEPFAR, karar vericilerin bilim tarafından desteklenen cesur hedeflere ulaşmak istediklerinde neler başarılabileceğinin bir örneğidir.
Kovid-19 salgınına gelince; bu tamamen beklenmedik değildi. Çünkü bulaşıcı hastalıklar tarih boyunca insanlığa meydan okumuştur. Ancak sadece bazı hastalıklar medeniyetlerin yolunda bir değişiklik olmasına sebep olabilir. Kovid-19, 1918 grip salgınından bu yana insanlığı etkileyen en yıkıcı solunum yolu hastalığı salgınıdır.
Kovid-19 salgını, ABD'ye temel ve klinik biyomedikal araştırmalara yatırım yapmaya devam etmenin önemini hatırlatması da dahil olmak üzere birçok ders verdi. Kovid-19 salgınıyla başa çıkmada kaydedilen ana başarılar, bilimsel ilerlemeler sayesinde elde edildi. Özellikle hayat kurtarıcı aşıların geliştirilip, güvenli ve etkili olduğu klinik deneylerle kanıtlanarak bir yıl içinde halkın kullanımına sunulması eşi benzeri görülmemiş bir başarıdır.
Buna karşılık yurt içinde ve dışında halk sağlığı ile ilgili bazı yanıtların başarısızlıkları gibi başka acı verici dersler de var. Kovid-19’a karşı mücadelemizin toplumumuzdaki derin siyasi bölünme tarafından sekteye uğradığını da kabul etmeliyiz. Maske takmak ve yüksek derecede etkili ve güvenli aşıları olmak gibi halk sağlığı önlemleriyle ilgili kararlar, daha önce hiç görmediğimiz bir şekilde dezenformasyon ve siyasi ideolojilerin etkisinde kaldı.
Halk sağlığı politikasını belirleyen kararların eldeki en iyi veriler tarafından yönlendirildiğinden emin olmak hepimizin ortak sorumluluğudur. Bilim insanları ve sağlık çalışanları, yeni ve eski medya araçlarında konuşarak en sonki bilimsel bulguları ve öğrenilmesi gerekenleri sade bir dille paylaşmak ve açıklamak için üzerlerine düşeni yapabilirler.
İleriye baktığımda, gelecek nesil doktorların, bilim insanlarının ve pratisyenlerin dünyanın dört bir yanındaki insanların sağlığını koruyup eski haline getirmek için uzmanlıklarına olan muazzam ihtiyacı karşılamaya kendini adamış ve bunu yaparken kaçınılmaz olarak daima karşılaşacakları beklenmedik zorlukların üstesinden gelirken benim hissettiğim aynı heyecanı ve tatmin duygusunu yaşayacaklarına eminim.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından The New York Times’tan çevrildi.