İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

2022: Irkçılık ve neo-Naziizm arasında Avrupa

Geçen Pazar, Fransız savcılığı 23 Aralık Cuma günü Paris'te 3 kişiyi öldürdüğünü itiraf eden adamın, başlangıçta hastalıklı bir nefret güdüsüyle, başkentin kuzeyinde bulunan ve sakinlerinin çoğunluğu yabancı kökenli olan bir beldedeki göçmenleri öldürmeyi planladığını açıkladı.
Bu, Avrupa kıtasında, Aydınlanma kıtasında, Voltaire ve Pascal, Rousseau ve Hugo, Kant ve Hegel’in kıtasındaki aşırı sağcılığın son sahnesi mi?
Bu yıl Avrupa kıtasında bazı akımlarının Nazizm hayaletlerinin yeniden dönüşünü teşvik ettiği ırkçılığın vardığı boyutlar ıstırap verici derecede acı.
Paris'in göbeğindeki Kürt Kültür Merkezi yakınlarında ateş açan yaşlı Fransız olayındaki felaket, kendisinin ırkçı eğilimleri ve yabancı düşmanlığı ile tanınan ve şiddet suçlamasıyla hüküm giymiş birisi olması.
Bu, Fransa'da köktenci sağın büyümesiyle mücadelede bir ihmal ve gevşeklik olduğu anlamına mı geliyor?
Resmi olarak Fransa; "Nefret söylemine müsamaha göstermiyor." 2019’da aşırı sağcı Claude Sink, camide namaz kılanlar çabalarıyla Fransa'nın güneybatısındaki Bayonne şehrinde bir camiyi yakılmasının engellendiğini Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un yaptığı açıklama ifade etmişti.
Fransız anayasası da ırkçılığa karşı maddeler içeriyor ve 1958 anayasası vatandaşlara köken, ırk veya dinden bağımsız olarak eşit muameleyi garanti ediyor.
Ancak gerçek, ideolojik teoriden farklı, çünkü sağcı şiddet tüm Fransa'da ürkütücü bir şekilde yayılıyor. Fas-Fransa maçı arifesinde ırkçı sağdan aşırılık yanlısı ve neo-Nazi eğilimli grupların birçok Fransız şehrinde, özellikle de Nice, Montpellier, Lyon’da kesici silahlarla Faslı ve Arap taraftarlara saldırmaları da bunu gösteriyor.
Bu eğilim ne için çabalıyor? Gerçekten bir iç savaş çıkarmayı ve Fransızları toplumsal bir parçalanma projesine sürüklemeyi mi planlıyor?
Sol görüşlü Fransız milletvekili Nicolas Sadin'e göre, şiddetli aşırı sağ şu anda örgütleniyor, parlamentoda olduğu gibi kurumsal değişimlerle birlikte yaşanan kör siyasi sahnede yükselen siyasi partilerin örtülü desteğiyle gerçek saldırılar gerçekleştiriyor.
Avrupa sağının uyanışı Fransa ile sınırlı kalmadı. Yine Aralık ayının başlarında, Alman makamları, gelişmiş silahlara sahip olan ve hükümeti devirip parlamentoyu ele geçirme planları yapan, "Reich Yurttaşları" olarak bilinen ırkçı bir hücreyi dağıttılar.
Bu ortamda Almanya İçin Alternatif Partisi’nin etkisinin güçlenmesi, hepsi nefret dalgası kategorisine giren Pegida gibi hareketlerin yükselmesi doğal.
İtalya'da durum daha iyi değil. Her milletin ve ulusun kendi çıkarlarını gözetme hakkını inkar etmesek de, ötekine karşı çıkma ve çatışma yolu, dışlama ve tecrit tezleri faydasız. Fransa ve İtalya ile birlikte çoğu kişi tarafından misafirperverliğiyle tanınan İsveç'te, komünist militanlığın acımasızlığını tatmış olan ve bu nedenle başkalarına karşı daha merhametli olması gereken Macaristan'da da aynı pozisyonlara sahip hükümetlerin varlığı dikkat çekiyor.
Avrupalıların hayatlarındaki bu insancıl ve duygusal açıdan yaratıcı olmayan patlamayı gerektiren nedir?
Bazıları sahnenin Ukrayna'daki savaşla radikal bir bağlantısı olduğunu iddia ediyor. Özellikle de Avrupa İnsan Hakları Gözlemevi'nin Avrupalı ​​olmayan mültecilere yönelik ırkçı ve insanlık dışı uygulamaları belgeleyen bir rapor yayınlamasından sonra. Raporda, Essonne ve Pantin bölgesindeki Fransız yetkililerin, Avrupalı ​​olmayan mültecileri barınma merkezlerinden çıkarma ve yerlerine Ukraynalı mültecileri yerleştirme kararını aldıkları belgelendi.
Ancak bu -kısmen doğru olsa da- bu eğilimin bir öncesi de var. Bazıları konuyu genel olarak Avrupa'da ve özel olarak da Fransa'da son yıllarda meydana gelen terör olaylarına bağlıyor. Bazıları da bunu bilhassa korona salgını sonrası ekonomik koşullara verilen tepkiler olarak görüyorlar.
Karşılıklı şiddet ve Avrupa kaldırımlarında dolaşan olumsuz duyguların girdabındaymışız gibi bir manzara var. Etnik şovenizmin doğrudan yükselişine neden olan, kanlı kimlik görüşlerini körükleyen bir fikri akımın varlığını da ihmal etmemeliyiz.
Nitekim Fransız Michel Welbeck, “Teslimiyet” adlı bir eser yazıp, tüm yükü eşitlik hakkından yararlanan "siyahların, kadınların ve transseksüel kimliklere sahip insanlar" olarak adlandırdığı kişilerin omuzlarına attığında, Fransızları ülkelerinin geleceği konusunda paniğe sürüklüyor.
Welbeck, "Büyük Yer Değiştirme" kitabının yazarı Renaud Camus'un ardından geldi. Camus kitabında Avrupa topraklarını asıl sakinleri olan beyaz nüfustan boşaltmaya ve yerlerini Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Sahra'nın güneyinden gelen Arap ve Berberi nüfusla doldurmaya yönelik organize bir komplo yürütüldüğünü iddia ediyor.
Böyle bir atmosferde 2021 yılının Mayıs ayında 20’ye yakın Fransız generalin yaptığı çağrı doğal hale geliyor. Generaller, ülkenin yabancıların göçü nedeniyle dağılmasını durdurmak için bir Fransız askeri hükümetinin kurulmasını önermişlerdi.
Avrupa, çok geçmeden fikri aşırılıkları cehenneme ve iç savaşlara çevirecek grup ve örgütlerin ortaya çıkmasına ve yükselmesine yol açabilecek gerçek bir kriz içinde gibi görünüyor. Bu da, aydınlanma kıtasının karşı karşıya olduğu zorlukları katlıyor.
Özellikle Fransızlar ve genel olarak Avrupalılar belki de Fransız gazeteci Antoine Leiris'in “Nefretimi Alamayacaksınız” kitabını okumalılar. Leiris, arkasında birkaç aylık çocuğunu bırakan karısını "Bataclan" tiyatrosuna düzenlenen bir terör saldırısında kaybetti. Kitabında Leiris, karısının katiline karşı duyduğu nefretin onu ele geçirmesine izin vermeyeceğini anlatıyor.
Avrupa 2023'te karanlık nefret tünelini aşabilecek mi?