Yasir Abdulaziz
TT

‘Selfie’ tartışması bitmiyor

Geçtiğimiz hafta Almanya'daki Tübingen Üniversitesi'nde 2 bin 113 katılımcıdan oluşan bir örneklem üzerinde yürütülen bir araştırmanın sonuçları yayınlandığında, selfie severler net bir destek aldı. Çalışmanın danışmanlığını yürüten Zachary Niese şu sonuca vardı:
“Kişisel fotoğraflar, insanların geçmiş deneyimleriyle yeniden bağlantı kurmalarına ve kendi hikayelerini oluşturmalarına yardımcı oluyor.”
Selfie hakkındaki tartışmalar bitmiyor. Bununla ilgili değerlendirmeler ve araştırma sonuçları, bu görüntünün, onu yakalayanın yaşadığı bir anın daha büyük anlamını belgeleyen olumlu bir eylem mi yoksa narsisizmi sürdüren ve bir kişilik bozukluğunu ortaya çıkaran kibirli bir eylem mi olduğuyla çelişiyor.
Selfieye olan ilgi 2010’lu yılların başında başladı. 2013 yılına gelindiğinde, sosyal paylaşım siteleri bu alandaki kullanıcıların ‘kreasyonları’ ile dolunca ‘selfie çılgınlığı’ konuşulmaya başlandı.
Ancak selfie hakkındaki konuşmalar 2014 baharında başka bir yöne evrildi. Kendi fotoğrafını çekerken arabası takla atan ve hayatını kaybeden ABD vatandaşı Courtney Sanford’un geçirdiği trafik kazası, dikkatleri, sosyal medyayla ilişkilendirilen bu uygulamaya çekti.
Dolayısıyla The Guardian gazetesinin o dönemde bildirdiği gibi 2014 yılı, The Telegraph'ın daha sonra 2015'te 50'den fazla kişinin selfie çekerken hayatını kaybettiğini haberleştirmesinden önce selfie ciddiyetinin keşfedildiği ilk yıldı. O yıl, ‘selfie kurbanlarının’ sayısı öldürülen köpekbalıklarının sayısını aştı!
Şu anda içinde yaşadığımız dijital çağın dışavurum telaşı içinde, benlik imgemizle olan ilişkimizde önemli bir gelişme yaşandı. Ve öyle görünüyor ki bu gelişme, o imajı nesnel, kabul edilebilir ve olumlu işlevinden, kargaşaya batmış olumsuz bir duruma dönüştürdü. Öyle ki Amerikan Psikiyatri Birliği'nin dokuz yıl önce ‘selfie takıntısı’ üzerine yaptığı bir araştırma, selfie çekme davranışının ‘akıl hastalığı’ ve ‘psikolojik kusur’ olarak kabul edildiğini ortaya koydu.
Otoportre, selfie tekniğini kullanarak kendi kendimize çektiğimiz görüntüdür ve bu fotoğraf biçimi prosedürel bir işlemi tamamlamak için gerekli olabilir. Ayrıca yaşadığımız bir anı, bir durum ya da yerdeki varlığımızı kanıtlama ya da hayatımızda olup bitenlerin yüz hatlarımızda ve fiziksel yapımızda bıraktıklarını belgeleyerek gelişimi kaydetme isteğimizin bir ifadesi de olabilir.
1827 yılında çekilen ilk fotoğraf sahnesinden bu yana, otoportre bizi şaşırtmaktan asla vazgeçmedi. Kişisel fotoğraflarımızı hayatımızın bir tarihi ya da önemli, farklı ve düşündürücü olduğunu düşündüğümüz anları sürdürme girişimi olarak görüyoruz.
Bu, her zaman hatırlamak istediğimiz şeyi kendimize hatırlatmaya ya da ona hatıra ya da nostalji olarak geri dönmeye çabaladığımız anı sürdürmektir.
Otoportre çekildiğinde ‘dijital ben’ olarak görünürken, sosyal medyada yayınladığımızda ‘dijital bir zevke’, yani narsist performansımızın zirvesine dönüşür. Mahremiyetimizin bir kısmını onunla değiş tokuş etsek de en az çabayla dikkat çeken yıldızlar gibi göründüğümüz anları telafi eder.
Benlik imajımızda çok fazla özsaygı vardır. Değişimlerin ve kaderin yüz hatlarımızda bıraktıklarına ilgi gösterir ve olağanın gerekleri içinde yaşayanlara bile önem verme arzusunu yükseltiriz. İster tekil, ister belirsiz, ister günlük dilde olsun, görüntü size anlık bir önem duygusu verecek ve bir an için onun büyüleyici balını tatmanızı sağlayacaktır.
Ancak sosyal medyanın görüntüyle yaptığı şey, herhangi bir zihni kuşatmaktan ve herhangi bir hayali düşünmekten daha büyüktü. Bu medya, bazılarımızı kendi imajlarının her zaman olmak istedikleri gibi olması için çabalayan imaj delilerine dönüştürdü. Bu nedenle söz konusu kişiler, onu belirli açılardan ve doğru hesaplamalarla yakalamaya heveslidirler. Zira sosyal medya, göz altındaki mor halkaları gizleyebilecekleri, ciltlerinin tazeliğini örtmeye başlayan kırışıklıkları önleyebilecekleri veya saçlarının kusurlarını, eksikliklerini veya renk kaybını giderebilecekleri en uygun platformdur.
Sosyal medya, gerçekliğimiz ve kimliğimizle aktif olduğumuz iletişimsel alana arzulanan bir kimlik yaratma, onu tanıtma ve aşılama girişimidir. Takipçilerimizden yorum yapıp onaylamalarını istemek ve bunda ısrar etmek yapaylığın kategorik bir tasdikinden başka bir şey değildir.
Selfie ile ilgili araştırma sonuçları, araştırma yöntemine, örneklemine ve sorumluların bakış açısına bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Bununla birlikte, bu tür araştırmaların genel seyri, aşırı uygulamanın olumsuz yönlerini ve ona tapan ve onu yakalayan benlik için büyük tehlikeleri açıkça ortaya koymaktadır.