Hartum savaşının en büyük ve tehlikeli aşamasının sona ermek üzere olduğunu gösteren çok sayıda veri, kanıt ve bilgi var. Devam eden ve Hızlı Destek Kuvvetleri'nin iyi hazırlanmış olduğu açık olan medya ve psikolojik savaşın, resmi bulandırdığı ve insanların kafasını karıştırdığı doğru. Ancak bu, saha muharebelerinde büyük ve niteliksel dönüşümlerin olduğu ve dengenin ordu lehine döndüğü gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Hızlı Destek Kuvvetleri liderliği, hızlı ve şaşırtıcı bir darbe ile iktidarı ele geçirmeyi, başkent ve liderlerini tasfiye ettikten sonra ordu üzerinde denetim kurmayı, daha sonra Hızlı Destek Kuvvetleri’nin orduya entegre edilmesi yerine bazılarının ifade ettiği gibi orduyu kendisi ile birleştirip yeniden yapılandırmayı planlıyor idiyse, bu plan tamamen başarısız oldu. Bunun şimdi hiçbir şekilde gerçekleşmesi mümkün değil.
Askeri açıdan bakıldığında, yine ordu ilk şoku soğurmayı başardı ve ardından karşı saldırısına başladı. Karşı saldırı ile birlikte Hızlı Destek Kuvvetleri’nin tüm ana kamplarını, komuta ve kontrol merkezlerini yok etti veya kontrol altına aldı, hatta şimdi bu güçler ayrı gruplar şeklinde savaşıyorlar. Son dönemdeki askeri değişimler, savaşın ilk anlarından bu yana medyada oldukça aktif olan Hızlı Destek unsurlarının söylemindeki dönüşümden fark edilebilir. Zaferlerden bahseden propaganda videolarının yoğunluğu ve sıklığı azaldı. Son zamanlarda sahadaki zor durumu dolaylı olarak kabul eder gibi sesi oldukça kısıldı. Örneğin, geçtiğimiz birkaç gün içinde, Hızlı Destek üyelerinden birinin arkadaşlarına Hartum'dan kaçmamaları çağrısı yaptığı, hedefin “araba veya para değil, devlet” olduğunu, Hartum'u ele geçirirlerse Darfur'a dönmelerine gerek kalmayacağını söylediği bir video yayıldı.
Çok sayıda kişinin gözlemlediği bir diğer husus da Hızlı Destek Kuvvetleri’nin bir süredir ellerinde tuttukları yerlerden ve sokaklardan çekilmesi oldu. Unsurlarının bazen askeri araçlarını silahlarıyla birlikte geride bırakıp, vatandaşların evlerinden veya pazarlardan yağmalanmış eşyalarla dolu çalıntı arabalara binerek kaçtıkları görüldü.
Dengelerin kademeli olarak ordu lehine değiştiğine dair işaretler öne çıkarken, bu savaşın kazananı yok sloganına sarılanların pozisyonu kafa karıştırıcı görünüyor. Gerçek şu ki, Sudan'ın çıkarları için bu savaşın tek bir galibinin olması iyi olur ve o galip de ordu olmalı. Aklı başında hiçbir ülke milislerin ve yardımcı kuvvetlerin varlığını kabul edemez. Sudan, bugün Hartum'da devam eden savaşla doruğa ulaşan bu sorunun bedelini uzun zaman önce ödedi ve hâlâ da ödemeye devam ediyor. Buna rağmen sanki bu savaş başka bir gezegende yaşanıyormuş gibi tarafsız olduklarını söyleyenlerin olduğunu görüyoruz. Yahut “eski rejimin kalıntılarının geri dönmesini istemedikleri için” Sudan Silahlı Kuvvetlerinin zafer kazanmasını ama aynı zamanda kaos ve milis yönetimi anlamına geleceği için Hızlı Destek Kuvvetleri’nin de galip gelmesini istemediklerini söyleyenler var.
Peki bu gri görüşün sahipleri ne istiyor? Sonsuz bir savaş mı? Yoksa sahadaki çatışmayı bitiren ama siyasi olarak krizi devam ettiren bir formül mü? Yani Hızlı Destek Kuvvetleri’nin statüsü açısından, her şeyin 15 Nisan'dan önceki haline dönmesini mi istiyorlar?
Bu önerme, yıkıcı savaştan yaklaşık iki ay sonra ve evlerine yapılan baskınların, sağlık ve hizmet tesislerinin işgalinin, fabrikaların, dükkanların, marketlerin ve bankaların yağmalanmasının, yaşadıkları terör, korku ve aşağılamaların ardından Sudan kamuoyunun Hızlı Destek Kuvvetleri’ne karşı düşünce yapısındaki önemli değişikliği göz ardı ediyor.
Buradaki soru şu: 15 Nisan öncesi duruma dönüş mümkün mü? Bu bir çözüm mü? Yoksa Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri’nin bir arada yaşamasının, dökülen kan ve ülkenin uğradığı geniş çaplı yıkımdan sonra imkansız hale geldiği gerçeği gölgesinde, sadece çatışmayı dondurmak ve daha kötü bir şekilde patlak vereceği başka bir ana havale etmek mi?
Gerçek şu ki, 15 Nisan öncesi duruma dönmek gerçekçi bir seçenek değil, savaş, siyasi, ekonomik ve askeri sahnede yansımaları olacak yeni bir gerçeklik dayattı.
İki taraf arasındaki güven eksikliği, herhangi bir ateşkesin aslında bir askeri yığınak girişimi, sahada ilerleme sağlama çabası olacağı anlamına geliyor. Bu da, aradaki uçurumu kapatıp her şeyi eski haline getirmek için "müzakere edilmiş" bir çözüme veya ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri’nin veya ordu ile Sudan sokağının bir arada yaşaması için bir formüle ulaşma bahsini, temennilerden ibaret hale getiriyor. Bu, savaştan sonra ortaya çıkan büyük karışıklıklara dair doğru bir okuma değil.
Savaş kaçınılmaz olarak sona erecek, ancak bu, bir sonraki aşamanın daha az zor olacağı anlamına gelmiyor. Öncelikler çok ve oldukça önemli. Sudan'ın içine düştüğü bu bataklığın sorumlularından ve müdahillerinden hesap sorulması da bu önceliklerden biri. Hesap sormama ve “Allah geçmişi affetsin” politikası her zaman ülke için feci sonuçlara yol açan sorunlardan biri olageldi. Bugün Hızlı Destek Kuvvetleri bu savaştan ne kadar küçük olursa olsun herhangi bir kazanımla çıkarsa, bu, diğer silahlı hareketleri ülkenin merkezini ve iktidarı kontrol etmek için darbe girişiminde bulunmaya ve başkente saldırmaya teşvik edebilir. Çünkü başarısız olsa da kendisinden hesap sorulmayacağını, bunun yerine makamlar ve imtiyazlarla ödüllendirileceğini bilecek. Böyle bir mesaj, özellikle çok sayıda silahlı hareketin varlığı ve silahların kontrolsüz bir şekilde yayılmasının gölgesinde, Sudan için bir felaket olacak. Sudan'ın 2008 yılında başka bir deneyim daha yaşadığı akıllardan uzak değil. O zaman da Halil İbrahim liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi, iktidarın dizginlerini ele geçirmek amacıyla başarısız bir başkenti işgal etme girişiminde bulunmuştu.
Şu anda sürmekte olan savaş, Sudan ordusunun kendi seçtiği bir savaş değil, aksine, şimdiye kadar ortaya çıktığı ve daha sonra da çıkacağı gibi bu savaşa zorlandı. Ama en büyük bedeli Sudan vatandaşı ödüyor. Çatışmaların uzun sürmesinin ve şiddetinin, asayişsizliğin, temel hizmetlerin eksikliğinin, Sudan sokağının sabrının tükenmesine yol açması anlaşılır bir şey. Ancak bu sabırsızlık, silahın sadece Sudan Silahlı Kuvvetlerinin elinde olması görevini tamamlama kararlılığını caydırıcı bir araca dönüşmemeli. Zira bunun dışındaki herhangi bir çözüm, kimsenin patlamasını istemediği bir saatli bomba olacaktır.