“Sosyal adalet” dünya genelinde siyasette en çok tartışılan konudur. Pek çok kimse her ne kadar bu başlık hakkında konuştuğunu düşünmese de aslında bu başlığa dahil olan ayrıntılar hakkında konuşuyor. Örnek olarak konut meselesini ele alalım: Devletin mi yoksa bireyin mi sorumluluğunda? Aynı şekilde eğitim, sağlık, ulaşım ve istihdam gibi kamu hizmetlerinin yeterliliğini de bu bağlamda düşünebilirsiniz.
Bu mesele, Rusya'da sosyalist devrimin nihayetinde zafer kazandığı Birinci Dünya Savaşı'na kadar ciddi bir tartışma konusu değildi. Hükümet, şehirli ve köylü, vergi ödeyen ve ödemeyen ayrımı yapmaksızın yukarıda sayılan tüm kamu hizmetleri dahil olmak üzere vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvence altına alma taahhüdünde bulundu. Bu modelin, sosyalist bakış açısının yoksul sınıflar için bir ilham kaynağına dönüştüğü Avrupa toplumlarında güçlü yansıması oldu. O zamandan beri devletin vatandaşlarının asgari yaşam koşullarını sağlama ‘görevi’ ve görevi yerine getirmesinin siyasi meşruiyetinin bir kriteri olduğu yönündeki tartışma genişledi.
“Sosyal adalet” kavramının gerçek bir konu ya da tartışmaya değer bir şey olduğunu reddeden filozoflar var. Bunların en önde geleni muhtemelen Avusturyalı iktisatçı ve filozof Friedrich von Hayek'tir. Hayek, adaletin yüzlerce insanın katıldığı eylemlerin (hükümetin planlarında olduğu gibi) değil, bireyin bir vasfı olduğunu düşündü. Ancak modern siyaset felsefesindeki genel eğilim, Amerikalı filozof John Rawls’un geliştirdiği ve “Hakkaniyet Olarak Adalet” olarak bilinen teori etrafında döner.
Rawls'a göre sosyal adalet, menfaatlerin çok katmanlı bir dağılımına izin verir ve burada eşit dağıtılması gereken sosyal menfaatler vardır. İfade, inanç, dava, çalışma, hareket ve aile kurma özgürlüğü gibi temel insan haklarının yanı sıra kamu görevlerine erişim, kamu fonlarından eşit bir şekilde yararlanmak, kanun önünde eşitlik gibi vatandaşlıkla ilgili haklar bunlardandır. Burada ihtiyaca göre dağıtılması gerekli olan faydalar vardır: Düşük gelirlilere doğrudan destek ve yeterli gelire sahip olmayanlara barınma ve sağlık hizmeti sağlamak gibi. Bunun amacı, vatandaşların insan onuruna yaraşır bir hayat sürmeleri için asgari gereklilikleri temin etmektir. Bu, en muhtaçların diğerlerinden daha fazla yardım alabileceği anlamına gelir.
Bununla birlikte vatandaşların daha fazla pay almakta eşit fırsatlara sahip olması koşuluyla, eşit olmayan bir şekilde dağıtılabilecek faydalar vardır: Başarılı kişileri, yeni bir şey ortaya koyanları, nadir hizmetler sunan çalışanları ödüllendirmek gibi. Bu ayrım liyakat ve kabiliyet temelinde gerekçelendirilebilir. Bu, üretken insanlara maddi teşvikler vermenin yaratıcılığın ve sıkı çalışmanın değerini artıracağı gerçeğiyle de gerekçelendirilebilir.
Bu teoriye göre adil bir sosyal düzenin üç temel özelliği vardır: Tüm bireylerin temel ve sivil özgürlükler hususunda eşit haklara sahip olmaları, daha büyük avantajları bulunan kamu işlerinin fırsat eşitliği ilkesi temelinde tüm bireylere açık olması ve toplumun daha az şanslı bireylerine faydalı olması halinde gelir ve servet eşitsizliğine izin verilmesi. Bu aynı zamanda toplumun genel üretkenliğini artıran ve bu şekilde daha fazla maddi kaynağın düşük gelirli sınıflara yönlendirilmesini sağlayan teşvikleri de içerir.
TT
Sosyal adalet: John Rawls'un görüşü
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة