Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

İslam: Devlet mi? Din mi?

Bin beş yüz yıl önce Mekke ve Medine’nin tarihsel koşullarında  din olarak ortaya çıkan İslam’ın  sonraki dönemlerde  devlet ve siyaset olma iddiasıyla  bütün devlet ve toplum düzenini  dizayn edebileceği varsayılmıştır. Din olarak ortaya çıkan  bir doktrinin, hem din, hem devlet, hem ibadet, hem siyaset olması mümkün değildir. İslam’ın kalbindeki derin krizin nedeni İslam’ın  din olmak yerine devlet ve siyaset haline getirilmesi bulunmaktadır.
Devlet ve siyasetin itikat haline getirilmesi İslam devleti ve siyaseti olarak ifade edilen anlayışın  doğmasına neden olmuştur. İslam devleti ve siyasetinin kaynağının ilahi vahiy olduğu anlayışı, devletin ve siyasetin kutsallaştırılmasına, İslam devletine Tanrı devleti olarak iman edilmesi, devleti ve siyaseti din haline getirmiştir .Bütün devletlerin ve siyasetlerin kaynağı insandır. Tanrı, hiçbir devlete kuruculuk yapmamış ve hiçbir siyaset ilahi olarak dizayn edilip uygulanmamıştır. Tarihin değişik dönemlerinde oluşturulan  dini kaynaklar, devletin ve siyasetin kutsal kaynakları haline getirilemezler. Birçok farklı kişi tarafından  yazılan hadis, fıkıh ve tefsir kitaplarına  dayalı olarak değişik tarihsel  durumlar içinde siyasal  amaçlarla üretilen mezhebi ve fıkhi görüşleri,  ilahi devlet, toplum ve siyaset düzeni olarak  günümüze taşımak  insanı, toplumu ve hayatı  cehenneme çevirmek anlamına gelmektedir.
Afganistan’da bir İslam Emirliği kurmak iddiasıyla yönetimi ele geçiren Taliban, Hanefi fıkhını uygulayacağını söylemektedir. İslam’ı  bir devlet düzeni ve siyaset biçimi olarak benimsediklerini söyleyen siyasal İslamcı hareketler, İslam fıkhını uygulayacaklarını söylemektedirler. Siyasal İslam’ın sorunu Hanefi, Maliki, Hanbeli veya Şafii mezheplerinden  herhangi birinin  fıkhını uygulamayı tercih etmesi değildir. Sorun mezhep fıkhının devlet, siyaset ve hukuk düzeni olarak uygulanmasının dini bir zorunluluk olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.  Mezhep fıkıhları, kutsal ve ilahi sistemler değildirler. Mezhepler, belirli tarihsel dönemlerdeki o mezhep mensupları tarafından  üretilmiş konjonkturel yaklaşımlardır. Hiçbir mezhebin fıkhı, devlet, siyaset ve hukuk sistemi olarak uygulanamaz. Devlet, siyaset ve hukukta referans alınacak kaynak, mezhep değil, insan aklı ve ihtiyaçlarıdır. Taliban dahil bütün siyasal İslamcıların asli sorunu, insan dışı olmalarıdır. Siyasal İslam ideolojisinde insan yoktur.
İslam’ın devletleştirilmesine ve siyasileştirilmesine  karşı çıkmak, İslam’ı din ve ibadet olarak benimseyen Müslümanlar için zaruri bir ihtiyaçtır. İslam’ın devlet ve siyaset düzeni olduğunu iddia etmek, Müslüman ve insan olmanın zorunlu bir gereği değildir. Günümüz dünyasında insanlığın varmış olduğu demokrasi, hukuk, özgürlük ve insan hakları seviyesinde aklını kullanmak, ahlaklı yaşamak ve adaletle muamele görmek bütün insanların hakkı olduğu gibi, Müslüman toplumların da ihtiyacı ve hakkıdır. İslam devleti ve siyaseti adı altında Müslüman toplumları demokrasiden, hukuk devletinden ve insan haklarından mahrum etmek, insanlığın önemli bir bölümünü modern dünyadan koparmak ve onların hayatlarını  kabusa çevirmek anlamına gelmektedir.
İslam devleti ve siyaseti adına siyasal İslamcılık yapan hareketlerin hiçbirinin, insanlığın felsefi, bilimsel, ahlaki, manevi, demokratik, özgürlükçü ve çoğulcu gelişimine hiçbir ciddi katkısı olmamıştır. Taliban gibi siyasal İslamcı hareketler,   nitelikli bir insan sermayesi oluşturmadıkları gibi, var olan nitelikli insan gücünü de ortadan kaldırmaktadırlar. İktidarperest ve tahakkümcü din anlayışları, toplumların insan sermayesini kendi siyasal amaçları için tüketerek bütün insanlığa zarar vermektedirler. İnanç ve maneviyat olarak tecrübe edildiği takdirde dinin, insan sermayesinin oluşumuna demokratik ve sivil yollardan katkı sunması mümkündür. Devlet ve siyaset kılığındaki dinin, sahici anlamda günümüz dünyasının ihtiyaçlarına uygun nitelikli insan sermayesi oluşturması mümkün değildir.
Devlet ve siyasete dönüştürülen siyasal dinbazlığın, aslında hiçbir dini ve ahlaki kaynağı bulunmamaktadır. Siyasal dinbazlığın hiç vazgeçmediği iki şey, iktidar ve hakimiyet hedefidir. İktidar ve hakimiyet için siyasal dinbazlar, her türlü yalanı, hileyi ve desiseyi meşru ve gerekli bir dini görev olarak kabul etmektedirler. Siyasal dinbazlıkta, din olmadığı gibi, ahlak da yoktur. Siyasal dinbazlığın, şura, ilim ve hikmet çerçevesinde hareket edeceğini söyleyenler, aslında kendi iktidarları ve hakimiyetleri için insanları aldatmakta ve insanlara yalan söylemektedirler. Siyasal İslam, şura, ilim ve hikmet çerçevesinde değil, hile, yalan ve takiyye üçlüsüne dayanmayı maslahatın gereği kabul etmektedir.
Siyasal dinbazlığın olduğu bir yerde içte ve dışta savaşların bitmesi mümkün değildir Siyasal İslam, içeride kendisine muhalif olan herkesi tekfir etmektedir. Tekfir ve takiyye, siyasal İslam’ın iki ana esasıdır. Dış dünya zaten küffardan oluşan  bir kafir topluluklar bütünüdür. Küfrün tek millet olduğunu hep söyleyen siyasal İslam, herkesin kendi etrafında küffara karşı birleşmesi gerektiğini dayatmaktadır. Siyasal İslam’ın olduğu bir yerde barışın olması mümkün değildir. Siyasal İslam için savaş ve şiddet sürekli olarak var olmalıdır. Siyasal İslam ebedi savaş doktrinine ve pratiğine dayanarak şiddeti organize etmekte ve kutsallaştırmaktadır.
Dini devlet ve siyaset düzenine dönüştüren güçlerin ana hedefi, kendi toplumlarını sömürgeleştirmektir. Afganistan, bugün bir Taliban sömürgesidir. Siyasal dinbazların, hiçbir şekilde toplumlarının hak ve özgürlüklerini korumak ve onların refahını geliştirmek şeklinde bir hedefleri yoktur. Siyasal İslam’ın olduğu her yerde yolsuzluk, hırsızlık, yağma, yasak ve yoksulluk vardır. Siyasal İslam, din adına insana, devlete, topluma ve tarihe çökmeyi amaçlayan sömürgeci bir ideolojidir.
Siyasal İslam, İslam’ı savunan bir ideoloji değildir. Siyasal İslam, İslam adına insanları ve toplumları İslam’dan fiilen vazgeçirmeye ikna etmekte ve İslam’ın içini boşaltmaktadır. Siyasal İslamizm, İslam’ı din olmaktan çıkartan, ahlak ve maneviyattan yoksun iktidar ve hakimiyeti mutlak amaç haline getiren devlete, topluma, siyasete, iktisada ve insana hükmeden bir despotizmdir. İslamizm, İslam’ın kalbinde İslam’ın din veya devlet mi, ibadet mi veya siyaset mi olacağı şeklinde ontolojik bir sorun yaratmıştır. Bir dinin hem din, hem devlet, hem ibadet, hem siyaset olması mümkün değildir. İslam’ın din olmak için devletten, ibadet için siyasetten, ahlak için hakimiyetten vazgeçmesi gerekmektedir. Müslüman toplumların hukuk, demokrasi, refah ve özgürlük alanlarında gelişmeleri ve nefes almaları, İslam’ın din mi veya devlet mi şeklindeki ontolojik sorunu nasıl çözeceklerine ve aşacaklarına bağlıdır.