Katalonya'dan İskoçya ve İrlanda'ya, Korsika ve Kosova üzerinden Flaman ve Bask Bölgesi'ni saymazsak Avrupalılar, ‘toprak birliğini’ vatan kimliğinin temeli olarak kabul ederek, ulusal devlet birliğine bağlıdırlar. Avrupa ulusal devleti, içinde ulusal birliği kuran mitolojik bir anlatı çerçevesinde coğrafya ve tarihin uyumuna dayanır.
Ulusal devletin temellerinin sağlamlaştırılması sürecinde ortaya çıkan milliyetçilik, ‘vatan’ denen bu hayali varlığa aidiyet duygusunun güçlenmesinde egemen bir inanç haline geldi.
Benedict Anderson, ‘Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması Üzerine Düşünceler’ * (1983) adlı kitabında, milliyetçi söylemin ‘ulusları aynı ilgi ve özellikleri, özellikle de aynı dili paylaşan belirli insan grupları olarak tasavvur ettiğini’ söyler. Anderson'a göre milliyetçilik bir ‘siyasi ideoloji’ değil, ‘dini inançlara yakın kültürel bir sistem’dir. ‘Yayıncılık kapitalizmi’ olarak adlandırdığı şeyin ortaya çıkışı ve gelişimi, yerel Avrupa dillerinin (Latince yerine) gelişmesine ve hayali toplumların ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Çünkü aynı kitapları okuyanlar, aynı oluşumlara ait olduklarını hayal ettiler. Böylece Avrupalılar, sanki kaderleri hep kendi varlıklarındaymış gibi, anavatanlarının mitolojik bir boyutu olduğuna inanmaya başladılar. Ancak sömürgecilik döneminde ulusal muhayyilenin tutarlılığında, coğrafyanın ve tarihin mitolojisine duyulan ilgiden hareket edilmemiştir.
David Fromkin, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı?** (1989) adlı kitabında şöyle diyor: “Fransa ve İngiltere'nin 20. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalama ve onun yerine sömürge yönetimini getirme arzusu Ortadoğu'da hayali sınırların oluşmasına yol açtı ve yerel toplumlarla hiçbir ilgisi olmayan yöneticiler ortaya çıktı.”
İslami Batı'da, 1906 Algeciras Konferansı, onurlu Fas İmparatorluğu’nu uluslararası bölgelere (Tanca şehri), Fransız koruması altındaki bölgelere (merkez ve Moritanya) ve İspanyol koruması altındaki (kuzey ve Fas çölü) şeklinde ayırmaya karar verdi. Fransız kuvvetleri, Doğu Sahra bölgelerini ilhak ettikten sonra, 19. yüzyılın otuzlu yıllarından beri Cezayir'de konuşlanmış Fransız ordusuna liderlik etti.
Sömürge güçleri Arap, İslam ve Afrika imparatorluklarını (özellikle 1884-1885 Berlin Konferansı’ndan sonra) parçalamakla yetinmediler. Ancak ortaya çıkışıyla birlikte Fas gibi tarihsel varlığı olan ülkeleri parçalayarak sömürgecilik öncesi var olmayan yeni oluşumlar yaratarak, arkalarında Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasındaki sınır sorunlarını bıraktılar.
Nijerya'daki Port Harcourt Üniversitesi'nden Emmanuel Kebenenya, sözde ‘Afrika için sömürge mücadelesi’ olgusunun hayali sınırlar yarattığını ve bunun bağımsızlık üzerinde büyük bir kaosa yol açtığını söylüyor. Eğer bu konuda bir anlaşmazlık yoksa sömürge sınırlarının korunması gerektiği sonucuna varıyor. Aynı zamanda “bu sınırlar hakkında bir ihtilaf varsa mutlaka gözden geçirilmelidir” diyor.
Önemli olan husus, Avrupa'nın ulus devletlerinin üzerinde çalıştığı dil, coğrafya ve tarih tutarlılığı ilkesine uymayan bir haritanın oluşturulmasının ana sebebinin Avrupa ülkeleri olmasıdır. Üç bileşen arasındaki bu Hegelci birliğin birçok durumda doğru olmaması önemli değildir. Bölünme ya mühendislik, yani coğrafya laboratuvarlarından ve ‘bilimsel misyon’ birimlerinden kaynaklanıyordu ya da ekonomik, ticari, sosyolojik bir gerçekliğe adanmıştı. Pek çok durumda kültür, coğrafya ve tarihin bir araya gelmeme eğilimi vardı. Birden fazla Afrika ülkesine dağılmış olan Fulani, Mandinga, Masai, Yoruba, Bantu (Zulu dahil), Tuareg, Hamiyyin ve diğer onlarcasında olduğu gibi. Evet, sosyolojik ve demografik yapı buna izin vermeyebilir. Çünkü bu, sömürgeci gücün ayrılmasından sonra sömürgeciliğin çıkarları için bir tehlikedir. Tehlike, Avrupa'daki ulus devlet tarzında mitlerine, mitolojisine ve tarihsel aidiyete dayalı bir ulusal bilincin ortaya çıkmasıdır.
Dolayısıyla kaosla karakterize edilen post-kolonyal bir durumun yaratılmasının arkasında olan Avrupa ülkelerinin Güney Fas, Güney Sudan ve Darfur'daki ayrılıkçı hareketleri nasıl desteklediğini ve bunda bir sakınca görmediğini anlamıyoruz. Irak'ın üç mini devlete bölünmesinde, Suriye’nin Şam'da küçük bir devlete, kuzeyinde ve doğusunda güçlü devletlerin himayelerine dönüşmesinde, Yemen'in kuzey eyaleti ve güney eyaleti olarak yeniden bölünmesinde, Sahel'deki Azavad ve Tuareg hareketlerinin desteklenmesinde, Libya'nın bir doğu ve bir batı eyaleti olarak bölünmesinde, Somali'nin kontrol edilebilecek mini devletlere bölünmesinde yanlış bir şey görülmüyor.
Bu, Arap ve Afrikalı siyasi elitlerin parçalanma, barışsızlık ve kaosa yol açan koşullardan birincil derecede sorumlu olmadığı anlamına gelmez. Ancak Batılı ülkelerin gelip ayrılığı desteklemesi, Berlin Konferansı, Algeciras Konferansı, Sykes-Picot Anlaşmaları ve diğerlerinin zihniyetinin devam ettiğini gösteriyor.
Bu, kendi kimliğine sahip halkların ve grupların kendi kendini yönetme veya sömürge sonrası devletin kaynaklarından pay alma hakları olmadığı anlamına gelmez. Ancak Avrupa'nın güney ülkelerini toprak bütünlüğünü savunmaları için uyarması -onlar (yani Avrupa ülkeleri) bu birliği bozmaktan sorumluyken- güçlü bir neo-sömürgeci etnik gerilemeyi gösterir.
Bu, aynı ülkelerin, Katalonya ve Bask Bölgesi'ndeki bağımsızlık hareketlerine karşı İspanya'nın ve Korsika ile Yeni Kaledonya'daki kurtuluş hareketlerine karşı Fransa'nın birliğini övdükleri bir zamanda oluyor. İngiltere, Cebelitarık ve Malouine Adaları'na tutunuyor. Belçika, Flaman Bölgesi'nin federal devletten ayrılma eğilimini kabul etmiyor. Avrupalılar, Kuzey Kıbrıs Türklerini tanımadılar ve Moravyalıların Çek Cumhuriyeti'nden bağımsız olmalarına izin vermediler. Bavyera'nın Almanya içinde, Sicilya ve Sardinya'nın İtalya’da, İskoçya ve Kuzey İrlanda'nın Britanya Krallığı yetkisi altında kalmasını sağladılar.
Avrupalıların, sömürge döneminin ateşinden zarar gören Araplara, Afrikalılara, Asyalılara ve diğerlerine söyledikleri şudur: “Avrupa'ya uygun olan diğerine uygun değildir. Çünkü biz demokratız. Ve sen totalitersin.” Sanki Avrupa kaderinin kültür, dil, ‘halkın ruhu’ ve hayali vatan arasındaki bu tarihsel karşılaşma olduğunu söylüyor. Bu, azgelişmişlik ve parçalanma belirtilerine saplanmış güney ülkeleri için zor. Yerel seçkinlerin kötü yönetimiyle daha da kötüleşen bu durumun yaratılmasında Avrupa sömürgeciliğinin çok önemli bir rol oynadığını kimse dile getirmiyor.
*Hayali Cemaatler, Türkçe’ye Metis yayınları tarafında çevrilmiştir. (ç.n)
** Barışa Son Veren Barış, Türkçe’ye Epsilon yayınları tarafında çevrilmiştir. (ç.n)
TT
Milliyetçilik, ayrılık ve güney ülkeleri üzerine Avrupa söyleminin ikiliği
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة