“Orada mısın?” Bu soru birkaç gün önce X platformu üzerinden bir tanıdığım tarafından yüzüme çarpıldı. Sorusunun peşinden keskin bir hatırlatmayla şöyle dedi:
“Sen! Suriye’deki savaş henüz bitmedi!”.
Yıllar boyunca, bu mesajı gönderen ve şüphesiz diğer pek çok kişi beni savaşın vurduğu anavatanında olup bitenler hakkında bilgilendirdi.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in bir dizi başkenti ziyaret etmesinden sonra, İran İslam Cumhuriyeti içindeki resmi medya, Tahran’ın ‘General Kasım Süleymani’nin bilgeliği ve kahramanlığı sayesinde’ Suriye’yi kurtardıktan sonra, şimdi de savaşın harap ettiği bu ülkenin ‘yeniden inşasında liderliği üstlenmeye’ hazırlandığını öne sürdü.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, geçtiğimiz günlerde Suriye Dışişleri Bakanı Faysal el-Mikdad’la yaptığı yakın bir görüşmede, Suriye’nin yeniden inşası için bir ‘iş gücü’ oluşturulmasından bahsetti. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de savaş nedeniyle evsiz kalan Suriyelilerin başlarını sokacakları bir milyondan fazla ev inşa edileceğinden söz etti. Bu sözün özel olarak Suriye’de İran’ın kontrol ettiği bölgeyle mi, yoksa genel olarak ülkeyle mi ilgili olduğu belli değil.
İran ayrıca, yıllık kutsal yer ziyareti yapmak isteyen bir milyondan fazla İranlıyı gönderme planıyla Suriye’deki kutsal yer ziyareti ile ilişkili turizmi canlandırma sözü verdi.
Ancak geçen ay planın başlatılması ile gönderilecek 500 kişilik ilk grup henüz Tahran’dan ayrılmadı.
Yeniden yapılanma, güçleri Suriye topraklarının bir kısmını kontrol eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın son açıklamalarına da konu oldu. Ancak Erdoğan’ın planı, kontrol ettiği bölgeyle sınırlı görünüyor. Bu politika, mantıklı olduğu sonucuna varıldığı halde, Suriye’nin bu köşesinde yarı özerk bir kısmın oluşturulmasına yol açabilir.
Diğer yandan Suriye savaşının bir diğer önemli oyuncusu olan Rusya, Wagner milislerinin öncülük edeceği bir ‘yeniden yapılanma’ sürecinden bahsediyor.
Yeniden yapılanma aynı zamanda, zengin Arap ülkelerinin Suriye’yi mezarlığından çıkarmak için trilyonlarca olmasa da milyarlarca dolar harcayacağı yönünde dolaşan söylentilerin de konusuydu.
Buna ek olarak, Kürt vekilleri aracılığıyla Suriye’nin bir başka bölümünü kontrol eden ABD’nin önümüzdeki birkaç ay içinde ‘imkanlar ve engeller’ hakkında bir rapor sunması beklenen ‘uzmanlardan’ oluşan bir ekiple yeniden yapılanma hattına girmeye yönelmesi ses getirdi.
Paris’te, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan ve Suriye ile ilgilenen özel elçisi Jean-Yves Le Drian, ‘Lübnan’a işleyen bir hükümet verilmesinin’ Suriye’yi yeniden inşa etmeye yönelik küresel çabaları başlatma yolunda önemli bir adım olacağını söyledi.
Yukarıdakilere rağmen, yeniden yapılanmaya dair tüm bu konuşmalar boş laflardan başka bir şey olmayabilir. Çünkü Suriye trajedisinin parçası olanlar bu trajedinin jeopolitik kökenlerini görmezden geliyor.
Suriye trajedisinin bölümleri, nüfusun büyük bir bölümünün daha fazla bireysel özgürlüğü güvence altına almak, yolsuzluğu azaltmak ve ekonomik fırsatları iyileştirmek için yaptığı barışçıl çabalarla başladı. Bu da bir ayaklanma ile sonuçlandı. Ayaklanma sonuçlarına ulaşsa da ulaşmasa da tıpkı diğer ‘Arap Baharı’ ülkelerinde olduğu gibi olumsuz sonuçlarla neticelendi.
Gelgelelim, önce İran’ın, ardından Rusya, Türkiye, İsrail ve ABD’nin dışarıdan müdahalesi olmasaydı kriz, Suriye’yi tarihi bir çıkmaza sokan jeopolitik bir boyuta ulaşmazdı.
Buna göre, yeniden yapılanmaya ilişkin mevcut tüm konuşmalar sadece Suriye için değil, bir bütün olarak Ortadoğu için geleceğe yönelik çelişkili görüşlerin yarattığı bu trajedinin temel jeopolitik yönünden kaçınmaya yönelik bir dalavereden başka bir şey değildir.
Bu iç içe geçmiş ağ, buradaki görüşlerin iki kategoride özetlenemeyeceğini anladığımızda daha da karmaşık hale geliyor.
İran ve Rusya’nın Suriye’de müttefik olması gerekiyor ancak bölgenin geleceği söz konusu olduğunda açıkça karşıt kamplarda yer alıyorlar. Rusya, Ortadoğu’nun, Soğuk Savaş’ın altın çağında Sovyetler Birliği için bir saha görevi gördüğü dönemdeki haline benzemesini istiyor. Ancak İran’ı yöneten molla, Tahran’daki Dini Lider tarafından yönetilen bir ideolojik imparatorluğun hayalini kuruyor.
Benzer şekilde, Türkiye, ABD ve İsrail’in şu ya da bu şekilde müttefik olduğunu görüyoruz. Ancak konu Ortadoğu bir yana, Suriye’nin geleceği olduğunda üç müttefikin görüşleri aynı çizgide buluşmuyor. Türkiye, isyancı Kürtlerin sınırı boyunca kendisine bitişik bir bölge oluşturmasını imkansız hale getirmek için Suriye’de bir tampon bölge oluşturmayı istiyor. İsrail’in temel kaygısı ise Suriye’nin, Golan Tepeleri’ne sızılıp topraklarının geri kalanına yönelik saldırıların başlatılması için bir üs haline gelmesini önlemek.
ABD ise en azından Biden yönetimi altında, büyük ölçüde sembolik bir varlıktan memnun. En azından şu ana kadar bölge için tutarlı bir vizyon ortaya koymadı.
Tüm bunların ortasında, Suriye’deki savaş bitiş çizgisinden halen çok uzakta.
Korkunç sonuçları da kontrol edilemiyor. Geçtiğimiz beş hafta içinde, aralarında rejime sadık güçlerin de bulunduğu rakip gruplar arasında yaşanan düzinelerce çatışmada yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. Rus hava kuvvetleri, Suriye’yi dumanı tüten bir moloz yığınına çevirme misyonunu sürdürerek ülkenin çeşitli yerlerine 17 bombalı saldırı düzenledi. Son zamanlarda bazı saldırılarda İran yapımı insansız hava araçlarının (İHA) da kullanıldığı göz çarptı. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre 12 yaş ve üzeri 31 bin erkek çocuk, daha sonra ‘terörist gruplara’ katılmalarını engellemek için Kürtlerin kontrolündeki esir kamplarından kaçırıldı.
Bu arada Türkiye ve İran, karaborsa ağları aracılığıyla Suriye’nin petrol, gaz ve fosfat kaynaklarını sömürmeye devam ediyor.
Diğer yandan geçtiğimiz hafta, 2013 yılında Guta’da üç bölgeye düzenlenen ve bin 217 sivilin ölümü ve çok sayıda kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan kimyasal saldırının yıl dönümüydü.
Dünya, haber manşetlerinde yetim kalsa da Suriye’deki savaşın devam ettiğini unutmamalı.
Orada mısın?