ABD gibi büyük bir gücün tesadüfen de olsa Çin gibi başka bir gücün kendisinin yerini alacağını fark etmesinden daha zor bir şey olamaz. Burada antik tarihçi Thukydides'in, korkan bir devletin gücünü artırarak kendisiyle rekabet edenleri durdurmaya çalışacağı ve buna yanıt olarak diğer devletin de silahlanmasını artıracağı ve çatışma gerçekleşene kadar bu şekilde devam edeceği yönündeki hipotezi doğrudur. Soru şu: Kesinlikle düşecek mi?
Her şey mümkün ve belki de bu, ABD Başkanı Joe Biden'ı çevreleme, ardından uyarı ve sonrasında açık tehdit politikası izlemeye sevk etti. Çevreleme politikası, Çin'in bölgesel ortamında ekonomik ve askeri ittifaklar kurmakla başladı. Ardından Çin'in Rusya'ya yaptığı askeri yardımın sonuçlarını ve komşu ülkelerin güvenliğini tehdit eden yapay adalar inşa edip uluslararası hukuku hiçe saymasını göstererek uyarıda bulundu. Söz konusu durum, bu korku dolu ülkelerin liderlerini Çin tehdidini azaltmak için ABD ile el ele vermeye sevk etti. Daha sonra Başkan Biden, Çin'in Tayvan'ı zorla geri almaya çalışması halinde ABD'nin Tayvan'ın askeri olarak yardımına geleceği yönünde üç defadan fazla tehditte bulundu. Bu ABD tehdidi öncelikle Tayvan'ın işgali durumunda ABD'nin nasıl davranacağını göstermemeye dayanan ‘stratejik belirsizlik’ teorisini değiştirdi. Söz konusu belirsizlik öncelikle Çin'in kafasını karıştırmayı amaçlıyordu. Ancak Biden'ın açıklaması belirsizlik teorisini yerle bir ederek ABD'nin nasıl tepki vereceğini ortaya çıkardı ve böylece Çin, Tayvan’a müdahale sonrası ABD ile savaşa gireceğinden emin oldu.
ABD'nin bu yeni pozisyonu, ikinci dönem için aday gösterilen eski ABD Başkanı Donald Trump'ın pozisyonuyla temsil edilen başka bir gri ve yüksek riskli pozisyonla eşleşiyor. Öyle ki Trump şöyle diyor:
“Tayvan bizden binlerce kilometre uzakta. Çinliler ona saldırırsa hiçbir şey yapamayız.”
Bu açıklama, ABD'nin Çin'in Tayvan'ı işgal etmesini engelleyemeyeceği yönündeki ‘stratejik belirsizlik’ teorisine aykırı bir anlam ve Çin'e adayı zorla geri almanın mümkün olduğuna dair bir ima veriyor. Mevcut ABD Başkanı ve potansiyel bir başkandan oluşan bu iki farklı tutum, Çin liderliğinin kafasını karıştırdığı kadar, birden fazla kutup etrafında şekillenen bir dünyada diğer liderlerin de kafasını karıştırıyor. Ancak her iki ABD açıklaması da çelişkilerine rağmen, ABD'nin Çin korkusunun dinamiğini ifade ediyor. Bu şu şekilde okunabilir:
“Hiçbir şey yapamayız.”
Aynı zamanda başka bir soruyu akla getirir:
“Ne yapmalıyız? Tayvan'ın savunmasını nasıl güçlendirmeliyiz ve bir sonraki savaşa nasıl hazırlanmalıyız?”
Tayvan'ın düşmesi Çin'in diğer adalara doğru genişlemesine olanak tanıyacağı için ABD'nin deniz gücü gerileyecek ve Çin'in komşu ülkelerine yönelik tehdit düzeyi artacaktır. Dolayısıyla Başkan Biden'ın açıklaması, Tayvan'ın ABD'nin ulusal güvenliği açısından önemli olduğunu, Çin'in Tayvan'ı zorla geri almasına izin verilmeyeceğini, ABD'nin Suriye'de olduğu gibi geri çekilmeyeceğini doğruluyor. Çünkü bu geri çekilme ABD'nin prestijinin zedelenmesine neden oldu ve Ortadoğu'daki ittifaklarına olan güveni sarstı.
Tayvan'daki kayıp, Suriye'nin aksine çok ağır olacak ve en ufak bir tereddüt belirtisi, Hint ve Pasifik okyanuslarına da yansıyacaktır. Hiç şüphe yok ki Biden'ın güç kullanma tehdidi Çin'i geçici olarak caydırmayı başardı ve aynı zamanda liderlerinin gözlerini güç farklılığına açarak onları savaş geldiği sürece mücbir sebep yaratmaya teşvik etti. Tarihe iz bırakmak isteyen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Çin Halk Devleti’nin kurucusu Mao Zedung'un Çin'in Tayvan'ı yeniden kazanmak için yüz yıl bekleyebileceği yönündeki açıklamasına uymayacak gibi görünüyor. Zira o, istediğini elde etmek için askeri kurumu modernize etme ve yeteneklerini genişletme kararı aldı. Ayrıca Çinlilerin en son modern askeri teknoloji türlerini elde edebilmesi için sivil ve askeri endüstrileri birleştirdi ve askeri, teknik ve sivil endüstrilerde uzmanlığa sahip parti üyelerini Merkez Komite üyeliğine terfi ettirdi. Görünür sonuç, Çin'in ABD'nin denizler üzerindeki kontrolünü aşmak amacıyla büyük savaş gemileri (üç uçak gemisi) inşa ederek askeri modernizasyon yolunda büyük adımlar atmasıdır. Çin, nükleer silahlarını geliştirdi ve gelişmiş füzeler inşa ederek yeteneklerini artırdı ve savaş uçaklarının inşası ve modernizasyonuna milyarlarca dolar akıttı. Başka bir deyişle Çin’in Koronavirüs salgınından bu yana ekonomik performansında bir düşüşe tanık olunmasına rağmen silahlara yaptığı harcamalar son zamanlarda daha önce harcanan miktarın iki katından fazla arttı. Bu gergin ortamda, ABD Hava Kuvvetleri’ne bağlı Hava İntikal Kuvveti'nin Komutanı Orgeneral Mike Minihan'ın sızdırılan notunun içeriğinin, ABD ile Çin'in askeri bir çatışmaya doğru ilerlediğini gösterdiği anlaşılabilir.
Günümüz dünyasında askeri çatışmalar artıyor. Rusya-Ukrayna savaşının öncesinde, Rusya'nın küresel ağırlığını yeniden sağlama sloganları altında Gürcistan ve Çeçenya'daki savaşlar yaşandı. Bundan önce İran, Perslerin din ile harmanlanmış ihtişamını yeniden tesis etme sloganı altında vekâlet savaşları başlatmıştı. Şimdi Çin'in yükselişine, Tayvan'ı yeniden kurma hedefine ve İpek Yolu sloganına tanık oluyoruz. Buna karşılık ABD'nin kendisini dünya liderliğinden uzaklaştırmayı amaçlayan Çin tehdidine karşı uyandığını görüyoruz. Diğer yandan, Çin'in Suudi Arabistan ile İran arasındaki arabuluculuğunu, BRICS grubunun faaliyetlerini ve Çin'in Moskova ile sınırları gökyüzü olan bir anlaşmayla anlaşması gibi Çin'in bu konudadaki rekabetine şahit oluyoruz. Bütün bunlar, iki devi kontrol eden korku kompleksinin arttığını ve bununla birlikte etki alanları boyunca silahlanma ve meydan okuma çemberinin de genişlediğini gösteriyor.
Mevcut Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ‘savaşabilenlerin savaşı önleyebileceğini ve savaşa hazırlananların savaşa girmek zorunda kalmayacağını’ söylüyor. Bu, güçlü olunduğunda istenilenin savaş olmadan geri alınabileceği anlamına geliyor. Diğer yandan ABD’liler, savaşı önlemenin en iyi yolunun, düşmanı kırmızı çizgileriniz konusunda bilgilendirmek olduğuna ve eğer savaşı önlemek istiyorsanız, bunu yapmanız gerektiğine inanıyorlar. Hiç şüphe yok ki ABD, Çin'in arzusuna boyun eğmeyecek ve Doğu Asya ülkeleri üzerindeki hegemonyasına karşı duracaktır. Çin de ABD'nin kendisini kuşatmasını ve adasını yağmalamasını kesinlikle kabul etmeyecektir. İki talep tamamen çelişkili olduğu sürece her iki tarafın da savaşın barışa değil, yıkıma yol açtığını anlaması ve dünya ülkelerinin kaderlerinin tehlikede olduğunu fark etmesinden başka çözüm yoktur.