Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Gazze’yi ve bölgeyi kurtarmak

En acımasız savaşlar, tarafların geri çekilme kapısının sıkıca kapalı olduğuna inandıkları savaşlardır. Çünkü bu kapıyı açmak, ezici bir yenilgi ve varoluşa yönelik bir tehdit olarak kabul edilir. İsrail ile Hamas arasında devam eden savaş bu türden bir savaştır ve askeri, güvenlik, siyasi ve ekonomik sonuçların yanı sıra çok büyük insani maliyetlerin habercisidir.

Bu kemik kıran savaşı, ilk saatlerinden itibaren korkutucu bir hal aldı. Bu; yıkım, yetim ve dul üreten büyük bir fabrikadır. Özellikle sivillere karşı uluslararası hukuk hiçe sayılıyor. En tehlikeli savaşlar, toplu cezalandırma sahnelerini durdurabilecek uluslararası bir otoritenin yokluğunda ve eski bir felaketin üzerine yeni bir felaketin eklenmesi tehdidi altında gerçekleşen savaşlardır. Dünyanın, özellikle Ukrayna topraklarında yaşanan savaştan ve bunun büyük güçler kulübünde yol açtığı bölünmeden sonra Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararlarla itibarının nasıl sert bir şekilde düştüğünü birinin hatırlatmasına ihtiyacı yok.

Savaşta gazetecilik acı verici bir meslektir. Savaşın suçlarını kaydetmeniz gerekir. Evlerin enkazından çıkarılan küçük cesetleri... Bombaların sivillerin cesetlerinden çaldığı uzuvları... Annelerin gözlerindeki bariz paniği... Üzerlerine atılan broşürlerde topraklarından yeniden sürülmeye boyun eğmeleri istenen yerinden edilmiş insanların yüzlerindeki korkunç kırgınlığı... Ölü sayısının hızla artışına ve cenazelerin uzun uzun saflar halinde sıralanmasına dikkat etmeniz gerekir. Savaş makinesinin toprağı ve üzerindekileri acımaksızın nasıl yakıp kül ettiğine ve sağlık görevlilerini ve gazetecileri nasıl hedef aldığına dikkat etmeniz gerekir. Sanki kameramanın kamerası füzelerden daha zararlıymış gibi… Sanki gazetecilerin gözleri amansız bir hançermiş gibi... Bizi korkunç Ortadoğu’daki çok sayıda devasa mezarlığı incelemeye iten gazetecilik mesleğini icra edenler olarak, mevcut savaşın en acımasız, en tehlikeli ve en korkunç savaş olduğunu itiraf etmekten başka elimizde bir şey yok.

Dün sahneler zihnime hücum etti. General Ariel Şaron’un 1982’de kuşatma altındaki Beyrut'a ateş yağdırdığını, halkını bir parça ekmekten, bir damla sudan ve elektrikten mahrum bıraktığını hatırladım. Aynı zamanda o gün İsrail uçaklarından atılan ve sakinlere şehri terk etmeleri için ‘güvenli rotalar’ veren broşürleri de hatırladım. Yaser Arafat’ın kefiyesinin direndiğini ve -savaşçıların yeni sürgüne yelken açmak zorunda kalmasından sonra- davayı kendi topraklarına, özellikle de Batı Şeria ve Gazze’ye döndürmeyi seçtiğini de hatırladım. O günlerde İsrail daha güçlüydü, caydırma yeteneği daha fazlaydı, Hizbullah doğmamıştı, Hamas ortaya çıkmamıştı ve İran Irak’la savaşının içine gömülü durumdaydı. Büyük soru şu: Güç sarhoşluğu ve kibri, İsrail’in siyaset ve güvenlik kurumunun gözünü, güvenlik ve istikrarın Filistinlilerin haklarının enkazı üzerinde kurulabileceğine inanacak kadar kör mü etti?

Gazze’deki mevcut savaş önceki çatışmalardan daha tehlikelidir. Hamas saldırısı, yol açtığı olaylarla ve kurbanların ve rehinelerin sayısıyla İsrail toplumunu sarstı. İsrail ordusunun taviz vermemekte ısrar ettiği caydırıcılık imajına büyük bir darbe indirdi. Binyamin Netanyahu’nun yanı sıra Savunma Bakanı ve ordu kurumunun saldırı sonrası yaptığı açıklamalar ‘savaşın bir ölüm kalım savaşı olduğunu’ gösteriyor. Açıklamalarda Hamas’ın parçalanıp silineceğinden ve Gazze’de saldırı öncesindeki durumun tamamen değiştirileceğinden bahsediliyor. İsrail’de savaş hükümetinin kurulması, tehlike hissinin derecesinin açık bir ifadesiydi. Bu his, generallerin elini kolunu serbest bıraktı ve sınırları ve kayıpları kontrol edilemeyecek yıkıcı bir savaşın habercisi oldu.

Mevcut savaş öncekilerden daha tehlikelidir. Gözlemciler arasında Gazze’deki savaşın, bölgesel düzeyde rollerin sınırlarını ateşle çizmeyi amaçlayan geniş bir savaşın ilk halkası olmasından korkanlar var. Gazze savaşının kıvılcımlarının uçuşup başka yerlere sıçrayabileceği korkusu, Joe Biden yönetimini bölgeye iki uçak gemisi göndermeye ve Hamas’ı destekleyen taraflara çatışmaya girmemeleri konusunda açık bir uyarı mesajı göndermeye itti. Washington şu ana kadar Tahran’ı açıkça suçlamaktan veya uyarı için hedef tahtasına koymaktan kaçınmış olsa da, Tahran’ın bir şeyleri hedeflediği ve Güney Lübnan ve Golan cephelerini harekete geçirebilecek tek tarafın o olduğu aşikâr. İsrail’in Şam ve Halep havaalanlarına yaptığı hava saldırıları İsrail’in Suriye’ye değil İran’a ateşle gönderdiği bir mesajdır.

Netanyahu’nun zor durumuna dikkat çekenler var. Savaşın bitişi, siyasi bir oyuncu olarak sonunun habercisi olabilir. Silahlar sustuğunda, El-Kassam Tugayları’nın saldırısını öngörememenin ve güvenlik güçlerinde ve bir bütün olarak İbrani devletinde ortaya çıkan kırılganlığın faturası ona kesilecektir. Siyasi pencerelerin tamamının kapatılmasından ve patlamanın tek seçenek haline getirilmesinden de onu sorumlu tutacaklar çıkacaktır. İki devletli çözümü ve müzakere seçeneğini patlatmak için Filistin bölünmesi üzerine oynamaktan ve uluslararası alanda Filistinlilerin sesi olarak kabul gören Filistin Yönetimi’nin sesini ortadan kaldırmak için Hamas’ın varlığının ideal bir garanti olduğuna inanmaktan sorumlu tutulacaktır.

Gazze’ye yapılacak büyük çaplı bir kara saldırısının her türlü tehlikeye kapı aralayacağı ortada. Batı Şeria sokaklarında kanlı bir çatışmanın sinyalleri gelmeye başladı. İsrail-Lübnan sınırında ve belki de Golan sınırında savaşın alevlenmesi tehlikesi var. İki cephede yapılacak bir savaşın Netanyahu’yu çatışmayı daha da genişletmeye itebileceğini ve belki de ABD’yi İran’la çatışmaya çekmek için İran topraklarındaki bölgeleri veya tesisleri hedef alabileceğini öne sürenler var. Tahran’ın, Netanyahu’nun ‘İran’ın kollarını kesmeye’ dayalı politikasının ilerlemesine boyun eğmesi gibi bir durumu hayal etmek de zor.

Gazze bölgenin arterlerine bağlı. Karadan saldırı olursa bu siviller arasında felakete yol açacaktır. Ayrıca çatışmanın genişlemesine kapı açabilir. Bu yüzden en acil yapılması gereken şey, sivilleri yakın tehlikeden kurtarmak ve tansiyonun yükselmesini engelleyip savaşı durdurmaya doğru ilerleyerek uluslararası insancıl hukukun yükümlülüklerini hatırlatmak için harekete geçmektir. Hiç şüphe yok ki eski duruma dönmek imkansız. Siyasi çözümün ve haklara saygının kapısını yeniden açacak bir bağlamın olması gerek. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’dan duyduklarının özü budur. ABD’nin, gerilimi durdurma arayışı ve pozisyonları savaşı durdurmayı kabul edecek kıvama getirme konusunda en yetenekli taraf olduğu da bir sır değil. Bu misyon, pratikte Gazze’yi insani bir felaketten kurtarmak ve bölgeyi büyük bir çöküşten kurtarmak demek.