Mişari Zeydi
Suudi Arabistanlı gazeteci- yazar
TT

Filistin ve Arap-İslam Zirvesi

Riyad'da düzenlenen Arap-İslam Zirvesi, işlerin rayına girmesi yönünde atılan önemli bir adımdır.

Filistin meselesi tüm Arapları ve tüm Müslümanları ilgilendiriyor. Bu devasa kültürel blokların, yani Arap dünyası ve onunla birlikte İslam dünyasının da kendi pozisyonları, düşünceleri, çıkarları ve değerleri var.

Ayrıca zirveye katılan bu ülkeler, Arapların ve diğer Müslümanların görüşünü ve iradesini ifade eden ülkeler. Temsilcileri İbrahim Reisi ve Beşşar Esed aracılığıyla İran ve Suriye'nin de zirvelerde var olmaları çok iyi oldu. Gerçekçi olmayacak kadar yüksek çıtalı devrimci konuşmalarına rağmen, nihayetinde zirveye katıldılar ve nihai bildiriyi onayladılar.

Direniş veya normalleşme karşıtı adı verilen ekseninin takipçileri, Filistin konusunda Arap ülkelerini hedef almakta aşırıya gitmeye, ister İran ister İranlı milislerin liderleri (Hasan Nasrallah ve bugün en önemlisi olan başta Hamas olmak üzere Müslüman Kardeşler grupları) olsun kendi liderleri dışında Arap ve İslam liderlerini ihanetle suçlamaya alışkınlardı. Zirveler onları zor durumda bıraktı.

Hamas’tan bahsetmişken ki bu önemli bir nokta, Suudi Arabistan'daki Olağanüstü Arap-İslam zirvesinin sonuç bildirisinde ‘Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu vurgulandı.

Bildiri, tüm Filistinli gruplara ve güçlere FKÖ çatısı altında birleşme çağrısında bulundu, FKÖ liderliğindeki ulusal ortaklık ışığında herkesin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini vurguladı.

Bu önemli bir tutumdur ve Hamas’ın otoritesinin gayri meşru ve bir darbe otoritesi olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Filistin için tek meşru ve tanınmış temsilci, omurgasını Batı Şeria'daki Filistin Ulusal Otoritesine başkanlık eden el-Fetih Hareketi’nin oluşturduğu FKÖ'dür.

Buradan hareketle savaş ve barış kararı Hamas’ın değil ‘münhasıran’ Filistin Ulusal Otoritesi’nin elindedir ve bu çok açık bir konudur. Tıpkı savaş ve barış kararının Hizbullah milislerinin değil de Lübnan devletinin elinde olması gerektiği gibi, öyle değil mi?

Fotoğrafı daha da netleştirmek için şunu bir hayal edin: Herhangi bir devlet istikrarlı, bütünlüklü, kurumları olan bir Arap devletine ait bir toprak parçasını işgal ediyor, saldırıyor veya asayişini bozuyor (Allah korusun). Bu durumda devletle koordinasyon içinde olmayan bir grubun kendi başına savaş kararı alması ve bunu sonsuza kadar sürdürmesi mümkün müdür?!

Kaldı ki Filistin Ulusal Otoritesi'nin iki devletli çözümü, Arap ve uluslararası referansları açıkça tanıdığını, Hamas'ın ise bu konuda manevra yaptığını söylemeye bile gerek yok. Bu arada Hamas’ın yayınlanmış tarihi anlaşmasının, Filistin meselesini siyasi bir mesele değil, hedefi toprak ve dünyevi hesaplardan bambaşka bir şey olan dini bir mesele olarak ele aldığını da söyleyelim.

Diğer yandan Riyad'daki Arap-İslam Zirvesi bildirisinin Filistin sorununu doğal konumuna iade etmeyi başardığını düşünüyorum. Nitekim bildiride, Filistin meselesinin merkezi bir mesele olduğu, zirvede bir araya gelen Arap ve İslam ülkelerinin tüm enerji ve imkanlarıyla Filistin halkının yanında olduğu, özellikle kendi kaderini tayin etme ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Kudüs-ü Şerif olan bağımsız, egemen devletinde yaşama hakkını desteklediği belirtildi.

Bildiri şunu da ekledi:

"Filistin meselesini görmezden gelerek veya Filistin halkının haklarını göz ardı ederek bölgesel barışa ulaşmanın imkansızlığını ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nın desteklediği Arap Barış Girişimi'nin önemli bir referans olduğunu teyit ediyoruz."

Bunlar gerek Arap gerekse Arap olmayan köktendinci hareketlerin gündemleri ve gizli gayeleri değil, Arap ve Müslümanların çözüm yolu ve çerçevesi, aksiyon alanı ve hedefidir. İsrail saldırganlığına karşı Filistin halkına sunulacak gerçek yardım böyle olmalıdır.