Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Batı'nın Ukrayna ve Filistin konusunda çifte standartlı tutumu

2023 yılı, Batı'nın Rusya-Ukrayna çatışmasına ve İsrail'in Filistin'deki katliamlarına yönelik farklı tutumları arasındaki geniş mesafeyi ve çifte standartlı söylemini açığa çıkardı.

Rus güçleri 24 Şubat 2022'de Ukrayna topraklarını işgal etmeye başladı ve 7 Ekim 2023'te Filistin direnişi de işgal altındaki Filistin topraklarının bazı kısımlarında askeri eylemler gerçekleştirdi. İlk vaka, Avrupa Kıtası’nın kalbinde, ikinci vaka ise Arap dünyasının kalbinde yaşandı. Coğrafi konumlardaki farklılık Batı'nın tutumunda bir çifte standart mı gerektiriyor? Her iki durumda da Batı'nın benimsediği aynı değer ve ilkeler mi uygulandı yoksa Ukrayna örneğinde bu ilkeler üzerinde durulup bunlara saygı gösterilmesi talep edilirken, Filistin davasında gömülmese bile unutuldu mu? İki çatışmanın durumundaki bu farklılık, Batılı bir yazarın üçüncü dünya ülkelerinin Avrupa Birliği'ni yalnızca sömürge imparatorluklarının bir araya geldiği bir kulüp olarak gördüğü yönündeki haklı olan görüşünü doğrulamıyor mu?

İster göçmen ister silahlı çatışma kurbanı olsun başkalarının hayatlarının değeri, bir Avrupalının hayatının değerine eşit değil mi?

Ukrayna hükümetinin ve Cumhurbaşkanı’nın, Rusya topraklarını işgal ettiğinde bazı Arapların onlarla dayanışmasına, bazılarının ise kendilerini maddi yardımlarla desteklemesine karşılık olarak Filistin halkıyla en ufak bir dayanışma göstermemesi ilginç ve şaşırtıcı değil mi? Gazze ve Batı Şeria'da yaşanan dram karşısında, çoğu Avrupa Birliği ülkesi ve ABD’nin iddia ettiği gibi, İsrail’in kendini savunma hakkına sahip olduğu gerekçesiyle binlerce çocuk ve kadını öldürmesi karşısında İsrail'in barbarlığını kınayan hiçbir ses yükselmedi! Neyse ki Batılı halkların pozisyonları İsrail'in gerçekleştirdiği katliam sahnelerinden hükümetlerine göre daha çok etkilendi. Batı ülkelerinin çoğunun başkentlerinde gerçekleşen büyük gösteriler, Batılı hükümetlerin İsrail'e olan mutlak desteğinin göreceli olarak azalmasına yol açtı. Ama Biden yönetiminin tutumu, Başkan Biden ve Dışişleri Bakanı'nın kişiliği nedeniyle bazı Batılı ülkelerin bu tutumuyla farklılık gösterdi. Zira Başkan Biden, Siyonist olmak için Yahudi olmanın şart olmadığını söylemekten çekinmezken, Dışişleri Bakanı, 7 Ekim'den sonra İsrail'e yaptığı ilk ziyarette açıkça oraya ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak ve İsrail’e onunla dayanışma içinde olduğunu göstermek için geldiğini söyledi.

Pek çok Avrupa Birliği ülkesinin tıpkı antisemitizmi suç sayması gibi Siyonizm karşıtlığını da suç sayması ilginç değil mi? Buna karşılık herhangi bir Batı ülkesi İslamofobiyi suç saydı mı? Batı'da ve Avrupa Birliği'nde, özellikle de Almanya'da işlerin bu noktaya geleceği tasavvur edilebilir miydi? Almanya geçtiğimiz günlerde, onlarca yıldır yardım ettiği insan hakları alanında çalışan bazı Arap sivil toplum örgütlerine verdiği mali desteği iptal eden bir karar yayınladı. Almanya, İsrail'in Filistinli kadın ve çocuklara yönelik işlediği katliamları, soykırımı ve insanlığa karşı suçları kınadıkları için bu örgütlere yaptığı yardımları iptal etti. Almanya'nın bu tutumundan daha da kötüsü, ‘LBBC’ tarafından yayınlanan Saksonya eyaletinin Alman vatandaşlığı elde etmek için yeni bir şart getirdiğine dair haberdi. Habere göre eyalet, vatandaşlık başvurusunda bulunanlara İsrail'in var olma hakkını desteklediklerini beyan etmelerini şart koşuyor. İçişleri Bakanlığı'nın yayınladığı kararnamede ‘İsrail devletinin var olma hakkının Alman devletinin varlık sebebi olduğu’ ve bu nedenle vatandaşlık başvurusunda bulunanların bunu yazılı olarak kabul etmeleri gerektiği belirtiliyor.

Alman devleti, Holokost nedeniyle İsrail'e karşı ‘özel bir sorumluluğu’ olduğuna inanıyor. İsrail devletine olan bağlılığı sadece siyasi bir amaç değil, aynı zamanda Almanya'nın bugünkü varlığının önemli bir parçası. ABD’deki Brown Üniversitesi'nde Yahudi çalışmaları uzmanı olan ve Alman ve İsrail çifte vatandaşlığına sahip akademisyen Katerina Galor bu tür bir fanatizmin yanlışlığını şu sözlerle ortaya koyuyor:

“Almanya'da Holokost ile İsrail'in kurulmasının gerekliliği arasında açık bir tarihsel bağlantı var ancak Alman hükümetinin görmezden geldiği diğer bağlantı ise Holokost ile dünyadaki en büyük mülteci krizlerinden birine yol açan Filistin Nakbası arasındaki ilişkidir.”

Bu içeriden gelen bir tanıklık, nitekim bu gazetenin yazarı da daha önceki bir makalesinde Holokost ile İsrail Devleti'nin kuruluşu arasındaki diyalektik ilişkiye değinmişti.

Uluslararası hukuk açısından Rusya, Ukrayna'ya saldırdı ve topraklarının bir kısmını işgal etti. İsrail de aynısını yaptı ve Filistin topraklarına işgal gerçekleştirdi. Çeşitli uluslararası kararlarla BM açıkça İsrail'in yaptığının, uluslararası hukuku ihlal ederek Filistin topraklarının işgali olduğunu kabul etti. Önde gelen bir yazarın işaret ettiği gibi neden bu iki durumda Batı'da aynı tavrı alınmadı? ABD ve Avrupa Ukrayna örneğinde olduğu gibi neden saldırıya uğrayan ülkenin yanında değil de saldırgan ülkenin yanında yer aldı? Ukrayna savaşının ilk günlerinde Avrupa, milyonlarca Ukraynalı mülteciye sınırlarını açarken, Irak ve Afganistan'dan gelen mültecileri aynı sıcaklık ve cömertlikle kabul etmedi. Farkın nedeni, bir İngiliz gazetecinin yazdığı gibi, Ukraynalıların bize benzemesi, bizim gibi Netflix izlemeleri, Instagram hesaplarının olması, özgür gazeteler okumaları mı? Ruslar Ukrayna'yı işgal ettiğinde Washington ve Brüksel, Moskova'ya sıkı yaptırımlar uyguladı (petrol ambargosu, ticaret ve bankacılık işlemlerinin kısıtlanması...) Bu yaptırımların hiçbiri İsrail'e karşı uygulanmadı. İsrail'i boykot çağrısı yapan örgütlere savaş açıldı ve Yahudi düşmanlığıyla suçlandılar. ABD, Kanada ve Almanya'da yasaklandılar, Fransa'da mahkemelerde yargılandılar! Batı, Ukrayna'ya silah verirken aynı zamanda Filistin topraklarını işgal eden İsrail'e de silah veriyor ve Filistinlileri askeri olarak desteklemeye çalışanları misillemeyle uyarıyor ve tehdit ediyor.