İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Kökü ABD ile dalları İsrail ve İran arasındaki Ortadoğu

İsrail ile İran’ın özellikle son haftalarda birbirlerine verdikleri karşılıklı mesajlar her iki tarafın niyeti konusunda artık şüpheye yer bırakmıyorlar.

Burada her iki tarafın öncelikle Filistin meselesi, ikincisi Tel Aviv ile Tahran arasındaki ikili ilişkiler de dahil olmak üzere bölgesel harita ile ilgili niyetlerini kastediyoruz.

Zira tanık olduğumuz yumuşak anlaşmalı saldırılarda, ABD'nin ustaca "yönetmenliği" neredeyse kabul edilebilir silahlar, hedef alınmasına izin verilen yerler, hatta azıcık da olsa utanılmasa, her iki tarafın da kayıplarının boyutu üzerinde anlaşmak gibi ayrıntılara kadar dahildi.

Doğrudan ve dolaylı mesajlardan Tel Aviv ve Tahran'ın “angajman kurallarına” tamamen bağlı oldukları, dolayısıyla her birinin itibarını koruduğu anlaşıldı. Bunu yaparlarken de, İsrail Filistinlilere karşı zorla göç ettirme ve katliam politikalarına devam ediyor, onların davasını öldürme ivmesini artırıyor.  Öte yandan İran, bölgenin gerçeklerinde niteliksel bir değişiklik yaratamayan Arap siyasi sistemi ve uluslararası toplum aleyhine daha fazla ucuz puanlar kazanmaya devam ediyor, aşırılıkta daha ileri gidiyor.

Zorla göç ettirme hedeflerini duyurmakta, 7 Ekim'den bu yana geçen aylar boyunca Binyamin Netanyahu, Itamar Ben Gvir ve Bezlil Smotrich açıklamalar, haritalar ve sistematik yıkım yoluyla adeta yarıştılar. Meslektaşları Savunma Bakanı Yoav Galant ile deneyimli "sağduyu ve oportünizm generali" Benny Gantz da zaman zaman onlardan geri kalmadılar.

Aslında işler de, bu kişilerin istediği gibi gelişti. Gelişmiş silah tedariki köprüsünden, İsrail savaş makinesinin çalışmasının aksamasını önlemek, dolayısıyla ister Refah'ın düşüşünden sonra dursun, isterse Batı Şeria'ya doğru genişlesin, zorla göç ettirme planının ivmesi korumak için BM Güvenlik Konseyi'ndeki “veto” dizisine kadar uzanan mutlak Amerikan onayı ile desteklendiler.

Öte yandan, İran'ın başlangıçta yanıtı - birkaç aydır gördüğümüz gibi - Tahran'ın Arap Maşrık (Levant)  bölgesindeki milis kollarını taciz etme, rahatsız etme ile birlikte bazı sözlü "kabadayılıklar” ile görevlendirmek oldu. Amacı Gazze Şeridi'ndeki askeri denklemi etkilemeden varlığını kanıtlamak ve eleştirilerden kurtulmaktı.

Ancak zaman geçtikçe Tahran ve Devrim Muhafızlarına bağlı her milis grubun operasyon alanıyla ilgili olarak yerel düzeyde "angajman kurallarını" değiştirecek yeni bakış açılarının ortaya çıkması doğaldı. Bu bakış açılarının başında şüphesiz şu dört şey geliyordu:

1- İsrail içinde, özellikle rehinelerin ve kaçıranların aileleri arasında artan sıkıntı ve endişe.  Netanyahu hükümetinin kalması halinde ailelerin rehinelerin kaderi ile ilgili kaygıları artmaya başladı. Hatta sokaklarda ve meydanlarda gösteriler ve oturma eylemleri düzenleme yoluyla gerilimi tırmandırma yolunu benimsediler.

2- Aç bırakma savaşı, vahşi bombardıman, Filistinli sivil kurbanların -özellikle çocukların- trajik görüntüleri ve Gazze Şeridi'ndeki korkunç yıkım canlı yayın ile tüm dünya tarafından izleniyor. Gazze’de doğrudan hedef alınmayan okul, üniversite veya hastane neredeyse kalmadı. Bu mesele, zorla göç ettirme planının vahşetine rağmen, sonsuza kadar “karşılıksız” kalması zor sonuçlar bırakmaya başladı.

3- ABD'deki seçim yılında özellikle birçok Müslüman ve Arap Amerikalının yanı sıra liberal ve ilerici hareketlerin üyelerinin kritik eyaletlerde yönlendirdiği açık muhalefetin gölgesinde, Başkan Joe Biden yönetiminde, ürkek "utanç ve sıkıntı" emarelerinin görülmeye başlanması. Burada şunu söylemek gerekir ki, her ne kadar Donald Trump'ın kişiliği Demokrat bir seçmenin oyunu kendi partisi yerine Cumhuriyetçi Partiye vermesini imkansızlaştıracak derecede kutuplaştırıcı olsa da, çok sayıda Demokrat seçmenin kritik eyaletlerde oy kullanma konusundaki isteksizliği bile Biden'ı yenmesi için yeterli olabilir.

4- Radikal aşırılık yanlılarının tekrarlanan provokatif aleni tutumları karşısında şok olmuş.Arap dünyasındaki pek çok çevrede artan hoşnutsuzluğa ek olarak, itiraz seslerini susturmak amacıyla ABD ve Batı Avrupa genelinde İsrail “lobileri” tarafından uygulanan ve uygulanmaya devam eden benzeri görülmemiş baskı. Bu baskı medya kuruluşlarından başlayarak üniversite kampüslerine kadar itiraz eden sesleri susturmayı, itiraz edenleri  “antisemitizm” suçlamasıyla taciz edip onlara şantaj yapmayı amaçlıyor.

Bu dört husus, Netanyahu ve yandaşlarının Refah'a saldırıp işgal etmekten geri adım atmasını engellemeden, angajman kurallarında "bazı değişiklikler" yapılmasını gerektiriyordu. Böylece İsrail ve İran tarafları, bir “telepati” gibi görünen bir olayla, Washington'daki basın sızıntılarının ve resmi medya açıklamalarının söylediğinin aksine, oyundaki tüm kartları elinde bulunduran Amerikan kararının mutlak otoritesi altında “angajman kurallarını” değiştirmeye başladılar.

İşin aslı şu ki, son haftalarda İHA’lar ve füzeler ile verilen “mesajlar”ın kanıtladığı gibi, Tahran'ın tüm Arap bölgesel “araçları”, tıpkı İsrailli “savaş ve barış karar vericiler” gibi Washington'un vizyonuna ve önceliklerine tabidir.

Gerçekten de Washington saldırı ve karşı saldırılar ritminin ayarlayıcısıydı. Refah meselesi tamamen unutulurken ya da neredeyse unutulmaya yüz tutarken, askeri gerilimde izin verilen sınırları herkes onunla istişare ediyordu.

Dün bir Arap askeri uzmanının belirttiği gibi bu İsrail-İran mesajları, "rolleri dost ve düşman olarak bölüşmüş müttefik ordular arasında sahadaki olası bir  durumu simüle etmek" gibiydi. Bu, İsrail'in söz konusu simülasyonda yok edilmesi gereken bir düşman değil, bir düşman örneği olduğu anlamına geliyor.

Bu doğru bir ifade ve doğru bir benzetme. Burada, -aksi iddialara rağmen- tek bir küresel referans güce tabi olan, ortak bir düşmanla savaşan ve ikisi de kayıp vermeyen iki bölgesel güç arasında "çatışmacı" olmaktan ziyade "tamamlayıcı" bir durumla karşı karşıyayız. Dolayısıyla burada tek ve her zaman kaybeden “ortak düşman” yani Arap ülkeleridir!

Bu nedenle, yukarıdakilere dayanarak aşağıdakileri açıkça dillendirmeliyiz:

1- 7 Ekim'den bu yana peş peşe yaşanan olaylar, İsrail'in her zaman kendi gücüyle çevresindekilerle mücadele edemeyeceğini teyit etti.

2- ABD-İsrail “özdeşleşmesinin” siyasi, askeri ve çıkarlar açısından tam ve mutlak olduğu şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmıştır.

3- İran liderliği, medya kuruluşlarının ısrarının aksine, İsrail'e karşı Ortadoğu'nun tamamı düzeyinde bir “varoluş savaşı” yürütmüyor. Aksine nihai hedefi  İsrail ve Türkiye ile bölgesel nüfuz paylaşımı denklemine ortak olmaktır.

4- Sözlü meydan okumaların sıklığı ne kadar artarsa artsın, küçük tacizlerin ve sınırlı çatışmaların ivmesi ne kadar yükselirse yükselsin ABD-İran çatışması söz konusu değildir. Aksine İran, bir oluşum olarak (rejim olarak olması şart değil), Washington'un İslam dünyası ile ilişkilerinde ve ince hesaplarında merkezi bir stratejik öneme sahiptir.