Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Batı ve çöküş arzusu!

Amin Maalouf'un ‘Labirent: Batı ve Hasımları’ adlı yeni kitabını okumak için epey geç kaldım. Kitabı önceki iki eseri olan ‘Çivisi Çıkmış Dünya’ ve ‘Uygarlıkların Batışı’ adlı kitaplarına benzer buldum. Bu kitap, Batı'nın, Japonya ve Sovyetler'den (Ruslar) gelen Asyalı sayılabilecek büyük meydan okumaların üstesinden geldiği ve şimdi de önceki iki meydan okumada olduğu gibi ABD liderliğinde, Çin ile boğuştuğu iki yüzyıl ve daha uzun bir süre boyunca dünyanın Batı (Avrupa ve ABD) ile ilişkilerine dair derinlemesine bir tarihsel araştırmayı içeriyor.

Her meydan okuma ve çatışma döneminde tarihçiler ve stratejistler şöyle der: “Bu sefer diğerleri gibi değil!” Ama bence gerçek şu ki, bu sefer öyle. Çünkü Batı'ya ve onun sömürgecilik dönemine (Sovyetler ve solcular buna emperyalizm diyordu) saldırı neredeyse evrensel. Yazarların ve stratejistlerin kınamalarının yarısı Amerikalılar ve Avrupalılardan geliyor. Sebepler çok ama sonuç aynı: ‘Batı'nın kınanması ve çöküşünün arzulanması ya da çöküşün veya en azından kopuşun çoktan gerçekleştiğinin gösterilmesi!’ Maalouf ve Emmanuel Todd'a göre (Batı'nın çöküşü üzerine) güdüler ahlaki ve insanidir. Ferid Zekeriya bunu sistemlerin ve devletlerin etkinliğinin azalması ve Çin'in üstünlüğü meselesi olarak görmektedir. Son olarak Joseph Nye, ‘Yumuşak Güç’ kitabında Amerikan modelinin uzun bir egemenlik döneminden sonra iç ve dış nedenlerle daha az çekici hale geldiğini savunmaktadır.

Yeni Solcular ve Talal Asad gibi antropologlar arasında bilinen adıyla ‘sömürgeci söylem’ eleştirisi 1970'lerde başlamış ve Edward Said'in ‘Oryantalizm’, ‘Kültür ve Emperyalizm’ kitaplarıyla zirveye ulaşmıştır. Ancak, Arap, Hintli ve Latin Amerikalı entelektüeller arasında halen canlı ve iyi durumda olan sömürgeci Batı'ya karşı kampanya, Said'in Oryantalistleri Aydınlanma değerlerine ihanet etmekle eleştirmesinin ötesine geçerek, Aydınlanma değerlerini ihlal ettikleri için suçlamak yerine, Aydınlanma değerlerinin kendisini suçlayan eleştirel bir düşünce akımının (madun akımı) oluşmasına yol açtı. Aydınlanması ve liberalizmiyle olduğu kadar sağcılığı ve sömürgeciliği ile tüm Batı, dünyanın ve kendisinin düşmanıdır. Bu akım (madun akımı) devam etmekte ve büyümektedir. Çinliler ve Ruslar, Ruslar nükleer silah kullanma tehdidinde bulunduğunda (meşru müdafaa!) ve Çinliler ılımlı davrandığında ve uluslararası sistemi çok kutupluluğa doğru değiştirmeyi talep ettiğinde, Çin ekonomisi üzerindeki baskılara son verilmesini istiyorlar ve 2013 yılında ‘Kuşak ve Yol’ adı altında başlattıkları küresel ortaklık için stratejilerini hatırlatıyorlar, strateji ve politikalarda bu dalgayı sürmeye çalışıyorlar.

Kötümser Batılı stratejistler, Batı'nın her iki tarafını da kınamak için aynı nedenlere sahip değiller. Zira bazıları üzgün ve pişmanlık duyarken, diğerleri seviniyor. Batı, artık yirminci yüzyılın büyük bölümünde olduğu kadar güçlü ve baskın değil. Dünyanın şu anki durumu, Çin'in ekonomi, askeri ve bilimsel ilerlemedeki yükselen gücü nedeniyle ‘post-Amerikan dünya’dır. (The Economist'in son sayısının başlığı: Çin Biliminin Yükselişi!). Diğerleri ise Batı'nın ve yumuşak güçlerinin sert güçlerinden önce parçalanmasının, ülkeleri yönetmedeki beceriksizlikten ve boyun eğdirmek için savaşa başvurmaktan kaynaklandığını, bunun olumsuz sonuçlarının Afganistan, Irak ve şimdi de Filistin'de görüldüğünü savunuyor. Kibirli Fransız Emmanuel Todd, sağcı, göçmen ve göçmen karşıtı hareketin yükselişine işaret ediyor. Avrupa Birliği fikri bile Avrupa'daki gençler için artık cazip değil. Başarısızlığın en bariz göstergesi, Batı Afrika'daki Fransız ve Amerikan etkisinin, daha iyi bir seçenek ya da alternatif olmayabilecek Ruslar ve Çinliler lehine çökmesidir. Ancak önemli olan Batı nefretinin ana akım bir eğilim haline gelmiş olmasıdır!

Batı'ya yönelik nefret dalgası şu anda iki nedenden dolayı körükleniyor: ‘Avrupa'da aşırı sağın yükselişi’ ve ‘son sömürge savaşı olarak gördükleri Gazze'ye yönelik İsrail-ABD savaşı.’ ABD'nin katılımı ve Avrupa'nın siyasi ve ahlaki zayıflığı olmasaydı, İsrail'in bu imha savaşını başlatamayacağını söylüyorlar.

Geçen yüzyılın Fransız tarzı entellektüalist bir düşünürü eleştirisinde radikal ve tavizsiz olurdu. Ancak bunu yaparken ve çoğu Batı'da yaşayan üçüncü dünya entelektüelleri onu takip ederken, hümanist bir eğilimle seçenekler ve alternatifler sunmaya çalışıyordu. Son yıllarda büyüyen madun hareketinin (ki bunların bir kısmı Arap entelektüellerden oluşuyor) sorunu, Batı Aydınlanması’nın fikirleri de mahkûm edildiği için alternatiflere çok az ilgi duyarak dünyanın boğucusu olarak Batı'ya karşı nefreti yaymasıdır. Batı kamuoyunun bir kısmı ise Aydınlanma’ya inanmamaktadır.

Maalouf'a göre Batı, önceki Asya meydan okumalarının üstesinden geldi. Küresel düşünce ve ondan önce küresel gerçeklik bu kez nereye gidiyor?