Hasan Nasrallah son konuşmasında, Hizbullah ile İsrail arasında geçen pazar günü şafak vakti yaşanan son çatışmayı eski bir tarihe bağlarken, birçok tarihi dini düşünceye dayandı. Siyasi tezini güçlendirmek için o eski dönemi günümüze çağırdı. Nasrallah'ın konuşmasının belki de üçte biri, İmam Hüseyin'in şehadetinin 40’ıncı gününden, Kerbela'dan ve Irak halkının cömertliğinden bahsettiği mezhepsel bir seferberlikti. Bu, takipçilerinin gönlünde teveccüh bulsa da herhangi bir siyasi veya rasyonel içerik taşımıyor. Geçtiğimiz pazar günü şafak vakti yaşananların, Hizbullah’ın en üst düzey askeri lideri Fuad Şükür'ün öldürülmesinden 25 gün sonra intikamını alma operasyonunun sonu olduğunu söyledi. Gizlenmek istenen çelişki, tüm bu zaman boyunca direnişin kolları arasında şu soruyu cevaplamak için istişarelerde bulunulduğunu söylediğinde ortaya çıktı; kolektif olarak mı, yoksa tek olarak mı karşılık vermeliyiz? Aslında bu soru İsmail Heniyye'nin Tahran'da öldürülmesinden sonra soruldu ve bunun (yani kolektif yanıtın) Fuad Şükür ile hiçbir ilgisi yok. Ancak Nasrallah, Şükür'ün öldürülmesinden 24 saat sonra öldürülen Heniyye meselesini tamamen görmezden geldi!
İsrail tarafından da çatışmanın son olduğu yönünde hızlı bir yanıt geldi ve “angajman kurallarına” geri dönüleceği duyuruldu. Yani, İsrail ile Hizbullah arasında öngörülebilir gelecekte tansiyon herhangi bir şekilde yükselmeyecek ve bu da ikili ilişkileri hassas bir cetvelle kontrol eden “arka kapıların” var olduğunu gösteriyor. Sayın Hasan Nasrallah, Fuad Şükür'un banliyödeki evinde öldürülmesinin “angajman kurallarından bir sapma” olduğunu söyledi. Dolayısıyla bu kurallara geri dönüş, banliyöde Hizbullah liderlerinin güvende olması anlamına geliyor fakat Filistin liderliğinin güvende olduğu anlamına gelmiyor.
Hasan Nasrallah zafer konuşmasında “inan sonra kanıtla”, yani, istediğiniz nihai sonucu belirleyin ve ardından bunu kanıtlayacak kanıtları toplayın metodunu benimsedi. Aynen de öyle oldu; İsrail'in Hizbullah’ın pazar günü şafak vakti İsrail'deki mevzilere bir grup füze fırlatma niyetini öğrendiğini itiraf etti ve bundan (yalnızca) yarım saat önce İsrail'in önleyici olarak adlandırdığı saldırıyı gerçekleştirdiğini söyledi. Ardından İsrail'in zamanlamayı ve Hizbullah’ın saldırı niyetini bilemediğini, ancak -işte dinleyicilerin aklını küçümseyen açıklama da budur- o gün şafak vakti savaşçıların fırlatma sahalarına doğru gittiğini gördüğünü ve bu yüzden saldırıyı önleyici bir saldırı ile engellemeye karar verdiğini anlatıyor. Bu sonuç, zeki bir dinleyicinin zihninin küçümsenmesi dışında nasıl yorumlanabilir? Programlanmış zihinler ise bilgiyi olduğu gibi alıp kabul ettiler, dahası her zamanki gibi zaferi kutladılar. Peki, yarım saat önceden saldırıyı öğrenip, hazırlığı uzun zaman alacak 100 uçakla saldırmak askerî açıdan mümkün müdür?
Öte yandan Nasrallah, konuşmasında İsrail'in hiçbir platforma zarar vermediğini söyledi ve şöyle devam etti; bu arada bunlar bize çok fazla maliyeti olmayan ucuz platformlar, fiyatı sadece 8 ila 10 bin dolar arasında. Bir insan olan ve inandığı veya geçim sıkıntısı için platformların yanında durmak zorunda olan savaşçıların kaybını önemsemeden ve onlardan bahsetmeden, platformların kaybedilmesini, fiyatının düşüklüğü ile önemsizleştirmeye çalıştı. Burada soru şu; bu platformlar önleyici saldırıda vuruldu mu, vurulmadı mı? Cevap belirsizdi ama anlamı şuydu; vuruldu ama bunlar zaten çok maliyetli değil. Ardından konuşmasında Hizbullah’a ait insansız hava araçlarının Tel Aviv yakınlarındaki önemli bir üssü vurduğunu ileri sürdü, ancak İsrail'den gelen fotoğraflar bunun tam tersini gösteriyordu.
Tüm bu senaryo, makul akıllara iki rakip arasında, gerçeği bilmeyen kitleleri her iki tarafın da ilan ettiği bir dizi “zafer” ile tatmin etmek için belki de doğrudan veya dolaylı bir anlaşma olduğunu gösteriyor. Arap aklının gerçeği görmesini engellemek için miras alınmış sisteme başvurma konusunda iki taraf arasında karşılıklı bir birbirine hizmet etme var gibi görünüyor. Ama bu engellemede başarısız oldular.
Hizbullah tarafı ve destekçileri tarihi olayları kendi algılarına göre istismar etmek için çarpıtıyorlar. İsrail tarafı da sanki herhangi bir bedel ödüyormuşçasına, savaş tehdidi nedeniyle uğradığı zararı açıklıyor.
Peki, bu uzun mücadelenin bedelini kim ödüyor? Bir yandan yaşananlardan bıkmış ve çıkmazdan kurtulma umudu olmayan Gazze halkı, diğer yandan medyada gördüğümüz ve duyduğumuz üzere sabrı tükenmiş, memnuniyetsizliği belirginleşmiş durumda olan Lübnan halkının büyük bir kesimi.
Kimse İsrail'in Filistinlilere karşı yaptığı bu katliamları kabul etmediği gibi, hiç kimse de diğerlerinin kendilerini savunma haklarını inkâr etmiyor. Bir karış toprak bile özgürleştirmeden Filistinlilere destek veriyoruz demeye gelince, söz savaşı “generalleri”nin yaptıkları bir büyücülükten başka bir şey değil. Bu savaşta öldürülen askerler “şehit” oluyor, anavatan yoksullaştırılıyor ve sığınaklarında saklanan söz generalleri tarafından vatandaşlar tehdit ediliyor.
Son söz; cehalet dağları birikince siyasi büyücülük kutsallığa dönüşür ve akıl sahibi birçok insan suskun kalır!