Halk devriminin zaferinden birkaç hafta sonra Suriye'nin kenarlarında aniden patlak veren çatışma, Arap toplumsal yapısındaki fay hatlarının hâlâ aktif olduğunu hatırlatıyor. Sivil barışın pekiştirilmesinin, bu yapıdaki aksaklıkların giderilmesine, “vatandaşlık ilkesi”nin özellikle tabanda siyasi toplum üyeleri arasındaki, siyaset ve hukuk düzeyinde ise toplum ile devlet arasındaki ilişkilerin tek temeli haline getirilmesine bağlı olduğuna dikkati çekiyor.
Dini ve etnik çeşitlilik günümüz dünyasında yaşamın normal halidir. İç çatışmalardan kaçınmak için siyaset anlayışımızı bu gerçekliğe göre uyarlamamız gerekiyor. Bu gerçeğin giderek daha fazla kabul görmesi, insanlığın olgunlaştığının, evrenin gerçeklikleri ve zorunlulukları konusunda farkındalığının genişlediğinin kanıtıdır. Çeşitlilik, seçme şansımızın olmadığı bir kaderdir. Biz böyle yaratıldık ve böyle olacağız.
Batı toplumlarının çeşitliliği yasal, politik ve pratik anlamda kabul etmekte bizden çok daha ileri düzeyde olduklarını, bizim ise kaplumbağa hızında ilerlediğimizi söylemek acı vericidir. Bunun sebepleri, sosyo-kültürel yapıyı inceleyen ve sadece sözel gerekçelerle yetinmeyen herkes tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Gerçekten şaşırtıcı olan soru şudur: Batılılar mezhep, ırk ve kültür sınırlarını aşmayı -göreceli de olsa- nasıl başardılar? Böylece hiç kimse ötekinin saldırısına uğramaktan veya kendisine komplo kurulmasından korkmaz oldu. Bunu söylerken, bu toplumların maddi ve çıkarcı sözleşmeler üzerine kurulu olduğunun bilincindeyiz. Buna karşılık, iş birliğinden, dayanışmadan, şefkatten, başkalarını sevmekten ve fedakarlıktan bu kadar çok söz eden toplumlarımız, sanki her zaman devlet öncesi bir toplumda, Thomas Hobbes'un tasvir ettiği gibi, herkesin herkesle savaş halinde olduğu bir dünyada yaşıyor gibi görünüyor.
İslam ülkelerinin çoğu, yalnızca azınlıklar arasında değil, çoğunluklar arasında da kimlik bunalımı olarak tanımlanabilecek bir sorundan muzdarip. Azınlıklar çoğunluğun haklarını inkar ettiğini düşünür, çoğunluk ise azınlığın kendisine ihanet ettiğini düşünür. Her bir tarafın kendi iddiasını destekleyecek onlarca delili vardır. Ancak cevaplanması gereken soru şudur: çoğunluk, azınlıktaki “bireyleri” neden tek bir grup olarak ele aldı? Azınlık, çoğunluğun “bireylerine” neden aynı şeyi yaptı? Yani neden suçluyu sorumlu tutmak yerine, onunla aynı gruptan olan herkesi aynı kefeye koyup hepsine suçlu muamelesi yaptı?
O zaman şu soruyu ele alalım: Her iki tarafın “bireyleri” neden kendi taraflarının iddialarını hiçbir eleştiri veya sorgulama olmaksızın destekliyorlar? Bu grup neden kendi görüşlerinin grup içinden ve dışından sorgulanmasına ve eleştirilmesine izin vermiyor?
Müslümanlar ile diğerleri arasındaki yapısal farklılığın nasıl oluştuğunu anlamak istiyorsanız, Ekim 2023'ten bu yana süren savaş sırasında İsraillilerin davranışlarıyla Arapların davranışlarını karşılaştırın; İsrailli politikacılar, vatandaşlar ve analistler sokaklara, televizyonlara ve gazetelere çıkarak hükümete, başbakanına, orduya ve komutanlarına en ağır eleştirileri yöneltiyorlar ve akşamları güvenli bir şekilde evlerine dönüyorlar. Filistin ve Arap tarafında ise en ufak bir eleştiri yapan herkes vatan hainliğiyle, iş birlikçilikle, Siyonistleşmeyle vb. suçlanıyor. 1973’teki savaştan sonra İsrail, liderliğinin hatalarını belirlemek için üst düzey bir komite kurdu. Rapor yayınlandı ve bu Arapçaya “İhmal” olarak çevrildi. İçinde hükümete, orduya ve güvenlik güçlerine yönelik sert eleştiriler yer alıyordu. Peki benzer bir soruşturma yürütüp kamuoyuna açıklayan herhangi bir Arap ülkesi biliyor musunuz?
Suriye hükümetinin kuzeybatıda gerçekleşen cinayetleri ve ölümleri soruşturmak için kurduğu komitenin gerçekten bağımsız, tarafsız bir ekipten veya en azından çeşitli tarafların temsilcilerinden oluştuğunu, soruşturmada uluslararası standartların benimsendiğini, komitenin dinlediği kişilerin ifadelerini yakın zamanda yayımladığını, eski rejimin devrilmesinden bu yana gerçekleşen menfur eylemlerin sorumlularını tespit ettiğini duyarsam iyimser olabilirim.
Sorunlu toplumsal yapının düzeltilmesi, hem çoğunluk hem de azınlık arasında yaşanan kronik kimlik krizinin ele alınmasını gerektiriyor. Bu, siyasi açıklamalar ve hatta anayasal duyurularla yetinerek gerçekleşmeyecek, bunun için de hızlı, pratik girişimler gerekiyor. Söz konusu girişimler, güven duygusunu artırmalı, hükümetin herkesi kucaklamak ve onlara vatandaş olarak davranmak, aidiyetlerine göre değil eylemlerine göre muamele etmek konusunda kesin bir kararlılığa sahip olduğu mesajını tüm ilgililere iletmelidir.