İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 80 yıl sonra, Müttefikler kati bir şekilde boşanarak yollarını ayırıyorlar. Kararın bu kadar çabuk gerçekleşmesi beklenmiyordu. Roosevelt, Churchill ve Stalin'in Yalta'daki mesajları artık çağımızda geçerliliğini yitirdi. Atlantik'in iki yakasındaki müttefikler ABD ve Avrupa'nın yolları ayrıldı.
Köprünün altından çok sular aktı, tarih artık 1945’teki Yalta toplantısında liderlerin planladığı gibi değil. Coğrafya, yapay zekâ devrimi için artık uygun olmayan tarihin vaatlerinden kurtulmaya mahkûm.
Aynı Atlantik'ten şimdi sadece düşmanları değil, müttefikleri de ilgilendiren yeni bir ilişki modeli çıkıyor.
ABD'nin, Avrupa'nın çökmesini önlemek için iki kez müdahale ettiği biliniyor. İlk müdahalesi Birinci Dünya Savaşı'nda, diğeri ise İkinci Dünya Savaşı'ndaydı. Her iki seferde de savaşa sonunda dahil oldu, başta hiçbir savaşa dahil olmak istemiyordu.
Burada, dönemin İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in, Japonya'nın Pearl Harbor'a saldırdığını öğrendiğinde sevinç ve coşkuyla dans ettiğini belirtelim. Çünkü ABD’nin sonunda Müttefiklerin yanında Alman Nazizmi, İtalyan Faşizmi ve Japon milliyetçiliğine karşı savaşa gireceğini anlamıştı. Bunlar, Birleşik Krallık, Özgür Fransa, Avrupa'nın geri kalanı ve Sovyetler Birliği'nden oluşan Müttefik Devletlere karşı Mihver Devletleri'ni oluşturuyorlardı.
Churchill'e göre, Amerikan müdahalesi çok uzun süren bir savaşın sonu anlamına geliyordu ve Müttefiklerin, Amerika önderliğinde yeni bir dünya düzeni kurmak ve Avrupa'nın siyasi ve ekonomik güvenliğini garanti altına almak için savaşı kazanması gerekiyordu.
Gerçekten de savaş sona erdikten ve Müttefikler Mihver devletlerini yendikten sonra ABD, tüm Avrupa'yı yeniden inşa eden Marshall Planı'nı önerdi. O zamandan beri okyanusun iki yakasındaki iki müttefik, özgür dünya olarak bilinen bir dünyada aynı kültürel, sosyal ve politik kalıpları benimseyerek tek bir blok haline geldiler.
Soğuk Savaş'ta bu blok, İkinci Dünya Savaşı'nda Müttefik güçlerin önemli bir ortağı olan Sovyetler Birliği'ne karşı savaştı. Rusya, İkinci Dünya Savaşı’nın yıldönümünü “Zafer Günü” adıyla kutluyor. Ama ironik olan şu ki, özgür dünya tarafından dışlanan Rusya, şimdi satranç tahtasındaki taşları yeniden düzenliyor. Çünkü özgür dünyanın lideri ve Avrupa'nın güvenliğinin garantörü olan ABD, kontağı çevirip aracını ters istikamette sürmeye, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri uygulanan kurallara dayalı diplomasiye değil, saf Amerikan ulusal çıkarlarına dayalı bir yolda ilerlemeye karar verdi.
ABD'nin 47. Başkanı Donald Trump, ABD'nin ekonomisine yönelik bir tehdit olarak gördüğü dünyadaki bu kuralları umursamıyor. Bu kuralların ABD'yi uluslararası toplumu korumak ve onu gözetmekle yükümlü kıldığını, bunun da onun ekonomik ve siyasal kapasitesini tükettiğini düşünüyor. Amerikan toplumuna nüfuz eden ve “izolasyonist hareket” adı verilen bir hareketin üyesi olduğu için Başkan olduğunda görüşlerini uygulamaya koyarak “ABD’yi Yeniden Harika Yapalım" sloganını ortaya attı. Dolayısıyla onun için eski diplomatik kurallar, siyasi vizyonunu dünya çapında hayata geçirme yolundaki büyük atılımının önünde engel teşkil ediyordu.
Bu yeni vizyon artık Avrupa'daki eski müttefiklerin haritalarıyla çelişiyor. Şimdi bu müttefikler kendilerini korumak için birleşik bir Avrupa ordusu kurmayı düşünüyorlar. Güvencelerini kaybettiler. Washington artık Avrupa’ya sıcak bir başkent değil. Kartlar yeniden karıldı ve hesaplar değişti. Avrupa, Beyaz Saray sakininin Çar'ın torununu yeniden ön plana çıkarmasını beklemiyordu. Bu sinemasal bir trajedi çünkü filmin senaristi, geleneksel romana alışılmadık bir son yazmaya karar vermiş.
Moskova, uluslararası toplumun 80 yıldır üzerinde anlaştığı kural ve yasaların geçerli olmadığı yeni bir düzen masasında kendine yer ayırdı. Müttefik rakip, rakip müttefik oldu. Satranç tahtasındaki taşların yerleri değişti. Münih toplantısında Avrupa, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'den net sözler duydu. Kendisini yokladı ve müttefiki ile yürüdüğü yolda, onunla tarihinde artık Rus ayısının saklandığını anladı. Bu nedenle haritaların giderek çarpıştığı ve yaşlı kıtaya girmek için izni istemeyen değişimlerin yaşandığı bir ortamda, geleceğini güvence altına almak için tamamen Avrupalı bir zirve düzenlemeye yöneldi.
Bu çatışma, çarpışma ve ayrışma ortasında şu soru öne çıkıyor: Geleneksel siyasi kalıpları altüst eden jeopolitik fırtınalar karşısında dünün müttefiklerinin biçimi ve özü nasıl olacak?
Görünen o ki, İkinci Dünya Savaşı sona ermiş olmasına, uluslararası örgütler kurulmuş, uluslararası hukuk oluşturulmuş, anlaşmalar imzalanmış, uluslararası kurallar konulmuş olmasına rağmen dünya haritaları henüz netleşmemiştir. Adil olmayan, 80 yıldır kendisinin formüle ettiği yasaları uygulayamayan bu düzenin duvarının çatırdaması doğaldı. Şimdi dünya, yeni kuralların, yeni müttefiklerin, her biri kendi çıkarını gözeten farklı eksenlerin olduğu bir yol ayrımında bulunuyor. Yeni dünya düzeninin, etrafını duvarlarla çeviren, izolasyona inanan, başka bir ülkenin kontrolü altına girmeden, vatandaşlarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve güvence altına alabilecek bir ekonomik anlayışa sahip ülkeler üzerine kurulu olacağını neredeyse görüyorum. Acaba bu felsefe başarılı olacak mı, yoksa tarihin kurnazlığı bizi satranç tahtasına yeni piyonlar dizmeye mi sürükleyecek?
Gerçek kendini gösteriyor ve iki transatlantik müttefikin artık kronik olan dostluklarından vazgeçtiklerine işaret ediyor.