Filistin devleti, yetmiş yılı aşkın süredir devam eden uluslararası ve bölgesel, Arap-İsrail çatışmasının doğal sonucudur. Bu devlet kurulmadan, bu çatışma sona ermeyecektir. İsrail ile siyasi İslam gruplarının içindeki ideologlar ve sahtekarlar ne kadar iş birliği yaparsa yapsın, bu gerçek görmezden gelinemez. Batı Şeria ve Gazze'deki Filistin halkı, Netanyahu ve İsrail aşırı sağındaki müttefikleri istedikleri için yeryüzünden silinmeyecektir ve Filistin devleti de onların kıyamet ile ilgili mitleriyle yok olmayacaktır.
Tarih ve coğrafya boyunca, Suudi Arabistan Filistin davasının ve Filistin halkının haklarının en büyük destekçisi oldu. Bugün de Suudi Arabistan, bu haklı dava ile ilgili tarihi ve sarsılmaz duruşunu, davayı tüketen, haklarını heba eden, kendi çıkarları uğruna haksız yere istismar eden birçok Arap cumhuriyeti liderinin benimsediği sloganlar ve aşırılıklarla değil, Filistin halkının bağımsız ve uluslararası alanda tanınan bir devlete kavuşması dışında Filistin'den hiçbir şey istemeden teyit ediyor.
Mantık, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'yi ilhak edemeyeceğini söylüyor. Siyasi gerçekçilik, ABD Başkanı Trump'ın bu ilhak konusunda İsrail'i destekleyemeyeceğini, aksi takdirde İsrail aşırılığının ABD'nin gücünün ve dünya çapındaki ittifaklarının çoğunu yok edeceğini söylüyor. İki devletli çözüm, Suudi Arabistan ile Arap ve İslam ülkelerindeki birçok müttefiki tarafından desteklenmektedir. Çok sayıda Avrupa ülkesi, dünya çapında ülkeler ve uluslararası kuruluşlar ile birlikte kendisine eşi benzeri görülmemiş bir uluslararası destek oluşmuştur. 2002'den itibaren Suudi Arabistan liderliğinde Arapların mutabık kaldığı Arap Barış Girişimi’ni temsil etmektedir. Bu girişim ve Suudi Arabistan'ın bu olağanüstü ve tarihi çabaları, tarihe, mantığına, siyasetine ve çıkarlarına aykırı bir İsrail kararıyla engellenemez veya görmezden gelinemez.
Başkan Trump, İsrail'in Batı Şeria konusunda hiçbir şey yapmayacağını ve kimsenin bundan endişe duymaması gerektiğini defalarca vurguladı. O halde bu, İsrail'in bölgeye ve dünyaya yönelik kibirli politikalarını sürdürdüğü anlamına geliyor. Suriye ve Lübnan'a yönelik saldırılarını sürdürüyor ve Filistin Ulusal Otoritesi’ne, gelecekteki devletine ve halkına karşı tutumunda giderek daha da radikalleşiyor. Böyle yaparak, Ortadoğu'nun en eski ve en büyük problemine yönelik herhangi bir siyasi mantıktan veya gerçekçi çözümden uzaklaşıyor. Parlak bir geleceği kucaklamak yerine, geçmişin yanılsamalarının, saçma ideoloji ve efsanelerin arkasına saklanmayı tercih ediyor. Bu siyaset değil.
Ne ABD ne de dünyanın büyük güçleri, Knesset’in (bunu reddetmeye çalışsa bile) Netanyahu hükümetinin desteğiyle aldığı kararı onaylayamazlar. Dünya ülkelerinin çoğu “iki devletli çözümü” destekliyor. Dahası, medyanın aktardığına göre, “Suudi Arabistan Krallığı, Ürdün, Endonezya, Pakistan, Türkiye, Cibuti, Umman Sultanlığı, Filistin, Katar, Kuveyt, Libya, Malezya, Mısır, Nijerya, Gambiya, Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı, İsrail Knesset'inin Batı Şeria ve İsrail’in yasadışı sömürgeci yerleşim yerleri üzerinde sözde “İsrail egemenliğini” dayatmayı amaçlayan iki yasa tasarısını onaylamasını en sert şekilde kınadı.”
Birçok Arap ve İslam ülkesi bu bildiriye katılacak ve bunu destekleyecek net bir tavır sergileyecektir. Dünyanın dört bir yanındaki birçok ülke de onlara katılacaktır. İsrail'in bu tür hesapsız maceraları, bölge ve modern tarihin en uzun süredir devam eden çatışmasıyla ilgili dünya genelinde ülkelerin politikaları üzerinde güçlü bir etkiye sahip olacaktır. İsrail, ABD dışında hiçbir destekçi bulamayarak kendini yalnız hissedecektir. ABD ise yanılsamalara kapılıp, İsrail'deki bazı radikal politikacılara hizmet etmek için dünya çapındaki büyük çıkarlarından ve büyük ittifaklarından vazgeçmeyecek bir ülkedir.
Barış, bölgedeki tüm ülkeler ve İsrail için en iyi seçenektir. Önde gelen İsrailli liderler de daha önce barış için çabalamışlardır; Menahem Begin, 1979 Camp David Anlaşması'nda Mısır ve cumhurbaşkanı Sedat ile barış imzalamıştı. İzak Rabin, 1993 Oslo Anlaşmasıyla Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Yaser Arafat ile, 1994’te de Vadi Araba Anlaşmasıyla Ürdün ve Kral Hüseyin ile barış imzalamıştı.
Şimon Peres barışı ve barış anlaşmalarını desteklemişti ve bu politikaların çoğunda İzak Rabin ile ortaktı. Aşırılıkçılığıyla bilinen İsrail başbakanı Ariel Şaron da 2005 yılında Gazze'den çekilip yerleşim yerlerini taşımıştı. Bu kararı, o dönemde Binyamin Netanyahu'nun protesto olarak Şaron hükümetinden istifa etmesine neden olmuştu. Bugün ise Netanyahu, tarihin tersine çevrilemeyeceğini, önceki tüm barış anlaşmalarından ve başarılarından geri çekilmenin, bölge ve dünyayı sonuçlarına kimsenin katlanamayacağı bir bilinmeze sürükleyeceğini unutarak, tüm gerçekçi koşulları ve gelecek umutlarını yok etmeye çalışıyor.
Son olarak, İsrail istese de istemese de, Ortadoğu'daki en uzun süredir devam eden krize “iki devletli çözüm” dışında bir çözüm yoktur. Filistin davası haklı bir davadır ve Filistin halkı topraklarında yaşamaktadır ve aşırılık yanlıları ne kadar uğraşırsa uğraşsın, görmezden gelinemez.