Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Yıkım ve yok oluşa karşı Lübnanlı bir Sedat anı

Merhum Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat, 1977'de, günümüz Lübnanlı liderlerin çoğunun kavrayamadığı bir şeyi kavramıştı; sembolik tutumlar, konforlu hapishanelerdir. Kudüs'e uçtuğunda, yalnızca dünün düşmanına değil, Arap siyasi tarihinde geri dönüşü olmayan bir noktaya da gitmişti. 1948, 1956, 1967 ve 1973 olmak üzere dört savaşı aşmış, efsanelerle örtülü bir tarihin ve İsrail düşmanlığı etrafında şekillenmiş bir ulusal kimliğin üzerinden atlamıştı. Direnişin kahramanı olarak kalabilir, devrimci bir lider imajını koruyabilir ve ülkesinin yavaş yavaş çürümesine izin verebilirdi. Ancak söylem yerine gerçeği, kahramanlık yerine somut sonuçları ve yanılsamanın kutsallığı yerine Mısır halkının çıkarlarını seçti. Arap Birliği'nden ihraç edildi, Araplarla ilişkileri koptu, Filistinli örgütler onu lanetledi ve aşırılık yanlıları tarafından öldürüldü. Ancak Mısır, Sina'yı geri aldı, ekonomisini açtı ve rakiplerinin çoğu kendi krizleriyle boğuşurken, göreceli bir istikrar dönemine girdi. On yıl sonra, Sedat'ı kuşatanlardan bazıları, çoğu zaman bunu itiraf etmeden, onun izinden gitti.

Sedat, cesaretin, kendi popülaritesi pahasına bile olsa, halkının geleceğini seçmekte yattığını daha erken bir dönemde anlamıştı. Lübnan'ın bugün eksikliğini çektiği şey tam olarak bu.

Lübnan’ın önünde eşi benzeri görülmemiş bir fırsat duruyor; Hizbullah bitkin, Esed rejimi devrildi ve İran'ın Akdeniz'e uzanan koridoru kesildi. Lübnan’ın egemenliğini kırk yıldır kısıtlayan güçler çöküyor. Ancak Lübnan, devletin anlamını yeniden tanımlayan, elitleri geri dönüştürmeyi, geçmişin ölü kalıntılarını canlandırmak için tasarlanmış sıkıcı reform ve uzlaşmaların ötesine geçen kurumsal bir gelecek tasavvur etmeyi mümkün kılan temel bir sıçrama gerçekleştiremiyor. Bunun yerine değişimler siyasi bir uzlaşmadan veya geçici bir çözümden başka bir şeye izin vermiyormuş gibi davranmaya devam ediyor. Oysa orta yolda kalmak, yavaş ve kaçınılmaz bir ölüm stratejisinden başka bir şey değil.

Doğası gereği geri döndürülemez olan dramatik bir karar için fırsat olgunlaşmış durumda. Bu karar, İsrail ile doğrudan diyalogla başlıyor, mezhepsel veto noktalarını gerçeklerin gücüyle ortadan kaldıran siyasi bir süreçle devam ediyor ve nihayetinde Lübnan'ın konumunu direniş ekseninden Arap-Körfez-Batı yörüngesine kaydırıyor.

Sedat genel bir uzlaşı beklemedi; aksine, Mısırlıları kutsal olanı özsel ve gerçek olanla değiştirmeye öncelik vermeye zorlayan gerçeklikler yarattı. Bugün Lübnanlıların çoğunluğu için daha önemli olan nedir: Gazze'yi desteklemek mi, yoksa çeşitli ekonomik sektörleri güvenilir elektrik ile desteklemek mi? Filistin'i özgürleştirmek mi, yoksa Lübnan'ın gizli potansiyelini açığa çıkarmak mı? Bölgesel çatışmaları ithal etme gururu mu, yoksa egemenlik, istikrar ve refah onuru mu?

Lübnan'ın ihtiyaç duyduğu Sedat anı yalnızca İsrail ile ilgili değil, aynı zamanda ülkeyi suç ortaklığı sisteminden vizyoner bir sisteme taşıyacak yeni bir zihniyetle ilgilidir. Burada göz ardı edilmemesi gereken nokta, Sedat'ın yalnızca bir barış anlaşması imzalamayıp, tıpkı bugün Lübnan'ın hayatta kalmak istiyorsa üçüncü cumhuriyeti kurması gerektiği gibi, ikinci Mısır Cumhuriyeti'nin temellerini atmış olduğudur.

Lübnan halkı, siyasi acizliği haklı çıkarmak ve karar alma sorumluluğundan kaçmak için sık sık ülkelerinin küçük, iç barışlarının kırılgan ve siyasi sistemlerinin mezhepsel nedenlerle karmaşık olduğu bahanesini kullanır.

Tüm bunlar doğru. Ancak gerçek şu ki, Sedat da bugün Lübnan'ın sahip olduğundan daha fazlasına sahip değildi. Zayıf bir ekonomisi, sesi gür bir muhalefeti ve 1973 savaşının yenilgisinin acısını hâlâ üzerinden atamamış bir ordusu vardı. Yine de, Lübnan liderliğinin şu anda sahip olmadığı bir şeye sahipti; hakim söylemi yıkma cesareti. Cumhurbaşkanı Sedat, geleneksel mantığa göre değil, ona karşı hareket etti. Mümkün olanı kurtarmak için kabul edilemez olanı göze aldı.

Kırk yıldan fazla bir süre boyunca, modern Arap siyasetinde üç önemli an yaşandı: Camp David, Oslo ve İbrahim Anlaşmaları. Her biri, farklı bağlamlarına rağmen, retorik ve kimlik siyasetinden pragmatizme ve menfaate geçişi temsil ediyordu. Bu üç dönüm noktası, Arap öz farkındalığının olgunlaşmasında yukarı doğru basamaklar gibiydi.

Lübnan şimdiye kadar tüm bu aşamaların dışında kaldı, sanki bu Arap siyasi zamanı fark etmeden önünde geçmiş gibi.

Lübnan'ın Hizbullah ve Esed sonrası dönemde tökezlediğini, sonsuza dek sürmeyecek bu anın ne getireceğini hayal edemediğini görmek gerçekten dehşet verici.

Lübnan, halkının geleceğini mezhepsel hesaplardan üstün tutacak siyasi hayal gücü ve liderlik cesaretinden bariz bir şekilde yoksun.

Lübnan'ın Sedat anı, Mısır, BAE veya diğerlerini taklit etmek değil, daha ziyade artık büyük başlıklar yerine, çıkarları yönetme ve halkı çöküşten koruma becerisinin meşruiyetin ölçütü olduğu yeni bir Arap döneminin kucaklanmasıdır.  Lübnan'ın bu Arap dönemine katılımı, ilkelerden bir taviz değil, gecikmiş bir akla ve mantığa dönüştür.