Yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki medya uygulamaları birçok ihlal ve çirkin yaklaşımlarla dolu. Söz konusu ihlallerin bir kısmı birçok yasama ortamında hesap verebilirlik ve yasal ceza gerektiren tam teşekküllü suçları temsil ediyor. Bu sadece ‘sosyal medya’ platformlarında somutlaşan yeni medya ortamıyla sınırlı değil, aynı zamanda geleneksel medyayı da kapsıyor.
Bu tür ihlallerin ve çirkin yaklaşımların ciddiyeti büyük ölçüde farklılık gösterir. Ancak dinleri hor görme veya dini kimliğe dayalı nefret ve ayrımcılık yayma ile ilgili olanlar daha ciddidir. Zira bunlar genellikle daha korkunç terör suçlarıyla sonuçlanır, sivil ve uluslararası barışı istikrarsızlaştırır ve bir arada yaşamayı baltalar.
Bölgemizde hemen her gün ‘dinleri aşağılama’ ya da farklı inançlara mensup kişiler arasındaki nefret söylemi başlığı altında tasnif edilebilecek yeni bir durum ortaya çıkmaktadır. Daha gelişmiş ortamlarda, mesela gelişmiş Batı’da, bir dini grubun üstünlüğünü yansıtan veya bir mezhebi dayatan yahut bir inanca saldıran ve takipçilerini küçümseyen, aşağılayan olayların düzenli olarak ortaya çıktığı yerlerde bunun benzerini görmekteyiz.
Bu tür uygulamalar sosyal medyada düzenli olarak yer alacak. Farklı dinlerin ve mezheplerin mensupları birbirlerine hakaret edecek veya başkalarının inançlarının bütünlüğüne meydan okuyacak. Bu gerçeklerden bazıları çok popüler olacak ve ünlü arama motorlarında ‘trendler’ ve ‘en çok arananlar listelerinde’ üst sıralarda yer alacak.
‘Geleneksel’ medyada belirli bir inanç veya mezhebe mensup kişilerin kontrolünde yayın yapan kanallar ve radyolar yer alacak. İletişim alanını kontrol etme konusundaki zayıf olanaklardan yararlanacak ve zehrini bundan etkilenecek milyonlarca insana taşıyacak. Onların vicdanlarındaki kin derinleşecek.
Bu nedenle Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2019 yılında “Nefret söylemi yavaş yavaş tüm dünyayı kasıp kavuruyor ve orman yangını gibi hızla yayılıyor” derken abartmıyordu. Bu sözünün doğruluğunu ispat etmek için o yılın birkaç ayında meydana gelen nefret kaynaklı olayları şöyle sıralamıştı: “Son aylarda, Yahudiler sinagoglarda ibadet ederken öldürüldü ve Yahudi mezar taşları Gamalı haç sembolleriyle tahrif edildi. Müslümanlar, canlarına mal olan kurşunlarla camilerde katledildi ve onların dini mekanları tahrip edildi. Hristiyanlar ibadetlerine dalmışken hayatlarını kaybettiler ve kiliseleri yakıldı.”
Bu üst düzey BM yetkilisi, alarm zillerini çalmanın yanı sıra nefret ve hoşgörüsüzlük saldırılarının hiçbir din mensubunu dışlamadığına, ırkçı söylemlerin ve ‘öteki’ kim olursa olsun zorbalığın yaygınlığına dikkat çekmek istedi. Söz konusu olumsuzluklar, dünyada istikrar, barış ve hoşgörüden geriye kalanları baltalayabilir.
Dini saiklere dayalı nefret, insanlığı hayrete düşüren yeni bir icat olmasa da tarih boyunca bireyler ve insan toplulukları arasındaki etkileşimler üzerinde çirkin etkisi hiç bitmeyen ağır bir yol arkadaşıdır. Son zamanlarda yaygınlık oranlarındaki keskin ve istikrarlı artış, nedenlerini inceleme ve onunla yüzleşmek ve sınırlandırmak için politikalar formüle etme ihtiyacını gerektirmektedir.
Dini üstünlük, hakikati tekelleştirme ve başkalarının inançlarına meydan okuma güdülerinden kaynaklanan birçok medya uygulamasına müdahil olanlar, fikir ve ifade özgürlüğünün önemine atıfta bulunurlar. Ancak bu savunma ne objektif ne de adildir. Çünkü insanların dini duygularını sarsmadan, önemli sayıda insan için kutsal olan inanç ve sembollere saldırmadan, düşünce ve ifade özgürlüğüne saygı duyabilir ve teşvik edebiliriz.
Ulus devlet, konumu ne olursa olsun, mevcut küresel iletişim alanını kontrol etmenin zorluğunu kabul ederken artan bu eğilimin tehlikelerini sınırlamaya çalışmak zorundadır. Buradan hareketle de uğrunda fedakârlık yapılması gereken bir değer olan düşünce ve ifade özgürlüğü ile din mensuplarının dinlerinin sembol ve kutsallıklarına saygı gösterme hakları arasında bir denge sağlamaya çalışır.
Bu, yaklaşan inançlar konusunda anlaşmaya varmayı gerekli kılar ve fikirleri ağır cezalarla cezalandırmak zorunda olmayan bir organizasyondur. Ancak aynı zamanda din mensuplarının kutsallıklarını koruma ve saygı gösterme hakkını ihlal teşkil edecek şekilde veya farklı kültürlerden insanlar arasında fitne ve kin kapılarını açık bırakmayan bir yapılanmadır.
Tanık olunan durum şu ki, her toplumun ihlal etmeden korumak istediği kırmızı çizgileri vardır. Nasıl ki dünyanın her ülkesinde uygulanan caydırıcı önlemler çeşitli tarihsel, kültürel, hukuki ve siyasi faktörlere göre farklılık gösteriyorsa, bu çizgiler de toplumdan topluma farklılık gösterir.
Ancak bu çelişki uluslararası uzlaşmaya engel olmamalı, dünya ülkelerindeki medyayı kontrol eden kuruluşları ve “sosyal medya” mecralarını yönetmekle yükümlü teknoloji şirketleri aracılığıyla, insanların din ve mezhep meselelerine yaklaşma özgürlüğünü koruyan, dinleri hor görmekten ve kutsallıklara ve dini sembollere hakaret etmeyi mümkün olan en üst düzeyde sınırlayan standart değerlere uymalıdır.