Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Kültürü ekonominin motoru haline nasıl getirebiliriz?

Geçtiğimiz iki hafta içinde açıklamaya çalıştığım konunun özü, genel kültürün bilhassa ekonomik yönde ilerlemeyi teşvik etmedeki rolüdür.

Burada kültür derken kolektif akıl dediğimiz şeyi kastediyoruz. Kolektif aklı, olumsuz algılama hatasına düşmemek için de bunun kötü bir özellik olmadığını belirtmek isterim. Kolektif akıl, genel gelenek yani bir toplumun genelinin davranışlarını yönlendiren ve toplumun genel imajını oluşturan inançların, değerlerin ve kavramların toplamı anlamına daha yakındır. Buna bağlı olarak bir toplumun basit ya da muhafazakâr olduğunu, diğerinin cömert ya da cimri olduğunu, bir üçüncüsünün aktif ve hızlı tepki verdiğini vs. söyleriz. Bunlar şu ya da bu toplumdaki her bireyin kesin özellikleri değildir, ancak her toplumu karakterize eden bir dizi özellikten kaynaklanan genel ortalamadır.

Ekonomiden kastedilene gelince, yaşam döngüsü, yani üretimin kaynakları ve araçları, bunların yenilenip geliştirilebilme yeteneği ve ulusal ekonomik faaliyetin meyvelerinin toplum üyeleri arasında dağıtılmasında ne kadar adaletli olunduğudur. Çoğu Arap toplumunun arzu edilenden daha kötü bir durumda olduğunu biliyoruz. Çünkü sanayileşmiş ülkelerle aramızda çeşitli alanlarda, bilim ve teknolojinin üretiminde, yaşam standardı ve kalitesinde, eşitlikte, adalette, geleceğin şekillenmesine katılımda mesafe çok büyüktür.

Bu bizi kültürün ilerlemeyi destekleyen ilk unsuruna götürüyor ve bununla da arzu edilen ilerleme için standart olarak takip edilecek bir örnek ihtiyacını kastediyoruz. Bugün önümüzde duran açık model ve örnek, Batılı sanayi toplumları ile kültür ve toplumsal örgütlenmede onların izinden giden toplumlardır. Bunu vurgulamak istiyorum çünkü ruhlarımızı yozlaştıran bir kompleks olarak saydığım şeyi tedavi etmeye şiddetle ihtiyacımız var. O kompleks de açık ya da örtülü Batılı yaşam modelini taklit etme eğilimimize rağmen, Batı'ya karşı nefreti ilan etme ve ona karşı düşmanlık iddiasında bulunma kompleksidir.

Bu kompleks pek çok kişinin sandığı gibi din temeline dayanmıyor, aksine, aynı zamanda hem içe kapanmayı hem de kendisiyle övünmeyi haklı çıkarmak için dini paravan olarak "kullandı". Batı'ya yönelik ideolojik ve siyasi hakaretler, içe kapanmayı teşvik eden kişisel yenilgi ile Batı ile iletişimi gerektiren acil ihtiyaçların baskısını dengeleme çabasından başka bir şey değildir. Ünlü düşünür Daryus Şayegan’ın ifadesiyle bu "budanmış ruhun" yoludur.

Bilimin ve modern yönetimin temellerini kültürümüze yerleştirmeye çalışmadıkça, bilim üretenler safına katılamayacağız ve krizlere dayanıklı bir ekonomi kuramayacağız. Bu temeller ise Batı'dadır, bizde değil. Bize miras kalan birçok inanç ve gelenekle ciddi şekilde çelişen bir felsefeyle yüklüdür. Kültürel mirasımıza uygun yeni bir yaşam felsefesi inşa etme yanılsamasına bağlı kalırsak, 1000 yılı aşkın süredir bizi engelleyen kadim geleneklerin esaretinden asla kurtulamayız. Tek ve gerekli çözüm, bedeli ne olursa olsun bu yanılsamalardan vazgeçmektir.

İkinci unsur, bilimin yaşam treninin lokomotifi olarak yeniden canlandırılmasıdır. Birilerinin şöyle söyleyerek itiraz edeceğini bilerek söylüyorum bunu; dümeni nasıl dinden alıp bilime teslim edeceğiz? Onlara cevabım şu; bilimle rekabet etmek veya karşı çıkmak olarak anlaşılan din, yaşamı idare etmeye uygun değildir ve Allah'ın dini olamaz. Aksine, din kisvesine bürünmüş toplumsal geleneklerin başka bir versiyonudur.

Din, bilimle çatışmaz, hayatın idaresinde ve yürütülmesinde onun yerini işgal etmez.

Dinin yeri yüksektir, bilimin yeri ayrıdır ve hiçbiri diğerinin yerini tutamaz. Hayatı kimin yönettiğini bilmek istiyorsanız günlük hayatınıza bakın; eylem, davranış ve kararların ne kadarı bilimin verilerine dayanarak ya da bağlamı içerisinde, ne kadarı bu bağlamın dışında gerçekleşmektedir.

Modern ekonomi, modern bilimin verilerine dayanmaktadır. Eğer bu alanda ilerlemek ve başkalarıyla rekabet etmek istiyorsak, bilimi dümene geçirmekten yani hayatımızın her alanında istisnasız onun verilerine güvenmekten başka çaremiz yok. Burada kişisel hayatı değil, kamusal hayatı kastediyorum.

Allah'ın izniyle bu konuya yakında yine döneceğiz.