7 Ekim'de gerçekleşen ve ‘Aksa Tufanı’ olarak adlandırılan deprem sabit duran birçok şeyi harekete geçirdi, yeni değişkenler yarattı ve birçok olasılığa kapı açtı. Sürprizin kendisi, eylemin gücünden bağımsız olarak, depremin bir faktörlerinden biriydi.
Son yıllarda, İsrail İstihbarat Teşkilatı'nın dünyanın en tehlikeli istihbarat servislerinden biri olduğu ve Gazze Şeridi ve diğer Filistin topraklarında ‘karıncanın ayak seslerinden’ bile haberdar olduğu şeklinde bazı teoriler yerleşti. Ancak, ‘Aksa Tufanı’ karadan, denizden ve havadan bastırarak İsrail'e dair tüm efsaneleri bir saatten kısa sürede yerle bir etti ve istihbarat derin bir uykudaydı.
Aksa Tufanı operasyonunun en önemli sonuçlarından biri, Mossad, Şin Bet ve diğer İsrail güvenlik ve istihbarat kurumlarının gücünün ve aldatmacasını yıkmaktı. Bu, aynı zamanda, aynı saatte çöken İsrail ordusunun efsanesini de yıktı. Milyonlarca dolar harcanan Demir Kubbe, direnişçilerin ilkel balonlarla uçarken, motosikletlerle girerken ve yerel olarak üretilen botlarla karşı koymasına engel olamadı.
Kesinlikle, dünya şu anda operasyonun kendisi ve sonuçlarıyla meşgul. Ancak, bundan boşaldığında istihbaratı ve uzman araştırma merkezleri, operasyonu başka yönlerden incelemeye yönelecek; Filistinli direnişçilerin bu operasyonu nasıl gerçekleştirdikleri bu düzeyde eğitim ve profesyonelliğin nasıl elde edildiğini öğrenmeye çalışacak.
Muhtemelen operasyonun en büyük kazanımı, Filistin davasını uluslararası gündemin önüne çıkarmasıdır. Artık hiçbir uluslararası taraf bunu görmezden gelemez. Tartışma, Aksa Tufanı operasyonunun ayrıntılarını aşacak ve sorunun özüne, yani Filistin halkının adil bir şekilde nasıl adalete kavuşturulacağı, sorunun kökenlerini ele alacağı ve şiddet olasılığını nasıl azaltacağı konusuna ulaşacaktır.
Burada bahis, mutlaka Batı hükümetleri, uluslararası ve bölgesel hükümetler değil, Batı toplumlarındaki demokratik güçler üzerindedir. Bu toplumlar tek bir blok değildir, içinde farklı görüşlere sahip, dünyanın her yerinde adalet, özgürlük ve eşitlik gibi konuları savunan birçok grup, örgüt, siyasi ve sosyal güç vardır. Bu güçler hükümetler üzerinde baskı oluşturabilir.
Tarih, Rachel Corrie adında bir ABD’li aktivist kadının, Filistin halkının onurlu ve haysiyetli yaşam hakkına inandığını ve Filistin topraklarının yerleşim yerleri inşa etmek için gasp edilmesine karşı çıkan gruplarda çalıştığını kaydediyor. Corrie, 2003 yılının Mart ayında Filistin evlerinin yıkılmasını önlemek için İsrailli bir aracın önünde durarak onu durdurmaya çalışırken, aracın altında kalarak öldü. Rachel Corrie bir ikon haline geldi. Ölümü, ABD’de yerleşim yerlerine karşı geniş bir dayanışma hareketi için fırsatı ve başkalarının da Filistin topraklarında olup bitenler hakkında farklı bir bakış açısı duyması için fırsatı temsil ediyor.
Ayrıca, bu operasyon, Arap ve İslam halklarını Filistin davasıyla ilgili derin bir uyku durumundan uyandırdı ve yeniden gündeme getirdi. Birçok başkentte Filistin davasına destek yürüyüşleri düzenlendi. Ayrıca, bu operasyon, İsrail ile normalleşme sürecinin mevcut duruma uygun olup olmadığı ve ilişkileri normalleştirmeden önce gerekli olan koşulların neler olduğu konusunda birçok soruyu yeniden gündeme getirecektir.
Hamas hareketi ve Filistinli savaşçılar cesaret, heyecan ve fedakarlıktan yoksun değildi. Savaş alanına hafifçe ilerlediler, kelle koltukta yürüdüler. Liderlik, iyi planlama ve hazırlığa sahipti, istenen hedeflere ulaşmadaki büyük başarı bunun kanıtı oldu. Peki, ne eksikti?
Bence operasyonun başarısındaki en açık eksikliğin, beklenen soruların ve sakıncaların anlaşılmasıyla birlikte iyi çalışılması ve hazırlanması gereken operasyona eşlik eden medya söyleminde olduğunu düşünüyorum. Hamas’ın söylemleri, yalnızca içeriye yönelikmiş gibi görünüyordu; dışarıya, özellikle de Batı toplumuna ve onun kurumlarına hitap etmek son derece önemliydi. Batı toplumları sivillerin hedef alınmasına karşı güçlü bir duyarlılığa ve dini karakterli siyasi örgütlere karşı uzun bir güvensizlik geçmişine sahiptir. Ayrıca, bu bölgedeki DEAŞ, Nusra Cephesi ve El Kaide gibi diğer dini örgütlerin eylemlerinin anıları da tazeliğini koruyor. Hamas ve destekçilerinden, Filistin direnişinin deneyimini, bir ulusal kurtuluş hareketi olarak diğer silahlı dini örgütlerden ayıran bir söylem hazırlamaları ve sunmaları bekleniyordu.
Muhtemelen, Hamas Hareketinin Sözcüsü Ebu Ubeyde'nin, İsrail'in sivil tesisleri hedef alması halinde sivil rehineleri öldürmekle ve onları teker teker idam etmekle tehdit ettiği konuşması, dünyaya hitap etmede bu hassasiyetin kaybedildiğinin bir göstergesidir. Böyle bir konuşma, Filistin direnişi için büyük zarara neden olacak ve onu destekleyen örgütler ve gruplar için bir utanç kaynağı olacaktır.
Neyse ki, Dr. Mustafa Bergusi ve İngiltere'deki Filistin Devleti Temsilcisi Hussam Zumlot gibi İngilizce konuşan sözcüler mevcut. BBC ve CNN ekranlarındaki performansları harika ve ikna ediciydi. Batı dünyasına anladığı dille hitap ettiler ve zorlayıcı sorulara nezaketle cevap verdiler ve röportajın yönünü gerçek soruları sormak için değiştirme yeteneğine sahip oldular.
Filistin direniş güçlerinin, özellikle de Hamas ve İslami Cihad hareketlerinin, direniş eylemlerine eşlik eden söylemin önemini fark etmesi önemlidir. Bu söylem, sahadaki eylemin tamamlayıcı bir parçası ve kesinlikle vazgeçilmezdir. Dikkat edilmesi ve nitelikli kişiler için gerekli kadro ve kaynakların sağlanması gereken bir konudur. Bu kişilerin rolü, savaş meydanındaki savaşçılardan daha az önemli değildir.