Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Kızıldeniz kıyısında bir koltuk

Zaman: 23 Ekim 1983

Yer: Beyrut

Sabah altıdan hemen önce şehirde derin bir patlama sesi duyuldu. Ambulanslar hızla yola çıktı. Bir intihar bombacısının kullandığı kamyon, Lübnan'ın başkentindeki ABD deniz piyadelerinin bulunduğu kışlaya dalmıştı. Enkaz, dünyanın en güçlü ordusunun askerlerinin cesetleriyle birlikte etrafa dağılmıştı. Çok uzun sürmeden Lübnan yönetiminin varlığını ve kontrolünü güçlendirmesine, İsrail'in 1982'de Beyrut'u işgalinin sonuçlarının üstesinden gelmesine yardımcı olmak için Beyrut'a dönen çokuluslu güce katılmış olan Fransız birliğini hedef alan bir başka patlama duyuldu. İslami Cihat Hareketi sorumluluğu üstlendi ve amacının çokuluslu gücü Lübnan'dan kovmak olduğunu söyledi. O yıl Hizbullah henüz resmi olarak doğmamıştı.

Sonraki süreçte Deniz piyadeleri karargâhını hedef alan intihar kamyonunu kullanan adamın kimliğine ilişkin gizem devam etti. Adının “Ebu Zeynep” olduğu söylendi ve Lübnanlı mı yoksa İranlı mı olduğu konusunda çelişkili hikayeler anlatıldı. Ancak Ebu Zeynep'in, hedef aldığı kişilerin cesetleriyle birlikte havaya uçmadan önce taşıdığı mesaj daha sonra netleşti. İran, Akdeniz kıyısında bir koltuk talep ediyordu. Koltuğun sadece kendisine özel olması konusunda ısrar ediyor ve hiçbir uluslararası ya da bölgesel gücün orada kendisine koltuk ayırmasına izin vermiyordu. Ve öyle de oldu; çokuluslu güçler Lübnan'ı terk etti ve daha sonra, Başbakan Refik Hariri suikastının ardından Lübnanlıların büyük bir kısmı ayaklandığında bile İran'ın Akdeniz kıyısındaki yerini sağlamlaştırmasını engellemeyi başaramadı. Suriye güçlerinin Lübnan'dan çekilmesi, İran koltuğunun, sabit ve değişmez bir koltuk haline gelmesine yol açtı. İran bu koltuktan harekete geçip Rusya ile anlaşarak Suriye rejimini kurtarmaya katıldı.

Ebu Zeynep’in eylemi o dönemin ilk intihar veya “şehitlik” eylemi olarak kabul edildi. Hamas ve İslami Cihat'ın Filistin topraklarında Oslo Anlaşma’sına suikast için başlattığı bir dizi eylemden yıllar önce gerçekleşti. Suikast sonrası aşama, anlaşmaya karşı yürütülen bu yoğun saldırının açıklanmasına yardımcı oldu. Yaser Arafat, Oslo Anlaşması'nı imzalama kararıyla Filistin davasını kendi topraklarına döndürmeyi tercih etmişti. İmzayı, İsrail'in Beyrut kuşatması sırasında bile vurguladığı, Filistinlilerin bağımsız karar alma sürecinin bir tür uygulaması olarak görüyordu. Anlaşmanın kabul edilmesi ve uygulanması, Filistin kartını yükselten veya darbelerinde ve hareketlerinde ona bel bağlayan ülkeleri bu karttan mahrum bırakacaktı. Bu aynı zamanda İran'ı Filistin treninde kendisine kalıcı ve belirli bir koltuk ayırtmaktan da mahrum bırakacaktı.

Başka bir tarih, ama bu sefer yer Sana. 15 yıl önce. Kendisi ile gerçekleştirdiğim röportajın sonunda Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih bana şunu sordu: Lübnan kendi topraklarında gerçekleştirilen bazı uygulamalardan ne kazanıyor? Ne demek istediğini sordum, o da açıkladı. Husi gençlerden oluşan grupların ziyaret ve turizm bahanesiyle Şam'a gittiğini ve sınır noktasında pasaportlarına damga vurulmadan Lübnan'a sokulduklarını söyledi. Yemenli birimlerin raporlarına göre Hizbullah'ın Bekaa bölgesinde Husileri eğittiğini söyledi. Ancak Ali Salih, dediğine göre mezhep ve aşiret yapısındaki farklılık ve Yemen devletinin yıpranmamış olması sebebiyle Hizbullah deneyiminin Yemen'de tekrarlanamayacağına kendini ikna etmeye çalışıyordu. Ali Salih "Beşşar Esed’in İran programında fazla ileri gitmekten ne gibi kazançlar elde ettiğini” sorgulamıştı.

Bundan önce İran, ABD'nin Irak işgalini alışılmadık bir gerçekçilikle ele aldı. Coğrafyanın ağırlığına ve birçok bağlantıya bahis oynadı. Mart 2008'de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Amerikalıların işgal ettiği Bağdat'ı ziyaret etti ve gezdi. Amerikalılar daha sonra Irak’tan geri çekildi ve İran, Bağdat'ta hükümetler, başkanlıklar ve politikalar oluşturma konusunda kendisine etkili ve belirleyici bir koltuk ayırttı. “Arap Baharı” nedeniyle Suriye rejimi çatırdamaya başladığında, Tahran Şam'daki etkili ve belirli konumunu pekiştirdi. Ardından Sana, Husiler aracılığıyla ayırtılan koltuklar listesine katıldı.

İsrail, Aksa Tufanı operasyonuna karşılık olarak Gazze Şeridi'ne yönelik acımasız, yıkıcı savaşını başlattığında, İran'ın, İsrail'in müttefikleri Hamas ve İslami Cihat’ı Gazze Şeridi'nden söküp atma girişimine karşılık sahip olduğu kartların ne olduğu sorusu gündeme geldi. Lübnanlı Hizbullah İsrail ordusuyla oyalayıcı bir çatışmaya girdi, ancak çok geçmeden Hizbullah, bitkin Lübnan'ı yıkıcı bir savaşa dahil etme konusunda isteksizmiş gibi göründü. Daha sonra, Rusya'nın askeri varlığı ile çeşitli orduların, milis güçlerin ve nüfuz alanlarının varlığı dahil olmak üzere çeşitli faktörlerin gölgesinde Suriye arenasının kullanılması imkânı da sınırlı göründü. Böylece Husi kartı öne çıktı ve onunla birlikte Kızıldeniz'de seyir güvenliği konusu gündeme geldi.

Kızıldeniz'de seyir güvenliğinin sarsılması büyük bir krize yol açtı. Küresel deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 12'si, Asya ile Avrupa arasındaki ticaretin ise yaklaşık yüzde 40'ı bu hayati arterden geçiyor. Kızıldeniz'de deniz taşımacılığının etkilenmesi halinde deniz ticareti Ümit Burnu gibi daha uzun rotaları kullanmak zorunda kalacak, bu da hem maliyetlerin hem de ulaşım maliyetlerini artması anlamına geliyor. Ancak tehlikeler, dünyanın deniz yoluyla taşınan petrol kaynaklarının üçte birinin geçtiği Umman Denizi'ne uzanırsa, bunun ekonomik maliyetleri çok daha yüksek olacak. Tabii krizin Süveyş Kanalı ve Mısır'ın bundan elde ettiği gelir üzerindeki etkisini de hesaba katıyoruz.

Husilerin ticari gemileri defalarca hedef alması, ABD'nin Refah Muhafızı Operasyonu'nu başlattığını ve Kızıldeniz'de seyrüsefer özgürlüğünü sağlamak için çok uluslu bir güç kurulduğunu duyurmasına yol açtı. Washington, İran'ı Husileri kışkırtmakla suçlamanın ötesine geçerek onu seyrüsefer özgürlüğünün hedef alınmasına doğrudan müdahil olmakla suçladı. Böylece Kızıldeniz, onlarca yıldır İran ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınan, Husilerin rolünün niteliğine ve İran'ın onun karar alım mekanizmasındaki kalıcı ve istikrarlı koltuğuna göz yumma noktasına varan ABD ile İran arasında bir temas hattı gibi göründü.

Pratik düzeyde İran, Kızıldeniz'de seyrüsefer özgürlüğünün serbest bırakılması karşılığında ABD'nin Binyamin Netanyahu'nun Gazze denkleminden Hamas ve İslami Cihat’ı çıkarma planını tamamlamasını engellemesini talep ediyor. Soru şu: Gazze savaşı nereye doğru gidiyor? ABD, Kızıldeniz adı verilen hayati bir uluslararası arterde İran’ın kendisine seyrüsefer özgürlüğünün anahtarlarını elinde bulunduran kalıcı ve değişmez bir koltuk ayırmasını kabul edebilir mi?