Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Gazze: Önemli olan sonuçlardır

Her savaşın bir sonu olması doğal ve görünen o ki, Gazze savaşının son sahnesi için bir “mavi harita” hazırlanmış bulunuyor. Bu harita arka odalarda haftalarca konuşuldu ve bazı hatlarına alenen işaret edildi. Bu, ister "Arap arabulucular aracılığıyla" Filistinli, ister İsrailli, Amerikalı ya da Batılı olsun tüm tarafların katıldığı bir plan. Ortadoğu konusunda bilgili olan İngiltere, geçen hafta saygın Dışişleri Bakanı'nın “Filistin Devleti'ni tanımayı düşünüyoruz!” açıklaması ile planın kabulü için havucu gösterdi.

Bu plana varılmasının pek çok ve karmaşık nedenleri var, bunlar arasında şunları sayabiliriz; savaşan tarafların bitkin düşmesi, Batı'nın çatışmayı sona erdirme ve bölgenin daha geniş çaplı bir savaşa sürüklenmesini engelleme yönündeki siyasi arzusu, kitlesel yok oluşun eşiğinde olan Gazze'deki Filistin halkından kurtarılabilecekleri kurtarmak, Gazze’deki savaştan kendi ajandalarını gerçekleştirmek için yararlanmak isteyen bölgesel güçlere bu fırsatı vermemek. Son olarak da Ukrayna'daki daha büyük çatışmaya zaman ayırmak. Bu unsurlar hep birlikte planının mavi baskısını oluşturdu.

Planın sızdırılan ana hatları, savaşan taraflar arasında iki ay veya daha uzun bir süre boyunca ateşkes sağlanmasını ve bu süre zarfında şu adımların atılmasını öngörüyor; sayıları 100'den biraz fazla olan rehinelerin serbest bırakılması. En küçük yaşta olanlar, kadınlar,

en fazla hapis yatanlar ve en eski hükümlüler başta olmak üzere makul sayıda Filistinli mahkûmun İsrail hapishanelerinden serbest bırakılması. Ateşkes döneminden sonra veya sonuna yaklaşıldığında, Hamas'ın askeri liderleri ile üst düzey liderlerinin, büyük olasılıkla Arap ve coğrafi olarak uzak olan güvenli bir sığınağa gitmek üzere Gazze’yi terk etmesi ki, söz konusu liderleri kabul edecek birden fazla ülke adı önerildi. Bu senaryo, daha az bir ivme ile de olsa, Yaser Arafat'ın Lübnan'dan çıkışına benziyor. Buna ek olarak, Hamas'ın Gazze Şeridi'nde herhangi bir siyasi veya diğer faaliyetinin engellenmesi, Gazze Şeridi’nin geçiş aşamasında bazı komşu Arap ülkelerinin de katılabileceği ortak bir yönetime devredilmesi. Geçiş aşamasının ardından, bazı değişikliklerle birlikte Oslo Anlaşması’nda imzalanan ana hatlarıyla, Batı Şeria ve Gazze Şeridi topraklarını kapsayan Filistin Devleti'nin ilan edileceği ve buna Arapların daha geniş bir şekilde İsrail'i tanımasının eşlik edeceği üçüncü aşamaya geçiş yapılacak.

Planın mavi haritası bu şekilde ve uygulanabilir bir beyaz harita aşamasına ulaşana kadar biraz çaba gerektiriyor, ancak müzakerelere katılan taraflar az da olsa iyimserler. Bu haritanın teyit edilmesi, çatışmaya dahil olan tarafların tümü veya çoğu için “karşılıklı zafer” denebilecek bir durum. Ajandalarını gerçekleştirerek çatışmadan çıkar sağlamak isteyen güçler için ise net bir yenilgi olacak.

Aşamanın sonunda Filistinliler, tüm bölgeyi etkileyen uzun ve menfur bir çatışmanın ardından Birleşmiş Milletler tarafından tanınan bir devlete kavuşacaklar. Aynı zamanda, çatışmanın başlangıcında bazı İsrailli politikacılar arasında görülen "etnik temizlik" ve Filistinlilerin zorla Sina Çölü'ne ve Ürdün Nehri'nin doğu yakasına gönderilmesi şeklindeki cehennemi fikir de engellenmiş olacak. Bu senaryo, kuvvetli bir direniş, bu planı (zorla göç ettirmeyi) çağ dışı, mantık dışı ve kabul edilemez gören Arap ülkeleri ve hatta uluslararası toplum tarafından desteklenen Mısır ve Ürdün’ün sert ve sağlam pozisyonu ile karşılaştı.

ABD için belirleyici olacak bir seçim yılında, mevcut yönetim çatışmayı uzatmak ve Gazze savaşı konusunu başkanlık yarışının en önemli konularından biri haline getirmek istemiyor. Dolayısıyla bu çatışmanın yoğunluğu ne kadar azalırsa ya da çözüm yoluna ne kadar girerse, ABD başkanlık yarışında can sıkıcı bir zorluk da ortadan kalkar.

Öte yandan ateşkes sağlanır sağlanmaz, Kızıldeniz'de çatışma kartı Husilerin elinden alınmış olacak. Husiler saldırılarına devam ederlerse de doğusu ve batısı ile dünya onların bu maceralarına karşı duracak. Ateşkes ile aynı zamanda saldırılar, Gazze'deki savaşın devam etmesinden kaynaklanan duygusallığa dayanan ivmesini ve hareketliliğini de kaybedecek. İran'ın Lübnan'daki koluna gelince, savaşın ilk haftasından itibaren askeri gücünü korumak adına “angajman kuralları” sınırları içerisinde kalmış göründü, çünkü Lübnan'ı kontrol etmek ve Suriye'nin büyük bir kısmının İran nüfuzu altında kalması, Tahran için Filistin'in özgürleştirilmesinden daha önemli. İran propagandası, "kamuoyunun, aksini yaparak çatışmada aktif rol almasını beklediği" Hizbullah’ın bu ihmalini haklı göstermekte gecikmedi. Güney Lübnan sahnesinin etkinleştirilmemesinin nedenleri hakkında birçok açıklamada bulundu. Öne sürdüğü nedenlerden biri de Hamas’ın savaşı başlatma kararını tek taraflı olarak almış olmasıydı. Hamas'ın son haftalarda hem yüksek hem de alçak tonda yardım çağrısında bulunmasına rağmen, kendini çatışmanın dışında tutmak İran'ın artık iyi bilinir bir stratejisi haline geldi.

Ancak bu konu ile ilgili iyimser olmakta çok hızlı olmamak gerekiyor, zira İran mavi haritayı ve bazı detaylarını biliyor, dolayısıyla zamana karşı yarışıyor. Öncelikle de Irak'ı tamamen kontrolü ve nüfuzu altına almak için uluslararası güçleri Irak'tan çıkarmak istiyor. Ayrıca hem Suriye'de hem de Yemen'de nüfuzunun devam etmesini arzu ediyor. Filistin dosyasının çözümü ve tedavülden kalkmasıyla İran, Batılı düşmanlarına karşı manevralarında kullandığı en önemli kartlarından birini yitirmiş olacak. Aynı zamanda doğal olarak her zaman Filistin davasını destekleyen Arap kitleleri seferber etme kartını da kaybedecek. Bu nedenle geçen hafta İran'a bağlı bazı güçlerin büyük bir insansız hava aracıyla Ürdün-Suriye sınırında bulunan bir Amerikan kampına saldırması ve birkaç askeri personeli öldürmesi, kartları karıştırma girişimiydi. Mavi haritanın önümüzdeki kısa sürede beyaza dönüşmesini durdurmak veya engellemek amacıyla, son haftalarda devam eden gerilimi tırmandırma da bunu amaçlıyor. Diğer kampın bu düşünceden uzak olmadığı biliniyor ve en önemli hedef, yani çatışmanın yoğunluğunu azaltmak adına, kendisine kısmen hoşgörü gösteriliyor.

Geriye şu önemli ve acil soru kalıyor: Hamas, tüm Filistin halkı için tarihi bir hedefe ulaşmak adına nüfuzunu feda etmeyi kabul edecek mi, yoksa uluslararası toplumun bunu gerçekleştirme niyetine dair şüpheler mi uyandıracak? Son olasılık gerçeğe en yakın olanı, çünkü geçmişte Filistinli liderlerin kişiliklerini ve nüfuzlarını davanın kazanımlarıyla birleştirme modeli ile uyumlu. Eğer (ister dışarıdaki, ister sahadaki olsun) Hamaslı liderler bunu yaparlarsa, yani nüfuzları ile davanın kazanımlarını birleştirirlerse, bir bütün olarak Filistin davası için felaket olur ve tarihi bir fırsat kaçırılır. Bu tarihi fırsatın başlangıcını tartışmasız bir şekilde Hamas yarattı ama olumlu sonuçlanmasına katkıda bulunmakla yetinmeyi kabul etmesi zor.

Bugün önümüzdeki sahne bu şekilde, kendisi pek çok mayınla çevrili ve kısa vadeli faydaların hakim olduğu hareketli bir sahne.

Son söz; tarihsel fırsatlar, zaman içinde eskisinin karanlık, yenisinin parlak göründüğü iki farklı aşamayı ayıran bir andır. Siyaset dünyasında tarihi fırsatları değerlendirmek, cesaret ve bilgeliği birleştiren bir liderlik gerektirir.