Ürdün'ün kuzeydoğusundaki bir Amerikan üssüne düzenlenen ve Amerikan kuvvetlerinin üç unsurunun ölümü ve en az 34 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan İHA saldırısı, Ortadoğu'da genişleyen krizlerde Amerikan yönetiminin karşı karşıya olduğu meydan okumaları bir araya getiriyor. Gazze'deki savaşa eşlik eden son olaylar dizisinden açıkça görülüyor ki, çözüme, uzlaşı ve anlaşmaya yönelik diplomatik hareketin ivmesi her arttığında, kendisini engellemek için Irak, Suriye ve Lübnan'da İran ve ona bağlı milislerin kontrolü altındaki bölgelerde şiddet olayları, Kızıldeniz'de Husi korsanlık eylemleri de artıyor. Şu anda yoğun bir diplomatik faaliyet sürüyor; Gazze'de uzatılmış ateşkes anlaşmasını görüşmek üzere CIA Direktörü William Burns ile Mısır, Katar ve İsrail'den üst düzey yetkililer arasında Paris görüşmeleri yapılıyor. ABD'nin Filistin Otoritesi, Mısır ve Ürdün ile Otoritenin reformu ve savaştan sonra Gazze'nin geleceği konusunda ciddi görüşmelerde bulunduğu yönünde dolaşan söylentilerin yanı sıra, Josep Borrell'in başlattığı bir Avrupa girişimi var. Buna ek olarak, Lübnan-İsrail sınırındaki durum, Beyrut'a giden Avrupalı delegasyonların ve ABD Özel Temsilcisi Amos Hochstein'ın misyonu da büyük ilgi çekiyor.
Bu aktif diplomatik hareketlilik, İngiltere Dışişleri Bakanı David Cameron'un ülkesinin bir Filistin devletini tanıma niyetinde olduğunu söylemesiyle doruğa ulaştı. Bunu ertesi gün Aquius Ajansı'nın Amerikalı yetkililerden naklettiği, Washington'un Filistin devletinin ABD ve uluslararası düzeyde tanınmasına yönelik olası seçenekler üzerinde çalıştığı yönündeki haberi takip etti. Ardından New York Times'ın "Biden Doktrini" olarak tanımladığı ve derhal bir Filistin devletinin kurulmasını teşvik etmeye yönelik benzeri görülmemiş bir Amerikan diplomatik girişimini temel alan makalesi geldi.
İran’ın kollarının yol açtığı rahatsızlıklar, güncel olaylara verilen tepkiden veya iç politikada pozisyon benimsemekten ziyade, uzun vadeli bir vizyondan yola çıkıyor. Bu da Tahran'ın arenalar birliği bağlamında mobil savaşları sürdürme çabasına katkıda bulunabilir. İran, hedeflerine ulaşmak, bölgedeki ve Amerikalılarla olan her türlü çatışmanın çözümünde etkin rolünü pekiştirmek için mobil savaşlardan faydalanmak istiyor.
Amerikan yönetimi şu anda bölgede yapmaya çalıştığı gibi Filistin-İsrail ve Arap-İsrail çatışmasını çözmenin yanı sıra, kendisinin ve müttefiklerinin güvenliğini korumaya ve silahlı çatışmaların yayılmasını önlemeye gayret ediyor. Bu nedenle, askerlerinin öldürülmesine, saldırgan milis grupların liderliklerine yönelik saldırılarla karşılık vermeye başladı. ABD saldırıları muhtemelen daha sonra İran'ın çıkarlarına, oluşum dışındaki askeri tesislere kadar uzanabilir ve hatta Devrim Muhafızları danışmanlarını vb. etkileyebilir. Ancak karşılık, kapsamlı bir savaşa yol açacak, bölgenin güvenliğini sarsacak ve özelde Gazze savaşını durdurmaya yönelik diplomatik çabaları, genel olarak ise bölgede uzlaşı ve barışı sabote edecek bir çıtanın altında kalacak.
Hiç şüphe yok ki, rehinelerin özgürleştirilmesine yönelik diplomatik ivmenin sürdürülmesinde diretilmesi, Gazze'deki savaşın durdurulması, ertesi günden sonraki geleceği, bölgede iki devletli çözüm ve kapsamlı barışın sağlanması için çalışmalara devam edilmesi, Tahran ve müttefiklerinin en çok canını yakacak karşılık olacaktır.
İran ve ekseni, 70 yılı aşkın süredir Filistinlilerin hak ve ihtiyaçlarını umursamadan, kendi ideolojisi ve politikaları doğrultusunda, bölgesel uzlaşı ve özellikle de normalleşme çabalarını sekteye uğratmak için Aksa Tufanı operasyonunun zamanlamasını kısmen çok başarılı bir şekilde belirledi. Ürdün'deki Amerikan üssüne yapılan saldırılar da aynı senaryoyu tekrarlamayı, halihazırda kaydedilen diplomatik ilerlemeyi baltalamayı ve genel olarak ABD, Arap ve uluslararası hedefleri sekteye uğratmayı amaçlıyor. Bu bağlamda önemli olan, Rusya ve Çin'in ABD'nin Ortadoğu'daki rolünü zayıflatma arzusuna rağmen, İran'ın uluslararası bir fikir birliğine sahip görünen diplomatik yolu ne ölçüde sabote edebileceğidir.
İran ve müttefiklerinin Gazze'de devam eden savaşta gösterdiği performans, gerçek bir direnişle karşı karşıya kalındığında sonuçları tartma ve ihtiyatlı olma ile karakterize ediliyor. İran'ın ana ve en önemli müttefiki Hizbullah'ın bu savaşa verdiği ve destek savaşı olarak adlandırdığı tepkisi, İsrail ile girişilen bu disiplinli ve sınırlı “mini savaş” sonucunda Hizbullah’ın savaşçı ve sınır köylerinde uğradığı kayıplara rağmen, şu ana kadar topyekun bir savaştan kaçınmak istediğini gösteriyor.
İran politikası, kapsamlı bir savaş konusunda isteksiz olduğu, taraflardan birinin veya her ikisinin bölgesel düzeyde bir çatışmayı ateşleyecek duruma kaymaması halinde, şu ana kadar kontrol altında tutulabilir küçük mobil çatışma ve savaşları benimsediği şeklinde anlaşılabilir. Bu doğruysa, diplomatik süreç, zor da olsa ateşkes ve barış lehine sonuçlar alabilir.
İran'ın, doğrudan veya müttefikleri aracılığıyla bunu engellemek için tüm sert gücünü kullandığı ve kullanmakta olduğu dikkate alınmalı. İran, pek çok ve çeşitli nedenlerden dolayı rakiplerinin sahip olduğu yumuşak güçten yoksun. Bu nedenlerin başında, kibrine rağmen ekonomik koşullarının kötü ve gittikçe zorlaşıyor olması, iç koşullarının belirsizliğinin yarı yarıya uluslararası bir izolasyon içindeki rejimi endişelendirmesi geliyor.
Dahası, İran'ın bağımsız bir Filistin devletini reddetme politikası, dört Arap ülkesini tamamen zayıflatması ile de uyumlu; Lübnan devleti, devlet rolünü üstlenen Hizbullah ile sınırlı hale gelirken, Yemen ise Husilerin arenasına dönüştü. Irak'ta, Haşdi Şabi ve müttefiki milis gruplar hükümetin rollerini gasp etti. Suriye, içinde ve çevresinde olup bitenlere rağmen mevcut değilmiş gibi yok ya da görülmüyor. Çarpıcı olan ironi, geleceğin Filistin devletini kurma çabaları sürerken, dört ülkenin İran sayesinde çökmesidir.
En etkili mücadele uzlaşı ve barışa, yani Filistin Devleti'nin tanınmasına yönelik daha fazla baskıdır. Ama dünyanın Gazze ve Ukrayna'daki savaşlarla meşgul olduğu, Washington'un yaklaşmakta olan başkanlık seçimlerine ve bu seçimlerdeki ciddi iç siyasi gerilim sorunlarına odaklandığı bir dönemde, İran ve ortaklarının birden fazla düzeyde ne yapmayı düşündüğü konusunda bu aşamada dikkatli olunması gerekiyor. ABD ve Batı'nın karşı karşıya kalabileceği en kötü senaryo olan nükleer programında bir atılım da bunların başında geliyor.