Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Biden'ın bölgeye yönelik yaklaşımı gerçekçilik ile hayalci politika arasında

Bilim insanı Einstein “Bir hatayı tekrarlayıp sonra farklı bir sonuç beklemek aptallıktır” der ve bu söz Başkan Biden'ın Ortadoğu'ya yönelik dış politikası için tam anlamı ile geçerli gibi görünüyor. Siyasetin koridorları hakkında uzman ve içinde uzun bir ömür geçiren Başkan Biden, buna rağmen selefi başkan Obama'nın politikasının hatalarını ve Ortadoğu'da beraberinde gelen çöküşleri, müttefiklerin kaybedilen güvenleri ve son olarak Gazze'de savunmasız ve kuşatma altındaki bir halka karşı yürütülen korkunç savaşı göz ardı etme hatasını işledi. Bilmiyordum demesi için hiçbir mazeret yok, zira Obama döneminde başkan yardımcısı olduğu için o bu politikanın tasarımcılarından biriydi ve her adımdan haberdardı. Burada şu soru ortaya çıkıyor: Neden? Cevap onun hayalci politika denen şeye olan inancıdır. Hayalperestler gerçeği inkâr ederler, tüm insanların iyi olduklarına ve davranışlarının teşviklerle değiştirilebileceğine ve onların iyiliğine yönlendirilebileceğine inanırlar. Bu nedenle Biden'ın 2021'de iktidara geldikten hemen sonra Trump'ın gerçekçi politikasından vazgeçip Obama'nın hayalci politikasına geri döndüğünü gördük ki aralarındaki fark çok açıktır. Trump'çı gerçekçilik, İran'ı devrimci, tehlikeli ve zorla değişim, vekilleri aracılığıyla yıkım yoluyla yayılma stratejisini benimseyen bir ülke olduğuna inanıyor. Yaklaşımını sürdürmenin maliyetini anlaması, ardından müzakereye, başkalarının pahasına, onların inançlarına aykırı olarak genişleyen devrimci bir düşünce taşımayan normal bir ülke olmaya dönmeye ikna olması için çözümün, İran'ın finans kaynaklarını kurutmak, siyasi olarak kuşatmak ve askeri olarak mücadele etmek olduğunu düşünüyor. Bidencı politika ise, İran'ın teşviklerle değişebileceğine, ABD'nin Doğu Asya'daki daha büyük meselelere odaklanması gerektiği bir dönemde İran ile güç kullanarak mücadele etmenin büyük zarara yol açacağına, dolayısıyla bazı alanlarda taviz vermenin, bunun karşılığında nükleer program gibi diğer konularda taviz almanın her iki tarafın da yararına olan bir politika olduğuna inanıyor.

Hayalci politika sadece Biden ve Obama ile sınırlı değil, onlardan önce Başkan Clinton da bu politikayı benimsedi ve hepsinin solcu Demokrat Parti'den olması tesadüf değil. Clinton da, İran’da ılımlı bir hareketin olduğu, baskının gevşetilmesinin İran’ın karar merkezinde ılımlılığa yol açacağı gerekçesi ile Baba Bush'un politikasını değiştirerek İran'a açıldı. Hayalperestler de İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi'ye övgüler düzdüler, ama sonunda ona oynadıkları bahsi kaybettiler çünkü Tahran’da gerçek karar merkezi Dini Liderdir. Böylece İran'da öngörülen ılımlılık hareketi hayali çöktü. Clinton bundan önce de İran'ı kontrol altına almak için Esed rejiminin doğasını ve yapısını bilmesine rağmen Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed'e güvenmeyi denemişti ve sonuç, ABD'nin çıkarları açısından değil, ama Lübnan'ın egemenliği açısından trajikti. ABD'nin eski Dışişleri müsteşarlarından David Hale, bazı bölümleri Şarkul Avsat tarafından yayınlanan "Lübnan'a Yönelik Amerikan Diplomasisi" adlı kitabında, Clinton’ın, Esed'e Lübnan'ı vermenin İran nüfuzunun azalması, Hizbullah'ın ortadan kaldırılması ve Suriye ile İsrail arasında bir barış anlaşmasına varılması ile sonuçlanacağına inandığını söyler. Gerçeği göz ardı eden bu hayalci politika, Lübnan'ın Suriye'nin vesayeti altına girmesi, Hizbullah'ın Lübnan sınırları ötesinde baskın bir güç haline gelmesi ve Suriye'nin zamanla sağlam bir İran üssüne dönüşmesiyle sonuçlandı.

Biden hayalci yolunu değiştirmedi, aksine Cumhuriyetçi Başkan Trump bu yolu devirdikten sonra bile kendisine geri döndü, böylece İran'a uygulanan cezai kısıtlamaları hafifletti ve Umman üzerinden kendisi ile gizli müzakerelere başladı. Çin'in İran petrolünü satın almasına izin verdi, dondurulmuş mevduatlarını serbest bıraktı ve ardından ki en tehlikelisi buydu, uzlaşmanın formüle edilmesinde etkili bir siyasi ve askeri etki olarak Suriye'den çekildi ve ülkeyi gönüllü olarak İran'a devretti. Bu dönüşüm, ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin bu çekilmeden kendileri adına korkmasına neden oldu ve Obama'nın kendilerine ne yaptığını çok iyi deneyimledikleri için mevcut seçenekleri yeniden gözden geçirmeye karar verdiler. Amerikalıların kendilerinden önce bunu yapabileceklerini düşünerek Esed ile ilişkileri normalleştirmeyi seçtiler. Bu, İran varlığının daha da sağlamlaşması anlamına geliyordu ve Suriye topraklarındaki her türlü askeri ve siyasi çatışma yolunun ortadan kaldırılması şeklinde ifade buldu. İranlılar bunu kararlılık ve stratejik sabır politikasının bir zaferi olarak algıladılar. Suriye'nin artık Arapların olmadığını, Arapların ona geri döndüğünü coşkuyla söyleyen Devlet Başkanı Beşşar Esed de öyle algıladı.

Biden asıl şoku Gazze savaşı ile yaşadı ve sonrasında yaşananlar ABD'nin itibarını zedeledi, yönetimin güvenli ve istikrarlı olduğunu düşündüğü bir bölgeye yönelik aczini ve daha da önemlisi beceriksizliğini ortaya koydu. Biden yönetimi bölgeyi öyle güvenli ve istikrarlı zannediyordu ki Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan'a göre bu bölgenin meseleleri artık önemli miktarda zamanını almıyordu. Bunu söylerken hayalci politikanın başarıya ulaştığı ve ABD'nin zamanını Çin, Doğu Asya ve Ukrayna'ya karşı savaşında Rusya meselelerine adayacağını ima ediyordu. Ancak Gazze savaşı ile ABD şiddetle sarsıldı ve ne yapacağını bilemedi. Biraz gücünü sergilemek zorunda kaldı ve Ürdün'de üç Amerikan askerinin öldürülmesinin ardından İran'ı tehdit etti. Hizbullah'ın savaşa dahil olması durumunda İran ile yüzleşmek için gemilerini bölgeye gönderdi. Bunun üzerine İran emniyetli bir şekilde üslerine geri çekildi ve Gazze'den yüz çevirdi. Bu yüz çevirme boşuna değil, Suriye Özel Temsilcisi Joel Rayburn'un söylediği gibi ABD ile kapsamlı bir çatışmadan duyulan korkudan kaynaklanıyordu, çünkü onlar (İranlılar) bu tür bir savaşa alışık değiller ve sonuçlarını tahmin edemezler.  Böylece Biden yönetimi caydırıcılık unsurunu kullanmaya geri döndü ama ne yazık ki gerektiği gibi kullanamadı, aksine yarı hayalci, yarı gerçekçi bir politika izledi. Netanyahu'dan çekingen bir tavırla ateşkesi kabul etmesini talep etmesi ama onu buna zorlamaması da bunun kanıtı. Keza bölgede çözüm istiyor ama bir mayın gibi olan İranlı milis gruplara karşı kesin bir tavır takınmıyor. Ukrayna'da uluslararası hukuk ilkelerini el üstünde tutuyor, Gazze'de ise onları ayaklar altına alıyor. Biden bu politikasıyla kekliği taklit etmeye çalışan ama başaramayan, dahası kendi yürüyüşünü şaşıran kargaya benziyor.

Biden'ın ihtiyacı olan şey İsrail'e keskin dişlerini göstermek, İran'a ve Ortadoğu'daki genişlemesine karşı çıkmaktır, bundan sonra siyasi gerçekçilik yoluyla kesinlikle amacına ulaşacaktır. Ama politikasını değiştirmezse, Einstein'ın aptal olduğunu kanıtlamak için deneylerini tekrarlayacak demektir.