Iraklı düşünür ve yazar Kenan Mekiyye, ‘el-Fitne’ adlı kitabında 2003'ten sonra Irak'ı yöneten Şii siyasi elitleri, ‘Şii devleti’ adını verdiği yanılsama içinde yaşamakla, Saddam Hüseyin sonrası dönemde ulusal kimliği azaltma ya da tek taraflı bir tanıma bağlı kalma yanılsamasıyla suçladı. Bu, o tarihsel anda masumiyetin kanıtlanmasını ya da reddedilmesini gerektiren bir suçlama değildi. Aksine, bazıları için bugünlerine ve hatta geleceklerine yönelik kasıtlı bir eylemken, diğerleri için uzak ve yakın geçmişe bir tepkiydi. Ayrıca diğer Iraklı gruplar gibi mahrumiyet, zulüm ve dışlanmaya maruz kalan bu grubun kişisel ve toplumsal yapısındaki oluşumlarla ilgili bazı gerekçeleri olan bir tepkiydi. Bu aynı zamanda Iraklı çoğunluğu neredeyse bir Arap azınlığa dönüştüren açgözlü ve temkinli bir komşuyla aynı anda hem bir bağ hem de bir ayrılık vesilesi oluşturan karmaşık coğrafya ve demografinin de sonucudur. Bu da onu bir yandan ulusal çoğunluk (yani diğer grupların ağabeyi) rolünde, diğer yandan da sosyal, entelektüel, tarihi, coğrafi ve siyasi mirasıyla bağlantılı daha kapsamlı kimliğinde çifte kayba karşı savunmasız hale getirdi.
Irak'taki dönüşüm, ideolojik, siyasi kimlik tanımları, üç grubun yaşadığı büyük ulusal mücadeleler ve travmatik alt deneyimlerin ardından gelen büyük değişiklikler geçirdi. DEAŞ’ın bölgelerinin büyük bir bölümünü kontrol altına almasının ardından Sünniler, bağımsızlık referandumunun yansımaları ve Kerkük'ü kaybetmelerinin ardından ise Kürtler bunu yaşadı. Eylül Devrimi ve silahlı Şii siyasal İslam projesinin başarısızlığa uğramasının ardından Şiiler bunu deneyimledi. Ekim Devrimi’nin yankılarının bir kısmı, iktidardaki Şii siyasi elitlerini ve güçlerini, sokaktan gelen baskılar altında ve kendi iradelerinden kaynaklanmayan bir şekilde yönlendirdi. Tüm bunlar sivil veya partizan olmayan güçlerin geçiş aşamasını yönetmesine ve ideolojik olmayan siyasi bir kimlikle ortaya çıkmasına neden oldu. Ancak bazıları bunun da ötesine geçti. Bazıları örgütsel, popüler ve entelektüel yapılarını 2019'da yeniden düzenledi. Bu da Ekim Devrimi’nin kamusal alanında meydana gelen büyük dönüşüme paralel olarak gerçekleşti. O sebeple burada kastedilenler Sadr ve el-Hekim hareketleridir.
Ammar el-Hekim liderliğindeki ‘Hikmet’ ve Mukteda es-Sadr liderliğindeki ‘Sadr’ hareketleri büyük dönüşümler geçirdi. Hikmet Hareketi, birkaç ayrılıktan sonra mevcut haliyle, liderinin aşamalı olarak aldığı cesur kararların bir sonucu olarak özel ve kamusal kimliğini kristalize etti. Ayrıca el-Hekim, Şubat 2023'te Iraklı ve uluslararası Şii seçkinler önünde tüm ülkelerdeki ulusal Şii özgüllüğü hakkında yaptığı bir konuşmada, yaşadıkları ülkeye ait olmak, bu ülkedeki diğer entelektüel, ideolojik aidiyetler ve yönelimlerle birlikte o ülkeye entegre olmak gibi şeylerden bahsederek, nihai vizyonunun önünü açtı. Ancak el-Hekim, Irak'ın özgünlüğünden bahsederken bundan daha da ileri giderek, ‘Iraklı bir Şii olup aynı zamanda farklı özelliklere ve karakteristiklere sahip başka bir vatana ait olmanın mümkün olmadığını’ belirtti. El-Hekim, aynı şekilde ‘başka bir ülkenin yasalarını uygulamanın ya da onların isteklerine karşı farklı bir kültürü kendi toplumuna ithal etmenin de imkânsız olduğunu’ ifade etti.
Şii çevrede en geniş temsiliyete sahip olan Sadr Hareketi’ne gelelim. Bu hareketin siyasi eyleme dönüşmesi ve ‘uzlaşmacı’ yönetim karşısında çoğunluk yönetimine ulaşarak meşru ittifaklarını yeniden inşa etmesinin göstergesi olarak hareketin lideri Sadr, destekçilerine ve müttefiklerine yönelik son mesajlarında ‘Ulusal Şii Hareketi’ başlığı altında gelecekteki hareketlerinin siyasi içeriğini ortaya koydu. Şii ve ideolojik kimlik yerine ulusal kimliğe öncelik vermesi, hareketinin kimliğini yeniden düzenlemeye yönelik cesur bir adımdır. Bu adım, geri dönüş saatinin bir sonucu değil, daha ziyade hareketinin yıllarca yaşadığı deneyimin bir sonucudur. Çünkü Sadr Hareketi saflarındaki birkaç bölünme, radikal güç merkezlerinden kurtulmasını sağladı. Bu ise ona ötekileri anlama konusunda daha fazla esneklik sağladı. Söz konusu durum, Sadr ile ulusal projede kesişen sivil ve seküler Şii siyasi güçler arasındaki uyumun yeniden sağlanmasına yardımcı oldu.
Pratikte iki beyefendi (es-Sadr ve el-Hekim) de “Ben Iraklı Arap Müslüman bir Şiiyim” gibi birleşik bir kimlik benimsemekte. Şiilik, genel bir ideoloji değil, manevi bir kimlik. Onu korumak için birincisine, yani Irak’a ihtiyaç var. Bu da ulusal kimliğin tüm özelliklerini garanti altına alan devletin işi. Yine bu, içtihadi olarak ulusun sadece kendi üzerindeki vesayetine eğilimli olan Necef’teki dini otorite tarafından desteklenmekte. Tüm bunlar söz konusu iki adamın, siyasi ve popüler boyutta bir rekabet içinde oldukları anlamını taşıyor. Aynı zamanda iç Şii ulusal çağrışımları olan genel Şiilikle bağlantılı, Sistani ve Hamaney sonrası aşama için açık hazırlık işaretleri taşıyan çok cesur ve proaktif adımlar attıklarını da gösteriyor. İşin özünde Tahran ile Necef arasındaki rekabet ve bir sonraki yüksek otoritenin kimliği yer alıyor.