Faysal Muhammed Salih
Sudan eski Enformasyon Bakanı
TT

Kurbanı suçlama yöntemi

Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Vad en-Nura köyünde gerçekleştirdiği ve  kurban sayısının 100'ü aştığı katliam, üzüntü, öfke ve intikam arzusu arasında gidip gelen çeşitli duygular uyandırdı. Bu olaya dahil olan tüm tarafların sorumluluğunu belirlemek için nedenleri ve sonuçları incelenmeye çalışılarak, bu konuda çok fazla mürekkep harcandı. Bu yönelimlerden en gülünç ve sefil olanı, ordunun seferberlik çağrılarına uyarak HDK’ye karşı silaha sarılan kurbanları suçlamaya çalışan yönelimdi.

Birkaç gün önce HDK’nin saldırısına uğrayan Vad en-Nura köyü, el-Cezire eyaleti ile Beyaz Nil eyaleti arasında yer alıyor. Öldürülmelerinin gerekçesi, köylülerin ordu tarafından eğitilip silahlandırıldığı ve bu nedenle sivil sakinler olarak değil, silahlı savaşçı askerler olarak kabul edildikleriydi. Ne yazık ki bu gerekçe bazı kesimlerin hoşuna gitti ve bunu katliam için yeterli bir gerekçe olarak değerlendirdiler ve böylece kurbanlar ölümlerinin sorumlusu haline geldiler.

Köylülerin seferberlik çağrısına ilk karşılık verenler arasında oldukları hikayesi doğru olabilir. Nitekim silahlı kuvvetlerden kıdemli bir subayın hitap ettiği bir eğitim kampının videoları da var. Ancak buradaki en önemli soru şu: Köylerini, sakinlerini, mallarını savunmak için silahlanan köylüler, bunun için suçlanabilirler mi? Zira HDK’nin girdiği her köy veya bölgeyi yağmalayıp sakinlerini öldürdüğü kanıtlanmış. Önce arabaları ve mülkleri çalıp yağmalıyor, ardından sözlü de olsa kendisine direnen ve emirlerine uymayı reddeden herkesi öldürüyor. Bu örnek, HDK’nin bölge sakinlerinin direnişiyle karşılaşmadan girdiği birçok köy için geçerli. Bu köyler ordunun seferberlik çağrısına karşılık verip eğitim almamalarına rağmen yağmadan, talandan ve öldürülmekten kurtulamadılar. Bu, bölge halkının kendisine yönelik tepkisi ve davranış biçimi ne olursa olsun, yağma ve katliamın HDK’nin doktrininin ve çalışma yönteminin ayrılmaz bir parçası olduğu anlamına geliyor. El-Takina, el-Akda, el-Mağariba ve diğer köylerde olanları unutmayalım.

Köy halkı kendilerini korumak ve savunmak için silahlanmışlarsa, eğitimsiz, tecrübesiz ve silahları basit olsa bile suç onların değil, onları buna itenlerindir. Bunların başında da tekrarlanan eylem ve suçları ile HDK geliyor. İkinci suçlu, sanki kutsal görevi vatandaşları savunmak ve onların güvenlik ve emniyetini korumak değilmiş gibi, köylüleri hafif silahlar ile silahlandırmak ile yetinip öne süren, ardından köyden geri çekilip uzakta duran, onları sayı, teçhizat, deneyim ve askeri eğitim bakımından kendilerinden daha büyük bir güç ile karşı karşıya bırakarak katliamı izleyen ordu liderliğidir.

Suçlu aynı zamanda, aileleriyle birlikte binlerce kilometre ötede rahat ve güvenli bir şekilde yaşarken insanları savaş ateşine iten perde arkasındaki savaş çığırtkanları ve körükleyicileridir. Sıradan insanları seferberliğe çağıranlar, direniş ve şehitlik nutukları atanlar, ardından savaş zamanı gelip çattığında kaçanlar, sıradan insanları kaçınılmaz kaderleriyle karşı karşıya bırakanlardır.

Suçlu olanlar hâlâ savaş yolunda yürümekte ısrar edenler, savaş propagandası yapmaya devam edenlerdir. Buna rağmen ölüler için en çok ağlıyormuş gibi görünenler de onlar. Oysa devam eden ölüm ve katliamlar, şiddet nehrinin akışı onları savaşın sona ermesini talep eden çizgiyi benimsemeye itmeliydi. Sanki savaş, kurbanların olmaması gereken bir futbol maçıymış gibi, hem savaşı ve devam etmesini istemeleri hem de ölümleri kınamaları şaşırtıcı!

Savaşın kendi mantığı vardır ve başka hiçbir mantığa uymaz. Yaşandığı her yerde kendisine ölüm, şiddet ve ihlaller eşlik eder. Hiçbir taraf savaşı, gidişatını ve sonuçlarını kontrol etmeye devam edemez. Putin’in kısa vadeli bir gezi olacağını sandığı Rusya-Ukrayna savaşı da buna bir örnek. Hal böyleyken savaş çağrısında bulunan tarafın her gün düştüğü, stratejik yerleri ve bölgeleri kaybettiği, geri çekilmeye ve yenilgiye uğramaya devam ettiği bir savaşa ne denilebilir?!

Asıl ve temel suç, sahadaki gerçekliğin ve savaşın gelişmelerinin, savaşın devam etmesiyle ülkenin parçalanma ve bölünme ihtimallerinin arttığının farkında ve bilincinde olması gereken siyasi, askeri ve toplumsal liderlere, fikir ve kamuoyu önderlerine düşüyor. Çünkü onlar bu sorumluluklarına rağmen, kendilerinden beklenen rolden vazgeçiyorlar. Kışkırtıcılara katılıyorlar, orada burada alkışlanmak için popülist konuşmalar yapıp, nefret söylemlerini kullanarak aşırılıkta birbirleri ile yarışıyorlar.

Gerçek bir lider, her düzeyde ve her tabanda milletin ve vatandaşların çıkarlarını ön planda tutar. Kendisini intikam ve öç güdülerinin üzerinde tutar, dalkavukluklara ve kışkırtmalara tenezzül etmez. Suçlamalara ve aşırılıklara maruz kalabilir ve bunlara sabırla ve anlayışla karşılık verir. Ondan Gandhi ya da Mandela olmasını değil -ki onlar da tüm bunlarla karşı karşıya kaldılar- düşüncesi, vicdanı ve kendisine biçilen rol ile tutarlı olmasını istiyoruz.