İran rejimi 1979 yılında kurulduğundan bu yana belki de ilk kez kendisini bu kadar karmaşık ve zor sorularla karşı karşıya bulmuştur. Bu geniş kapsamlı sorular, rejimin doğasından, özünde dış faktörlerle bağlantılı olan geleceğine, yani İran'ın son değişimlerin tehlikeye attığı nüfuzunu sürdürme kabiliyetine kadar her şeyle ilgilidir. Bu sorular rejimin kendisini dayatmak için kullanabileceği araçlarla bağlantılıdır ve rejimin kendisini hem yerel hem de uluslararası kitlelere sağlam ve istikrarlı gösterme çabalarından bağımsız olarak geniş kapsamlı bir tartışmaya kapı açmaktadır. Rejim içeride ve dışarıda on yıllardır olduğu gibi davranmaya devam ederek bölgeyi kasıp kavuran dönüşümlere rağmen istikrarlı kalabilir mi?
Tahran, İslam rejiminin kuruluşundan bu yana ilk kez istikrar ve sürekliliği garanti altına almaya çalışıyor. Böylece iki hedefin peşinde koşuyor: ‘sorunsuz bir geçiş aşaması sağlamak’ ve ‘rejimin prestijini ve devrimin etkisini korumak’. Ancak bu iki hedefin iç içe geçmiş olması işleri daha da karmaşık hale getiriyor.
Gerçekten de ilk hedef istikrar gerektirirken ikincisi güç ve nüfuz gerektiriyor. Dahası Tahran, içeride katılığa ve dışarıda nüfuza dönüştürdüğü gücünü ve rolünü korumak için rejimin farklı kanatları arasındaki çatışmaları önlemek zorunda. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın bu amaçla seçildiği açık. Genellikle taleplerle başlayıp hızla siyasileşen protesto hareketleri de aynı nedenle yasaklanıyor. Dışarıda ise amaç, son gelişmelerin daraltma ya da Tahran'ı bu alanın bazı bölümleri üzerindeki siyasi ve askeri kontrolden yoksun bırakma tehdidinin ardından geniş etki alanını korumak. İranlı karar alıcılar bu tehditleri neredeyse varoluşsal olarak görüyorlar. Çünkü söz konusu tehditler Tahran'ın ‘düşmanlarının’ Tahran'ın etki alanına giren bölge ülkelerinde onunla karşı karşıya gelmekten İran'ın iç cephesine saldırmaya, rejime doğrudan meydan okumaya ve etkisini zayıflattıktan veya devre dışı bıraktıktan sonra itibarını zedelemeye geçmesine olanak tanıyacak.
Aslında dışarıdaki büyük değişimler İran'ın geniş jeopolitik haritasını yani etki alanını altüst ediyor; iç istikrarını ve tarihinde ilk kez bölgesel konumunu yeniden sağlamlaştırma girişimlerini baltalıyor. Dahası, yurtdışında yaşanan değişimler İran'ın içine de sızabilir ve böylece odak noktası devrimi dışarıda savunmaktan rejimi içeride savunmaya kayabilir. Dini Lider'in Hizbullah'ın merhum Genel Sekreteri Hasan Nasrallah için düzenlenen anma töreninde yaptığı son konuşmada bu durum açıkça görülüyordu.
İran rejiminin şu anda bir meşru müdafaa savaşına girdiği aşikâr. İsrail ile bir çatışmanın kaçınılmaz olduğu görülüyor. Bu nedenle savunmadan saldırıya geçmeyi, İsrail askeri varlıklarını doğrudan uzun menzilli füzelerle vurmayı ve ‘arenaların birliği’ stratejisini rejimin kendisini savunan bir cepheye dönüştürmek için yeniden formüle etmeyi seçti.
Rejim, Tel Aviv ile mevcut çatışmalarının sadece bir kısasa kısas değil, bölgeyi dönüştürecek bir savaş olduğunun farkında. Bu çatışmadan sonra bir yandan ulusal coğrafyanın siyasi bütünlüğünü, diğer yandan da jeopolitik ve ideolojik etkisini sürdürmesi zorlaşabilir. Bununla birlikte, bir ikilemle karşı karşıyadır: Şayet jeopolitik ve ideolojik etkisini diplomatik bir uzlaşmayla veya askeri baskı altında feda ederse, siyasi bütünlüğünün korunacağını garanti edemez. Sınırlarının dışında meydana gelen değişimler iç cepheye de yansıyabilir ve devrimi, devleti ve rejimi önemli zorluklarla karşı karşıya bırakabilir.
Tam teşekküllü bir askeri çatışma ya da sert diplomatik tavizler ihtimaliyle karşı karşıya kalan rejim, hayatta kalmasını nüfuzuna, jeopolitik haritasına ve rejimin istikrarına bağlamış durumda. Bu da rejimin içerideki meşruiyetini dışarıdaki etkisinden ayırmasının zor olacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla bu potansiyel çatışma Tahran'ı içeride göreceli istikrarı korumak ile dışarıda geniş çaplı değişimlerle yüzleşmek arasında bir seçim yapmaya zorlayabilir.