Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Siyasi eksenlerin tasfiyesi

Dünyanın büyük güçleri, siyasi eksenler inşa etmelerini ve muadillerini ortadan kaldırmalarını, aynı zamanda bazı ülkeleri rahatsız etmek veya onlara sürekli şantaj yapabilmek için bazı ülkelere göz yumabilmelerini sağlayan çoklu güç unsurlarına sahiptirler. Geçmişte böyle olmuştur, günümüzde de böyle olmaktadır ve tarih ve coğrafyada bunun örnekleri çoktur.

Gerçekliğe, olaylara ve politikalara bakıldığında, tarihin bildiği en güçlü imparatorluk olan ABD'nin politikalarının, önceki yönetim döneminden bu yana tamamen değiştiği rahatlıkla görülebilir. Başkan Trump, Beyaz Saray'daki ikinci dönemine ilk döneminden farklı bir şekilde girdi. ABD'nin iç siyasi dengeleri çerçevesinde dünyayla ilişkilerini istediği gibi yeniden düzenlerken artık kaybedeceği bir şey yok, ama işi olabilecek en uç noktaya götürüyor.

Bunu Kanada, Meksika, Danimarka Grönland'ı, ülkeleri ve birliği ile Avrupa ve NATO'ya karşı uyguluyor. Aynı şeyi Ortadoğu bölgesinde de uyguluyor. Dünyanın dört bir yanındaki siyasi haritalarda eğip bükmeden veya herhangi bir şekilde diplomasiye başvurulmadan yapılan radikal değişikliklerle bu karar açıkça ortaya çıkıyor. Trump, Rusya-Ukrayna savaşı gibi savaşları bitirebildiği gibi, özellikle bölgemizde başka savaşları da ateşleme kapasitesine sahiptir.

Trump ABD’si ile ABD devletinin, “uluslararası düzen” olarak adlandırılan birçok uluslararası ilkeyi, siyasi geleneği ve dünyadaki güç dengesini siyasi, ekonomik ve askeri olarak değiştirmeyi amaçladığına dair işaretler var. Bölgemizde bu durum, ABD ve Avrupa'nın bölge ülkelerinin aleyhine 40 yıldan fazla süredir faaliyet göstermesine ve genişlemesine izin verdiği “direniş ekseni”ni hedef almaya ABD’nin tam anlamıyla liderlik etmesiyle açıkça ifadesini buldu.

Arap ideologlar ve araştırmacılar, yazarlar ve yorumcular gibi medya ile siyasi analiz alanındaki destekçileri, dünya genelinde ve Ortadoğu'da yaşanan büyük değişimlerin büyüklüğünü kavrayamıyorlar. Birçoğu Amerikan liberal solunun, Obama'nın önerilerinin ve Biden'ın dünyayı uçurumun ve üçüncü dünya savaşının eşiğine getiren politikalarının peşinden koştu. Trump ise daha diplomatik olmasa da daha dengeli bir siyasi karar ve vizyonla bunların hepsini durdurmaya geldi.

Filistin meselesi ve Gazze savaşı konusunda pek çok aydın, analist, yazar ve kanal, iki yıl önce 7 Ekim'de Gazze'de yaşananları alkışladı. Zafer ve yenilginin anlamı, siyasal gerçekçiliğin reddi, dar ideolojik bakış açısı gibi konularda slogan ve kavramlarla halkın zihnini bulandırdılar. Lübnan Hizbullahı'nın bu görüşü kabul etmesi ile isteseler de istemeseler de onu kaçınılmaz sonuna doğru sürüklemeye ortak oldular.

Siyasi yanılsamaları ile kör bir şekilde dolaşmaya, analizlerinde kaybolmaya devam ettiler. Suriye’de Esed rejimi düştü ve eksenin büyük kaybı sert, güçlü ve hızlı oldu. Ama yanılsamalarına sıkı sıkı tutunup, bu kez Husi milislerini yüceltmeye çalıştılar; ABD ve İsrail'i ortadan kaldıracaklarını, eksenin de onları tüm gücüyle destekleyeceğini iddia ettiler. İşte ABD, bu milis gücüne, liderlerine, karargahlarına, silahlarına ve destekçilerine karşı benzeri görülmemiş yoğun saldırılar başlattı. Irak'tan veya eksene liderlik eden veya eksende yer alan herhangi bir ülkeden Husileri destekleyici herhangi bir hamle gelmesi durumunda buna da kaba kuvvetle karşılık vermekle tehdit etti.

Gerçekliğin gücü karşısında yanılsamalar kaybolur. Bundan 15 yıl önce, Arap Baharı olarak adlandırılan olayların her yeri doldurduğunu hatırlayalım. Obama'nın Arap cumhuriyetlerini devirip siyasi İslamcı gruplara teslim etmeyi amaçlayan vizyonunun bir parçasıydı ve birçok yazar, gazeteci ve kanal bunun çığırtkanlığını yapmıştı.

Burada şu sorular ısrarla sorulmalı: Gazze'de yaşananlardan gerçekte kim sorumlu? Filistin Otoritesi’nin yolsuzluğu mu, evet. Görüş ve karar birliğinin bozulması mı, evet. Ama aynı zamanda direniş ekseni ile köktendinci eksenin Hamas hareketiyle birlikte çalışması da bundan sorumlu. Ancak en büyük etken, İsrail'in ve Netanyahu'nun Hamas'ın darbesinden duyduğu memnuniyet, hayatta kalmasını ve devamlılığını garanti altına almasıydı.

Bundan önce, el-Kaide terörünün gerçek sorumlusu kim? Dini aşırılıkçı söylem mi, evet. Siyasi İslam gruplarının söylemi mi, evet. Ama ona hayat veren ve ona etki yeteneğini kazandıran Batı politikalarıydı. Bu politikalar liderlerini ve sembollerini savundu. Bölge ülkelerine, yayılmasını durdurmamaları yönünde baskı yaptı, net ve kesin bir şekilde onunla mücadele etmelerinin önüne geçti. Bu örgütlerin sembollerini ve liderlerini barındırıp, örgüte himaye, destek ve eğitim sağlayan bölge devletine göz yumdu.

Peki DEAŞ’ın gerçek sorumlusu kim? Esed rejimi mi, evet. Onu ihraç etmekten kazanç sağlayan bir bölge ülkesi mi, evet. Ama bunlardan önce dönemin Irak hükümeti, o dönem onu destekleyen bölgesel güç, çeşitli adlar altında örgüte akan milyarlar bundan sorumluydu.

Son olarak, siyaset bir komplo değil, güç, dengeler ve çıkarlardır. Bu nedenle stratejiler oluşturulur, politikalar üretilir, kararlar alınır ve aynı şekilde komplolar kurulur. Ama bizim bölgemizde Batı'nın, belli tarafları, ülkeleri, grupları, kişileri koruyan, sonra onları hedef alması veya onların onu hedef almaya başlamasıyla sonuçlanan, gevşek veya değişken bir tutumuyla her zaman karşılaşıyoruz.