Ortadoğu'nun tanık olduğu değişim deneyimlerinin çoğu, Batı ve İsrail'e karşı direniş söyleminin, Siyonist oluşumun tanınmaması ve Camp David Anlaşmaları'nın iptali veya dondurulması talebinin tekrarlanması üzerine kuruludur.
İran devriminin söylemi, anlaşmalara karşı durma ve silahlı direniş söyleminin benimsenmesinde ve Büyük Şeytan’ın politikalarına karşı çıkılmasında temel taşı teşkil etti. Keza Mısır-İsrail barış antlaşmasından, Ürdün ve İsrail arasındaki Vadi Araba Anlaşması ve son olarak İbrahim Anlaşmalarına kadar barış anlaşması projelerine yönelik kınamaların da temelini oluşturdu. İsrail'i tanımayı reddeden ve Kudüs'ü özgürleştirme sloganını benimseyen siyasal İslam cetveli, birçok kişinin herhangi bir rejimin “milliyetçiliğini” ve “ümmetin davalarını” savunma derecesini ölçmek için kullandığı bir ölçüt gibi göründü.
İran devriminin aslında boyutlarının çoğunu ortaya koymayan mezhepsel okumasından uzakta, 1979'daki zamanlaması, Arap dünyasının İsrail ile her türlü ilişkiyi reddettiği bir döneme denk gelmişti ve Cumhurbaşkanı Sedat'ın hamlesi bu açıdan bir istisnaydı. İran devriminin, bir ölçüde direniş ve büyük oranda Filistin'in kurtuluşu, Filistin halkının meşru haklarının yalnızca “silah gücü” ile geri kazanılması hayalini gerçekleştirme umudu taşıyan Ortadoğu ortamına ideolojik boyutlarını kattığı da doğru.
İran devriminin vaatleri bilhassa büyük olduğundan, Arap halklarının geniş kesimleri arasında anlaşmalara karşı çıkma, silahlı direniş ve her türlü barışçıl çözümü reddetme inancı yaygındı. İran devrimi Kudüs'ü kurtaracağını ve mazlumlara destek olacağını vaat ediyordu. Aynı dönemde daha yönetimde ve idarecilikte sınanmamış olan siyasal İslam hareketleri de yükselişteydi. Bazıları Müslüman Kardeşler ve Mısır'daki müttefiklerinin “çözüm İslam'dır” sloganına inanmaya devam etti.
Arapların ve Müslümanların tek savaşının İsrail'e karşı olması gerektiği şeklindeki bu derin inançları sarsan olaylar da yaşandı; İran-Irak savaşı yıllarca sürdü ve yüz binlerce kişinin ölümüne yol açtı. Daha sonra Arap gerçekliğinde yarattığı bütün sonuçları ile Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgali geldi. Öyle ki birçok uzman bunu “Arap bölgesel sisteminin” sonu olarak değerlendirdi. Ama tüm bunlara rağmen Filistin davası olayların gerisinde kalsa da gündemde kaldı. Özellikle de Oslo sürecinin (1993) başarısızlığa uğraması ve 2000’deki ayaklanmanın engellenmesi, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Filistin Ulusal Otoritesi’nin kötüleşen performansı ve derinleşen Filistin bölünmesi, Hamas’ın, 7 Ekim 2023'ten önce ve sonra yönetim ve iktidar olarak siyasi bir alternatif olmakta başarısız olmasından sonra. Bütün bunlar, Arap yenilgilerinin ardındaki asıl sebebin dış komplolar değil, iç performans düşüklüğü olduğu yönündeki kanaati pek çok kişide derinleştirdi.
Bu bağlam, Aralık 2024’te Suriye devriminin başarıya ulaştığı anın siyasi arka planını temsil etti. Zira İran'ın direniş söylemi ve vaatleri Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak'ta test edilmişti. Siyasal İslam hareketlerinin eski model ve bilişsel sisteme dayanan yönetim deneyimlerinin nasıl olduğu ortaya çıkmıştı.
Suriye'de direnişi Suriyelileri öldürmek için kullanan Esed rejiminin devrilmesinin ardından İslamcı bir örgüt olan Heyet Tahrir eş-Şam yönetime geldi. Arap ülkeleri de kendi ulusal proje ve çıkarlarını ön planda tutma kararı almışlardı. Cumhurbaşkanı Sedat'ın tek taraflı adımı birçok kişi tarafından kabul görmeye başlamıştı, çünkü işgal altındaki toprakları geri kazandırmıştı. Gazze savaşından Araplar ile Türklerin Filistin davasını savaş yoluyla değil, siyasi, insani, medyatik ve hukuki olarak (umulandan çok daha az olsa da) destekledikleri anlaşılmıştı. Çünkü eğer savaşırlarsa, savaşları sadece kendi güvenliklerini ve ulusal topraklarını savunmak için olacaktı. Nitekim İsrail'e karşı savaşan İranlılar bile öncelikle kendi ulusal projelerini, bölgesel ve nükleer emellerini savunuyorlardı.
Suriye devrimi iktidara geldiği anda (ve bundan kısa bir süre önce) liderinin el-Nusra Cephesi’ndeyken veya Heyet Tahrir eş-Şam’ın başında İdlib'i yönetirken benimsediği Şam’ın kurtuluşunun, Kudüs'ün kurtuluşuna doğru atılmış bir adım olduğu söyleminin, yeni Arap, bölgesel ve uluslararası gerçeklikle hiçbir ilgisi olmadığını keşfetti. Her ülkenin milli hesaplarının pekiştiğini ve hiç kimsenin kendi toprağını kurtarmak dışında bir amaçla savaşmadığını anladı.
Herhangi bir siyasi hareketin başarısının koşulu, ulusal ve insani değişmezlerden, uluslararası norm ve yasalardan ödün vermeden, tarihi anı doğru okumaktır. İsrail ile Suriye arasında Şam’ın topraklarına saldırmayacağını garanti eden bir güvenlik anlaşmasının imzalanmasının kabul edilmesi mümkün, ama Suriye topraklarına yönelik işgali ve saldırganlığı sürerken barış anlaşması imzalamak, ilişkileri normalleştirmek kabul edilemez ve Suriye yönetimi de halen buna sıkı sıkıya bağlı.
Suriye devrimi, bir kısmı devrimler ve devrimci söylemler deneyimleri yaşamış ancak tökezlemiş “reformist” bir Arap ikliminde, İsrail işgaline karşı her yerde sivil, siyasi ve hukuki direnişe saygıyı yeniden tesis etmesi beklenen 7 Ekim sonrası bir bağlamda iktidara geldi. Asil halkı ile güçlü, sivil bir Suriye, Arap ve bölgesel destek ile ulusal projesini inşa edebilecektir. Direniş modeli ile değil, başarı modeliyle caydırma ve özgürleştirme gücüne sahip güçlü kurumlar ve bir hukuk devleti tesis edebilecektir.