ABD Başkanı Donald Trump'ın Müslüman Kardeşler'i terör örgütü deklare etme niyeti haftalar önce önemli bir tartışmayı tetikledi. Kararı engellemek için yapılan her türlü fikri veya siyasi manevraya rağmen, bu her halükarda doğru yönde atılmış bir adımdır. Bu adım ayrıca, Suudi Arabistan, Mısır ve BAE gibi önde gelen Arap devletlerinin bu hareketi yıllar önce terör örgütü olarak sınıflandırmalarının doğru olduğunun ABD tarafından kabul edilmesidir. Avrupa ülkelerinin benzer bir karar alarak ABD'nin yolunu izleyip izlememesi pek önemli değil, çünkü bu önemli mesele, hareketin uygulamaları, ideolojisi ve gizlenme yöntemleri hakkında birçok şeyi ortaya çıkaracak olan bu kritik anda, şüphesiz ki dünya çapında yoğun ve ayrıntılı bir tartışmaya konu olacaktır.
Müslüman Kardeşler’in kuruluşundan bu yana en büyük destekçisi, güneşin asla batmadığı imparatorluk olan İngiltere olmuştur. İngiltere, din ve siyaseti kasıtlı olarak birbirine karıştıran bu tür hareketleri nasıl kullanacağını ve hatta sıfırdan nasıl tesis edeceğini çok iyi biliyordu. İngiltere, kendi çıkarları için uygun gördüğü her fırsatta kendi ülkelerine, devletlerine ve halklarına karşı bu hareketleri kışkırtabildiği için, Hindistan, Mısır ve daha sonra başka yerlerde de böyle hareketler görüldü.
İsviçre, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri de, onun düzeyine ve etkisine ulaşamasa da İngiltere modelini izleyerek yöntemlerini benimsediler. Bu ülkeler, Hasan el-Benna'nın damadı ve fiilen Müslüman Kardeşler’in “Uluslararası Örgüt” olarak bilinen oluşumunun kurucusu olan Said Ramazan başta olmak üzere bu oluşumun üyelerini memnuniyetle karşıladı.
ABD uluslararası çatışma ve çekişmelere geç katıldı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında gücü, İngiltere ve Avrupa'nın toplam gücünü aşıyordu. Başkan Roosevelt döneminde Müttefiklerin Mihver devletlerine karşı zaferinin nedeni ABD idi.
Roosevelt'in yerine geçen Başkan Truman, savaşı Japonya'ya iki atom bombası atarak sona erdirdi. Ardından Başkan Eisenhower geldi ve Said Ramazan ile görüşerek ünlü Soğuk Savaş ilkesini deklare etti: “Ateizme karşı inanç”. Bu ilke, Nasır'ın Mısır'daki baskısından sonra hareketi iki farklı yola yönlendirdi; birinci yol Körfez Arap devletleri, ikincisi ise ABD yönündeydi. Körfez Arap devletlerinde bu grupların etkisi ve kontrolü farklılık gösterdi; eğitim ve yükseköğretim kurumlarına, hayır kurumlarına ve üst düzey hükümet pozisyonlarına sızdılar. Batı ülkelerine yönelen ikincisiyse, esasında Müslüman olmayan ancak Arap ve Müslüman ülkeleri istikrarsızlaştıracak kadar güçlü olan - ki öyle de oldu- bu vatanlar ile ilişkilerde yeni bir yol çizdi.
Seyyid Kutup ABD'ye gitmişti ve çeşitli nedenlerle ona karşı kötü ve düşmanca fikirlerle geri döndü. Bir zamanlar tamamen çıplaklığı savunan yazar, dini bir otorite ve İslam düşünürü oldu. O artık yolunu kaybetmiş, herkese kızgın devrimci bir ideolojiyi benimsemiş bir yazardı. Arap ve İslam dünyasında ABD'ye düşmanlığın temelini atmaya çalıştı, onu “Büyük Şeytan” deklare etti ve İslam'ı yüceltmeye giden yolun, “hakimiyet” yoluyla hükümetleri ve “cahiliye” yoluyla da toplumları tekfir etmekten geçmesi gerektiğini savundu.
Muhammed Fethi Osman, Hasan Hathut ve Mirza ABD'ye giderek orada Amerikan toplumuna uygun bir Müslüman Kardeşler yönelimi kurdular. Bu, daha sonra orada Müslüman ve Arap hareketlerine önderlik eden sendikalara ve derneklere dönüştü. Demokrat Parti içindeki liberal sol ile derin ittifaklar kurdu ve ülkelerine, halklarına düşmanlık etmek, yeni örgütler ve ideolojiler inşa etmek için bölgeye geri dönen birçok figür yetiştirdiler. Müslüman Kardeşler üyesi Tarık el-Suveydan, Sururi Muhammed Hamid el-Ahmari ve diğer birçok kişi bu şekilde ortaya çıktı.
1980'lerin başlarında, Washington'da “Uluslararası İslam Düşünce Merkezi” kuruldu ve bu merkez, on yıl sonra Amerikan ordusunun Irak'ı işgal etmesi ve Iraklıları öldürmesine yönelik dini fetvaların başlıca kaynağı haline geldi. Taha Cabir el-Elvani'nin bu tür fetvalar verdiği videoları hâlâ YouTube'da mevcuttur. Daha sonra Yusuf Kardavi de kendisini savundu ve bu durum, gerçekte Müslüman Kardeşler ve ona bağlı grupların ve örgütlerin ajandasına hizmet eden, ABD'deki Müslümanları ve Arapları temsil ettiğini iddia eden örgüt ve derneklere kadar uzandı.
Obama ve Amerikan liberal solunun, on yıldan fazla bir süre önce Arap cumhuriyetlerini devirmeyi amaçlayan ve karanlık Arap Baharı olarak bilinen olayı organize etmekte Müslüman Kardeşler ile ittifak kurduğu bir sır değil. Bunu, Biden'ın başkanlığı sırasında hem Sünni hem de Şii “siyasi İslam”a siyasi bir can simidi sunma çabaları izledi. Biden, Suudi Arabistan'a karşı düşmanlığı gündeminin temel bir ilkesi haline getirdi. İran ile yapılan ve “nükleer anlaşma” olarak bilinen tarihin en kötü anlaşmalarından birini yeniden canlandırmak için gayretle çalıştı. Ancak, selefi gibi o da oynadığı tüm bahisleri kaybetti ve Cumhuriyetçi Parti, Trump'ın ikinci dönem için yeniden seçilmesiyle itibarını yeniden kazandı.
Bu tarihi Amerikan kabulü, tamamlandığı takdirde, “siyasi İslam” gruplarının, tarihlerinin, ideolojilerinin, finansman yöntemlerinin ve onları destekleyen ülkelerin tarihi bir şekilde kınanmasına kapıyı açacaktır. Özellikle Batı üniversitelerinde ve akademilerinde alarm zillerini çalacak ve yaklaşımlarının yeniden değerlendirilmesine yol açacaktır.
Son olarak, ABD, en bilinçli ülkeleri bile tehlikesi konusunda aldatan bukalemun benzeri Müslüman Kardeşler’in değişkenliği konusunda uzman değildir ve bu nedenle onunla başa çıkarken hata yapması doğaldır.