Bir önceki yazımızda Yeni Zelanda katliamıyla gündeme gelen Beyaz ırkçılığı ve ürettiği terörün ideolojik kökenlerini iradelemeye çalışmış, ülkemizde pek bilinmeyen bir alana giriş denemesinde bulunmuştuk.
İlgilisinin bildiği üzere insanlık tarihi boyunca Mistisizm, Gnostisizm, Batınilik, Hermesçilik ya da Ezoterizm şeklinde tanımlayabileceğimiz ortak bir eğilim mevcuttur ve bu eğilimin zaman zaman birbiriyle zıtlaşan zaman zaman örtüşen bir çok farklı kolu, ekolü, versiyonu bulunmaktadır.
Ancak tüm farklılıklarına rağmen ortak karakteristik özellikleri mevcuttur ki bunun başında “seçkincilik” yani elitizm gelir. Seçkincilik “inisiye” olmuş özel bir kişinin ya da kişilerin tüm kainatta özel yetki sahibi olduğu ve yönetim hakkının ancak bu sınıfa ait olduğu inancıdır. Dolayısıyla böylesi bir inanca sahip bir kişinin bir ülkenin ya da dünyanın istişare üzerine çoğulculuk üzerine yönetilmesine yapısal olarak karşı çıkması çok normaldir.
Mistiklerin hemen hemen hepsinin özünde soy bağıyla inisiye olmuş önceden belirlenmiş bir yönetici sınıfına inanması çoğunun faşizm, oligarşi ya da teokrasi gibi halk iradesine karşı ideoloji ve yönetimleri temellendirmede sıklıkla mistik akımlar olmuştur.
Dünyada temel mistik ekoller arasında ana akımları kabaca şöyle sıralayabiliriz:
- Siyonist Evangelist ideoloji(ler)
- Tradisyonalizm (Gelenekselcilik)
- Teosofi: New Age akımları
- Batınilik: Tasavvuf, Şia (Caferilik, İsmaililik vd.)
- Mistik Gelenekler: Hristiyan-Budist-Hindu-Şaman vb.
Bu 5 ana akım kimi zaman geçişkenlik içerisinde iç içe geçse de silüetler olarak birbirlerinden ayrılmaktadırlar.
Politik zeminde de baktığımızda mistiklerin farklı ideolojileri beslediklerini, desteklediklerini ifade edebiliriz; ancak özellikle belirttiğimiz üzere doğalarında bulunan seçkincilik ya doğrudan Totaliter siyaset zihniyetini doğurmuş ya da dolaylı olarak bu zihniyeti desteklemiştir.
Peki ama neden?
Evanjelist Siyonizm bunu Mesih’in ve ona iman eden sınırlı sayıda seçilmişe bağlarken, Tradisyonalizm "inisiye olmuş" seçkinler grubunun totaliterizmini savunur.
Örneğin Gelenekselciliğin önde gelen isimlerinden Frithjof Schuon, seçkinlerin hakikati ispatlayıp insanlara kabul ettirmek için zor kullanma hakları olduğunu söyler. (Mehmet Hakan, Modern İslam Düşüncesinde Gelenekselciliğe Bakış, Tezkire Dergisi, Derleme Dizisi 1 Kasım 1991 sf. 84-85)
René Guénon ve Frithjof Schuon küresel bir kast sistemini hedeflerken sürekli irtibat halinde oldukları, mektuplaştıkları öğrencileri Julius Evola ise açıkça faşizmin maneviyatını teorize eder. Bugün Avrupa aşırı sağında sürekli biçimde Guénon-Evola ikilisine referans verilmesi bu yüzden şaşırtıcı değil. Öyle ki Musollini'nin baş danışmanlarından olan Evola, Guénon hakkında müstakil bir eser yazmıştır. (bkz. Julius Evola, "René Guénon: A Teacher for Modern Times", trans. by Guido Stucco, Edmonds, WA: Holmes Publishing Group, 1994.)
René Guénon'un "Modern Dünyanın Bunalımı" (Türkçesi İnsan Yay. 2018) adlı eserini Kastların gerilemesi fikri, 1934'te yayınlanan başyapıtı, "Modern Dünyaya Karşı İsyan"ı (Türkçesi İnsan Yay. 2001) başındaki Julius Evola tarafından kaleme alındı. Ayrıca Guénon "Modern Dünyanın Bunalımı" adlı eserinin 1934'den 1943'te kadar "Il Regime Fascista" günlük gazetesindeki Evola'nın düzenlediği kültürel sayfada yayınlanmasına izin verdi. (bkz. Edouard Rix, Remembering René Guénon, Le Lansquenet, printemps 2002, N°15, pp 14-15. Traduit par Greg Johnson) İkili arasındaki dostane şeyh-mürid ilişkisi Guénon'nun vefatına kadar sürmüştür. (Guénon-Evola arasındaki istişari mektuplaşmalar için bkz. https://www.gornahoor.net/?p=4489 )
Guénon, Modernizm dönemini Kali-Yuga dönemi olarak tanımlarken "Maddi İktidar Manevi Otorite" (Türkçesi Ağaç Yay.) adlı eserinde ise Dünyadaki iktidarın inisiye olmuş elitlerin hakkı olduğu iddiasını temellendirmeye çalışır.
Guénon, “Dante ve Ortaçağ'da Dinî Sembolizm” (İnsan Yay. 2001) kitabında Hristiyan Geleneğinin temsilcisi olan Katolik Kilisesi ile Kabala, Tapınak Şövalyeleri/Masonluk ve Hindu Vedanta arasındaki Batıni ilişki bağlatılarının bütünselliğini anlatır. Guénon söz konusu kitabında Haçlı Seferleri’nin manevi babası ve Batıni öncüsü Aziz Bernard’a özel bir bölüm açmış, Haçlı savaşçılığının batıni anlamlarını çözümlemiştir. Günümüzün “Muhafazakar Devrimcisi” Yeni Tapınak Şövalyeleri tam da Guénon’un kast sistemindeki Savaşçılardır.
Elitist Ur Grubu’nun bir diğer mensubu da Guido De Giorgio’dur. Guénon ile istişari mektuplaşmaları sonucu “La Tradizione Romana” (Roma Geleneği) adlı eserini kaleme almıştır. Eser’de Hindu kast sisteminin Roma Medeniyeti’ndeki yansımalarını Geleneksel toplumun inşası ekseninde teorize eder. Ruhaniler, Savaşçılar, İşçiler ve Lider (bkz. https://www.gornahoor.net/?tag=la-tradizione-romana)
Guénon'un liderliğini yaptığı Ur grubunun Katolik Mistisizmi, Masonluk, Tasavvuf, Şiilik, Hindu Vedanta felsefesi, Nordik İskandinavya Putperestliği, Şamanizm ve Kabbalacılığı aynı potada eritmesi ve sembolizmleri çözümleme çabaları elbette sanat, dinler tarihi vb. Alanlarda çok verimli bir bilgi üretimine de yol açmıştır. Ur grubunun en üretken isimlerinden Mircea Eliade'nin Dinler Tarihi alanındaki çalışmalarını buna örnek verebiliriz.
Tradisyon yani Kadim Gelenek dendiğinde Gelenek'ten Müslüman Geleneği kast edilmemekte, Modernizm öncesi tüm gelenekler kast edilmektedir. "Ezelî Hikmet", "Tüm Dinlerin Aşkın Birliği" gibi teorileri de hatırlamamız yerinde olacak. İlk duyulduğunda herkesin içtenlikle katılabileceği bu kavramlar biraz irdelendiğinde anti-modernizm pahasına İslami camiaya ne gibi bir propagandanın yapıldığını daha net anlayabiliriz. Tradisyonalistlerin seçkinciliğinin "Küresel Kast sistemi"ni hedeflemesi bir yana modernite ile gündeme gelen kültürel çoğulculuğa karşı çıkmaları insana başta ilkesel bir gelenekçilikmiş gibi geliyor. Oysa Gelenekselcilik'in Gelenekçiliklik'ten bariz bir farkı bulunur; Gelenekselciler tüm Dinlerin ilk/bozulmamış hallerinin aynı Din'in halkaları olduğunu söylemezler, aksine şu anki bozulmuş hallerinin aynı Din'in farklı yüzleri olduğunu iddia ederler. Örneğin, bugünkü Katolik Teslis akidesi ya da Hinduizm'in Şirk felsefesinin şuanki haliyle Ezeli Hikmet'in farklı yüzleri olduğunu ileri sürmeleri bundandır. (bkz. Martin Lings, Öze Dönüş, Frithjof Schuon, The Transcendent Unity of Religions (Wheaton, IL: The Theosophical Publishing House, 1993 Türkçesi "Dinlerin Aşkın Birliği" Frithjof Schuon, Ruh ve Madde Yay. ve Christianity/Islam: Perspectives on Esoteric Ecumenism: A New Translation with Selected Letters, ed. James S. Cutsinger, terc. Mark Perry, Jean-Pierre Lafouge & James S. Cutsinger (Bloomington, IN: World Wisdom, 2008)
Gelenekselcilere göre bu "aşkın birlik" "Ezoterik Ekümenizm" olarak tanımlanır. Böylece Modernizme karşı tüm dünyada kurulması hayal edilen küresel kast sistemi ve Ruhani yönetiminin siyasal söylemi de şekillenmiş olur: Küresel Faşizm...
Guenon ve arkadaşlarının oluşturduğu “Ur” grubu seçkinler konseyini ifade etmekteydi. İşte tam da bu noktada Umberto Eco, Faşizm’in mistik zeminini oluşturan Ur grubuna yönelik detaylı bir çözümleme kaleme alır. Eco, 14 maddelik analizinin başlığını Ur-Faşizm’in 14 Özelliği koymuştur.
Eco, ilk iki maddede şöyle der:
1. Ur-faşizmin ilk özelliği, “Gelenek kültü”dür. Gelenekselcilik, faşizmden çok daha eskidir. Fransız Devrimi’nden sonraki karşı devrimci Katolik düşüncenin tipik bir özelliği olmakla birlikte, klasik Yunan rasyonalizmine bir tepki olarak Helenistik dönemin sonlarında doğmuştur.
Akdeniz havzasında değişik dinlere mensup halklar (bu dinlerin hepsi Roma panteonuna hoşgörüyle kabul edilmiştir), insanlık tarihinin başlarından alınmış bir vahyi düşlemeye başlamışlardı. Uzun bir süre, çoktan unutulmuş dillerin örtüsü altında yatan bu vahyin Mısır hiyerogliflerinde, Keltlerin runik yazılarında, henüz bilinmeyen Asya dinlerinin kutsal metinlerinde saklı kaldığı varsayılıyordu.
Bu yeni kültürün senkretist olması gerekiyordu. Sözlüklerdeki tanımının gösterdiği gibi “senkretizm” yalnızca “değişik inanç ve uygulama biçimlerinin bileşimi” değildir. Böyle bir bileşimin çelişkileri hoş görmesi de gereklidir. Özgün mesajların hepsi bir bilgelik tohumu içerir ve farklı ya da bağdaşmaz şeyler söylüyor gibi görünmeleri, hepsinin alegorik olarak bir ilksel hakikate gönderme yapmasındandır.
Dolayısıyla, bilgelikte ilerleme olanaksızdır. Hakikat bir kez açıklanmış olup bu açıklama sonsuza dek geçerlidir; bizim tek yapabileceğimiz şey, bu anlaşılması güç mesajı yorumlamayı sürdürmektir. Önde gelen gelenekçi düşünürleri bulmak için faşist hareketlerin programlarına bir bakmak yeter. Nazi bilgisi gelenekselci, senkretist, okült öğelerden besleniyordu. Yeni İtalyan sağının en önemli kuramsal kaynağı Julius Evola’da, Kutsal Kâse ile Sion Bilgelerinin Protokolleri, simya ile kutsal Roma ve Germen imparatorluğu iç içe geçer. İtalyan sağının, açık fikirliliğini göstermek için, son zamanlarda programına De Maistre, Guenon ve Gramsci’nin eserlerini de katması, senkretizmin açık bir kanıtıdır.
Amerikan kitapçılarının “New Age” başlıklı raflarına bir göz atarsanız, bildiğim kadarıyla faşist olmayan Aziz Augustinus’u bile bulabilirsiniz. Ama Aziz Augustinus’la Stonehenge’i birleştirmek, işte bu Ur-Faşizmin belirtisidir.
2. Gelenekselcilik, modernizmin reddi anlamına gelir ... Modern dünyanın reddi kapitalist yaşam tarzının eleştirisiyle kamufle edilmişti ama asıl reddettiği 1789 ruhuydu (ve elbette 1776 ruhu). Aydınlanma, Akıl Çağı, modern çürümüşlüğün başlangıcı olarak görülüyordu. Bu anlamda kök-faşizm, “irrasyonalizm” olarak tanımlanabilir.” (bkz. Umberto Eco, The New York Review of Books, 1995)
Küresel Faşizmin terörist eylemcilerini "Muhafazakar Devrimciler" olarak tanımlamaları o yüzden anlamlıdır.
Peki "Muhafazakar Devrim" kime karşı yapılacak? Örneğin bu noktada karşımıza bize farklı gelen ama bu "aşkın birlik"te aslında hiç te farklı olmayan 3 figür çıkar:
Savitri Devi, Aleksandr Dugin ve Ayetullah Humeyni...
Bu 3 isimden hareketle 3. Yazımızda Gelenekselci kast siyasetinin Almanya-Hindistan bağlantısını, Rusya'dan yükselen Avrasyacılık ayağını ve İran'da kurulan Ruhaniler diktatörlüğünü masaya yatıralım inşallah...
Kalın sağlıcakla