İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Ortadoğu ve ABD başkanlık seçimleri

ABD başkanlık seçimlerinin son aşamalarına girmesiyle Ortadoğu’da birçoklarının aklını meşgul eden sorulardan biri; adayların Ortadoğu ile ilişkileri, bölge ülkeleri için hangisinin, Trump’ın mı yoksa Biden’ın mı daha iyi olduğudur.
Her şeyden önce, bir soru sormak ve kesin bir cevap ummak, yani –tabiri caizse- beyaz ile siyahtan birisini seçmek, ABD büyüklüğünde bir süper güç, kapasitesi ve stratejileri hakkındaki teatilerde zihinsel olarak uygun olmayan bir yüzeyselleştirmedir. Adayların gözünde sürekli alevli olan bu coğrafi bölgenin durumu ve sonuçlarına ilişkin, adayların vizyonları arasında net bir ayrım olsa bile. Bununla birlikte, sahnenin derinlemesine bir siyasi analizi bizi ABD'nin Ortadoğu ile ilişkisini, Washington için hala bir önem teşkil edip etmediğini incelemeye sevk edebilir. Ayrıca, ABD’lilerin bölgede kalmayı ve daha fazla ortaklıklar kurmayı mı düşündükleri yoksa bölge parlaklığını ve ışıltısını kaybettiği için kesin bir şekilde çekilme kararı mı aldıklarını araştırmaya itebilir.
Bu sorulara tam ve tatmin edici bir cevap, ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sonundan bu yana ABD’nin bölgeye yönelik gerçek hedefleri ışığında verilebilir. Bunlar şu iki hedef ile cisim bulmaktadır:
1- Özellikle Körfez ülkelerindeki petrol kaynaklarını ve petrolün ABD ile Avrupa’ya ulaşana kadar izlediği deniz yollarını güvence altına almak.
2- İsrail’in güvenliğini korumak. Güneyden kuzeydoğuya Sovyetler Birliği'ne uzanan bir öncü gücü,  geleneksel kapitalist üçgene (ABD-Avrupa- Japonya) hizmet etmek için gelişmiş bir temeli temsil ettiği için askeri üstünlüğünü güvence altına almak. Buna dayanarak ilk bakışta, Körfez petrolünün artık eski önemini kaybettiğini ve İsrail'in kendisini artık ABD’nin yardımı olmadan koruyabileceği söylenebilir.
Bu, görünüşte doğru olabilir fakat Ortadoğu’ya güçlü bir şekilde dönen Rus nüfuzu, aynı zamanda dünyanın bir sonraki teyit edilmiş kutup merkezinin yeni sınırlarını arayan Çin yayılması göz önüne alındığında Washington, Ortadoğu’dan çekilmesi durumunda küresel nüfuzunun da tehlikede olacağını biliyor. Ayrıca, bölgede fışkıran ve önümüzdeki yıllarda petrolden daha etkin bir unsur olarak ortaya çıkan büyük doğal gaz kaynakları ABD’nin bölgeden çekilme fikrini neredeyse imkansız hale getiriyor.
İki partinin arkasındaki düşünen beyinler bu gerçeklerin tam olarak farkındadır. Bu nedenle söz konusu bölge, her biri diğerinden tamamen farklı bir yöntem izlese de ne Trump ne de Biden için önemini kaybetmemiştir. Başka bir deyişle, sonuç olarak her iki parti, farklı araçlara dayanan akılcı yaklaşımlar benimsese de, ABD’nin bölgedeki kontrolünü, kimi zaman tamamen demir, kimi zaman da kadifeden bir eldivenle kaplı bir yumrukla korumak ana hedefi değişmemektedir.
Ne olursa olsun gerçek, Biden’ın kazanmasının eski başkan Barack Obama’nın üçüncü bir felaket dönemi ile karşı karşıya kalacağımız anlamına geldiğini dile getirmemizi gerektiriyor. Bilhassa herkesin bildiği ve bir sır olmayan Biden’ın bir gün bile içeride ve dışarıda herhangi bir inisiyatif sunma veya yaratıcı bir vizyon önerme kabiliyetine sahip olmadığı göz önüne alındığında.
Biden'ın Ortadoğu vizyonundaki felaket, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda siyasi İslam gruplarının içlerine sızdıkları bazı tarafların adamı olacağı gerçeği ile somutlaşmaktadır. Bu, Hillary Clinton’un birkaç gün önce sızdırılan e-postalarında net bir şekilde açığa çıkmıştır.
Bu bağlamda, Trump’ın son 4 yılda bu grupları sınırlama ve küçültmeye yönelik tüm çabaları boşa gidecek. Biden kesinlikle perde arkasından yöneten liderlik felsefesine geri dönecek. Bu, bölgedeki çatışmaları daha da büyütecek, hatta daha fazlasını kışkırtacak. Obama’nın 8 yıllık başkanlık döneminde çözümlenmeyen sorunlar yeniden ön plana çıkacak. Biden’ın kazanması söz konusu olduğunda akla felaketin gelmesinin nedeni, kendi ifadesiyle, yönetiminin nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma yoluyla Tahran'daki Mollalar rejimine bir can simidi sunacak olmasıdır. Bu bizi şu soruyu sormaya itiyor: Bunun anlamı nedir?
Aslında bu, İran'ın Ortadoğu'daki otoriter vizyonunu genişletmesini ve savaşlarını takviye etmesini garanti ediyor. Trump'ın zaferi ise bunun tam tersi ve ilk görev dönemindeki kazanımların pekiştirilmesi anlamına geliyor. Yine örneğin, Müslüman Kardeşlerin bir terör örgütü olarak tanınmasına da tanık olabiliriz. Buna ilaveten, Trump’ın Ortadoğu’daki barışa yönelik vizyonu, karanlığı yeniden üretme ve kelimenin tam anlamıyla karanlık olan ve uzaklaştırılmadan önce bir kez iktidarı ele geçiren radikallerin yeniden üreme şansını daha da azaltacaktır.
Trump’ın zaferi; İran’ın Ortadoğu projesinin yıkılması, Mollalar rejiminin bölgedeki aşırılıkları ile kökten mücadele, Tahran’ın Ortadoğu'daki ateşi körükleme, halklarını, hem açık hem de maskeli İran terörü ile tehdit etme şansının azalması demektir.
Doğa, Ortadoğu'ya onu dünyanın tarihi kalbi yapan coğrafi bir konum ve statü vermiştir. Bu nedenle bölgenin çocukları, sahip oldukları bu ağırlığın önemini düşünmeli, bölge halklarına hizmet eden inisiyatifler sunmaya ve üstlenmeye cesaret etmelidirler. Dolayısıyla, Washington ile ilişkilere dair okumalar, Biden veya Trump kaynaklı olup oradan toprağımıza, denizlerimize ve göklerimize ulaşmamalı, bilakis kaynağında kendimiz ve sahip olduklarımız yer almalıdır. Kendimizden utanmadan ve küçük görmeden, eşitliğin egemen olduğu rasyonel ve iletken bir ortaklıkla ötekine kapıları açarak neler yapabileceğimize yönelik düşüncelerimizden kaynaklanmalıdır.