Abdulaziz Tantik
TT

Düşünmede bir yöntem arayışı

Tarih boyunca düşünme üzerine farklı değerlendirmeler yapıldı. Kadim kültürde, ağırlıklı olarak metafizik öncüller üzerinden bir düşünme zemini kurma denemeleri vardı. Yaratıcının gönderdiği ‘ilahi bilgi’ üzerinden düşünmenin neliği meselesi bir konuma yerleştirilmiş ve ona göre düşünmenin temel ilkeleri belirlenmişti. İnsan, ancak kendisine ‘gönderilen bilgi’ ile hareket ederdi.  Kadim felsefe de bu aşkınlık tabiatına dönük metafizik ilkeler üzerinden düşünme zeminini kurdular. Doğa felsefecileri hariç bu metafizik ilkeler modern çağa kadar devam etti. Hem gönderilen dinler aracılığı ile hem de filozoflar aracılığı ile bu yapı derinleştirildi ve sorunların çözümünü aradı. Ama tarih yerinde saymıyor ve sürekli değişime uğruyordu. İnsan ise aceleci ve sürekli yer değiştiriyordu. Bu da doğal olarak zihnine de etkide bulunuyordu. İnsanlığı dikkate alan son din İslam ise doğa ile daha sade ve yalın bir ilişki kurmayı önceledi. Akla vurgu yaptı. Ama bu akletmeyi fiil düzeyinde tutarak. Olup bitenin neliğini anlamaya davet idi. Ve doğal olarak ‘gönderilen bilgi’ üzerinden bu akletmeyi öne çıkartarak…
Modern dönem, hem iktisadi, hem siyasi hegemonya döneminden sonra ve kimin iktidar olacağına dair ciddi bir tartışmanın neticesinde ortaya çıkan bir durumu ihtiva ediyor. Bu temel gerçekliği dikkate almalıyız. Burjuvanın modern dönem öncesi esamesi okunmuyor. İktidarda yeri yok. Toplumsal karşılığı olmayan bir konumu ihtiva ediyor. Bu yüzden kendi ekonomik ve siyasi iktidarını belirleyecek ve doğal olarak din/Hıristiyanlık dışı bir bilgi ve düşünceye ihtiyacı olduğunu biliyor. Bu arada zaten ciddi bilimsel yaklaşımlar gelişmiş, dinin dogmalarının alt üst olduğu yeni bir bilim ve düşünce zemini kendini hissettiriyordu. Bu da doğal olarak yeni bir düşünme zeminine işaret edecekti. İşte bu yeni düşünme zemini kadim düşünce ve kültürden bağımsız, aşkınlığı bir tarafa; bilinemez diyerek bırakarak kendi özne/cogito/bireyin kendi bilgisine yaslanarak varlığını ortaya koymak ve düşünmenin öncüllerini de bu öznenin düşünme yapısına yaslandırarak inşa etti. Bu da ona iki temel alan açtı: ilki, bilgiyi kendi tekeline alarak dinin ve klasik filozofların aşkın felsefesine olan bağımlılığı ortadan kaldırdı. Böylece kendisi ve doğa için kendisi konuşacak ve yorum yapacak zemini kurdu. Böylece kendisinin efendisi yine kendisi oldu, İkincisi ise; bilgi üzerinden mülkiyet hakkını da devralarak ekonomik ve siyasi özgürlüğü elde etti. Çünkü hem toprak ve hem de ekonomi doğal olarak kilisenin elinde idi ve o kime verirse ancak ona ait oluyordu. Böylece iki alanda egemenliği eline geçirmiş oldu. Bu bilgi, ekonomi, iktidar ilişkilerinde öznenin kalıcı bir egemenlik kurduğu zemini güçlendirdi. Son üç yüz yılın hikâyesi budur.
Modern bilginin liberal göreliliğini aşmanın bir yöntemi olarak bilimsel bilginin kesinliğine sığınarak pozitivizmi bir yöntem olarak kabulü ile birlikte yeni hiyerarşi kendisine bir alan buldu. Siyasi alanda ise temsili demokrasi ile de yeni iktidar seçkinleri açığa çıkarıldı. Fakat bütün bu olup bitenlere rağmen, iktidarı tüm alanlara sirayet ettirerek neredeyse hiçbir alanda bir iktidar boşluğu bırakmamasına rağmen; işler yine de iyi gitmiyor. Anlamsızlık ciddi bir sorun olarak ortada duruyor. Adalet ve hukuk vurgusu, eşitlik vurgusu en yüksek perdeden sunulduğu halde, bu sorunları çözüme kavuşturacak bir zeminin kurulmasının imkânsızlığı her gün geçtikçe kendisini daha fazla dayatmaya başladı. Doğa üzerine kurulan tahakküm ile birlikte o bilginin nicelik ve niteliğini sosyal bilimlere sirayet ettirerek siyaseti, sosyolojiyi ve hatta psikolojiyi de belirlemeye çalıştılar. Başından itibaren kurgu üzerinden birey, toplum ve ulus devlet kurgulandı. Bu kurgu sürekli geliştirilerek yeni alanlara da sirayet ettirildi. Ama buna rağmen sorunlar giderek devasa boyuta ulaşıyordu. İnsanlar mutlu değildi. Görece, geziyor, tozuyor, eğleniyor gibiydi. Ama kendisi ile baş başa kaldığında derin acılarla sarsılıyor ve sürekli psikolojik rahatsızlıklar çoğalarak artmaya devam ediyordu. Ayrıca dünyanın başka yerlerinde bu temel haklardan uzak ama yer altı ve yer üstü zenginliklerine el konulmuş halklar ezilmeye devam ediliyordu. Evrensel olduğunu iddia eden bu bakış, sorunların çözümünü gerçekleştiremiyor. İlke diye ortaya koyduğu temel tutumlarla çelişkili tavırlar sergiliyordu. Bu da doğal olarak ortaya konan düşünce ve düşünme yapısına yönelik itirazların varlığını daha yüksek perdeden ortaya konulmasına zemin oluşturuyordu. Modern düşünce kendi içinde bu sorunlara yenileyici arayışlar üzerinden çözüm arayışlarını serdediyordu. Ama hala farklı yaklaşımların ürettikleri bakışlar çözüme uzak görünüyorlardı. Bu arada dünyada teknoloji üzerinden büyük bir hegemonya kuruluyor. Bu hegemonya ile farklı kültürleri ve düşünceleri, medeniyetleri asimile etme politikaları devreye girdirilerek muhalif tüm unsurları devre dışı bırakma politikası işlerliğe kavuşturuldu. Buna rağmen batının kendi içinde vicdani rahatsızlığına dayanamayanların öfkeli patlamaları farklı arayışlara kapı araladılar. Ama epistemik yöntem birliği, zaten bu epistemenin ürettiği sorunlara çözüm konusunda ciddi sorunlar yaşamasına neden oldu. Batı dışı kültürlerde ise bu yaşanan sorunlara çözüm arama konusunda batılı epistemenin etkisi altında kaldıkları için sadece onlara benzeme yöntemlerini caiz görerek başta çözümü hapsettiler.
Dünya ‘eski dünya’ değil, ama insan hala ‘eski insan’. Ve bu insan; dün, bugün ve yarın yine aynı insan olarak kalacaktır. Yani insanı insan kılan, düşünme özelliği, duygularının kendisine yüklediği tepkiselliği, doğa, insan ve aşkınlıkla kurduğu bağ veya aşkınlaştırarak o aşkınlık üzerinden kurduğu bağ hep aynı olacaktır. Bu temel gerçeği fark eden batılı düşünürler, modern epistemenin yetersizliğini ilan ederek yeni arayışlara dikkat çekmeye başladılar. Bu yaklaşık yirminci yüzyılın son çeyreğinden beri varlık kazanıyor. Buna bir tepki ile hegemonik güçler, insanı kendi esaretinde tutmanın bir yöntemi olarak ona hayatını kolaylaştıracağı sözünü vererek ‘yapay zekâ’ çalışmalarına hız verdiler. Oluşturduğu algoritmalar üzerinden toplumsal yapıyı çözümleyerek onu kendi isteği doğrultusunda yeniden kurma deneyleri yapmaktadır. Son ‘kovit 19’ pandemisini de bu çerçeve içinde yorumlama imkânımız vardır.
Modern episteme önce epistemik çoğulculuğu kabule yönlendiriliyor. ‘Küresel Zihniyet Değişimi’ kitabı üzerinden Wıllıs Harman, bu çoğulcu epistemik yapı öne çıkartılıyor. Sezgisel yaklaşım ile bilimsel yaklaşım arasında niceliksel bir fark olsa da niteliksel bir fark yoktur ve eşittir denerek yeni bir epistemeye yönelmektedir. Post modernist yaklaşım, zaten her şeyi parçalayarak hakikatin tikel karakterini öne çıkartmıştı. Bu yaklaşım ise sorunları çözme yerine yoğunlaştırmıştı sadece… Bu durumda parça yerine ‘bütünlük’ vurgusu ağırlık kazanmaya başladı. Bütünlük ise hem akli/rasyonel, hem de bilimsel/ deney ve gözlem üzerinden elde edilecek bir şey değildi. Bu bütünlüğü ancak ‘sezgisel’ zeminde anlamlandırma ve idrak etme imkânını bulabilecekti insanlar…
Bu durum batıda da dinlere yönelik bir ilgiyi arttırdı. Hem tasavvuf, hem de Budist doğu geleneklerine yönelme arttı. Hıristiyanlık kendi içinde yeni arayışlara yöneldi. Ancak hegemonya çok güçlüydü. Bu modern hegemonya, bu arayışları farklı alanlara kanalize ederek ‘new age’ dedikleri yanlış yeni arayışlara sevk etti. Bir dönemin toplu intiharları, modern yaşamlara yönelik bir itirazı içinde taşımakla birlikte insanlara kendi dışında sadece ölüm olacağı gerçeğini vurgulaması bağlamında önemli bir tehditti de ayrıca…
Düşünmede yeni bir arayış, bütün bu olup bitenleri dikkate alan yeni bir yaklaşımı önceleyen ve bu oluşmuş sorunların çözümünü de içinde taşıyan yeni bir bakışa olan ihtiyacı dikkate almalıdır. Modern epistemenin fizik veya metafizik ilkelerinin artık yeterli düzeyde bir açıklama getirmediği kendi tarihsel sürekliliği içinde zaten açığa çıkmıştır. Birden fazla fizik teorisi, birden fazla matematik ve özellikle geometri ile birlikte başlayan tartışmalar önemlidir. Artık rasyonel aklın dayandığı sınır tükendi. Yabancılaşmayı çözemediği gibi iddialarının hepsi havada kaldı. Bilimsel bilgi denilen şey ise yetersizliğini zaten açığa çıkardı. Çünkü bilimsel bilgi ancak alan daraltarak sınırlandırarak bir bilgiye sahip olabilmektedir. Bu da genelleme üzerinden diğer şeylere sirayet ettirildiğinde bir sürü yanlış noktaya savrulmayı içermektedir. Bütün için bilimsel bilgi ‘spekülasyon’ yapmaktan öte bir şey söyleyemez. Ayrıca şu daha da netleşti: her parça içinde var olduğu bütün içinde anlamlıdır. Ve parça üzerinden bütün hakkında bir bilgiye/ doğru bilgiye ulaşılamaz. 
Davit Peat gibi yeni fizikçiler, yeni yöntemler önermektedirler. Bu yeni yöntem ise bütünlüğe vurgu yapmaktadır. Mekanik fiziğin artık doğayı açıklayamadığını söylemektedir. Tekli evren anlayışından çoklu evren anlayışına doğru bir seyir geliştirmenin zorunluluğunu ilan etmektedir. Yani kısaca modern epistemenin yetersizliği neredeyse bütün alanlarda açığa çıkmaktadır. Bu yetersizliği tabii ki daha çok belirli bir alanda geçerli olanı en geniş alana taşıma ile açığa çıkan yaklaşımıdır. Yoksa bilim, deney ve gözlem, tecrübe ve akli muhakeme, matematik veya mantık tabii ki kendi alanlarında bize hala bir bilgi verirler. Ama bu bilgi doğanın mahiyeti, insanın mahiyeti veya yaratılışın mahiyeti konusunda bir şey söylememektedir.
Kısaca yeni bir metafizik çağ başlamalıdır behemehâl… Bu yeni metafizik çağ modern epistemenin/ Kant sonrası oluşan metafizikten farklı oluşunu bir ilke konusu yapmalıdır. Kadim kültür ile yeni bir ilişki biçimi geliştirilmeli ve özellikle İslam vahyinin temel ilkelerini yeniden değerlendirmeye alarak bu yeni metafizik çanağın oluşumuna katkısını sağlamayı müslüman entelektüeller başarmalıdır.
Bu yeni düşünmenin yöntemi; her bilme yöntemini kendi bağlamı içinde değerlendirerek sezgisel bilgiyi öncelemelidir. Maddi sorunların çözümünü maddi bilişsel sürece mebni ederken, ahlaka dayalı sorunları ise ahlaki ilkelere/ metafizik düşünme biçimine havale edilmelidir. Farklar net bir şekilde ortaya konulmalı ve bu farkları yerli yerinde tedavüle alabilmenin metafizik ilkelerini ortak bir idrake taşıyarak birey, toplum ve kurumsal yapıyı yeniden düzenlerken, iktisadi hegemonyayı ortadan kaldırmayı bir ilke olarak ortaya koymalıdır. Bu yeni düşünme yöntemi yeni bir insan tipolojisini inşa etmeli ve bu yeni insan tipolojisi hayatı yeniden anlamlandırarak bize yeni bir yaşamın imkânlarını sunmalıdır.