Bugün Rusya'yı anlamak isteyen, sadece tarihi gözden geçirmemeli, aynı zamanda Putin'in kişiliğini ve Rusya'nın dünyadaki konumuna ilişkin algısını da incelemelidir. Putin, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü ‘20’inci yüzyılın en büyük jeostratejik felaketi’ olarak değerlendiriyor. Bu, uluslararası ilişkilerde bir dengesizlik olduğunu ve stratejik dengeyi yeniden sağlaması gerektiğini düşündüğü anlamına geliyor. Bunu başarmak için çarenin iki bileşenden oluştuğunu düşünüyor: Rus gücünü inşa etmek ve kaos unsurundan yararlanmak.
İlk bileşeni gerçekleştirmek uzun sürmedi çünkü Rusya petrol zengini bir ülke. Petrol gelirleri, askeri mekanizmanın yenilenmesine, ekonominin canlandırılmasına ve büyütülmesine, sosyal güvenliğin sağlanmasına pompalandı. Güç inşasının ilk aşamasında motto, Batı ile barış ve demokrasiye bağlılıktı. İkinci aşamanınki ise, kaos ekmek ve meyvelerini toplamaktı. Rusya, çevresinde düşman bir ülke olduğu sürece kendini asla güvende hissetmiyor. Bu nedenle ‘yakın çevre’ teorisinin uygulanması gerektiğine inanan Putin, NATO veya Avrupa Birliği'ne sadık komşu ülkelerin varlığını reddediyor. Bu teori, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden yararlanan ve doğuya, Rusya'ya doğru genişlemeye başlayan NATO ile uzun bir anlaşmazlık konusudur. NATO’nun genişlemesi, Putin için bir alarm ziliydi ve bunu NATO'nun Sovyet lider Gorbaçov'a verdiği doğuya doğru genişlememe sözünün ihlali olarak gördü. Ancak Amerikalılar ve Avrupalılar bu sözün varlığını kabul etmediler.
Batı’nın bahsi geçen çevresinden ufak ufak parçalar kopararak kendisine doğru genişleme politikası ile mücadelede Putin’in ilk adımının hedefinde Çeçenistan vardı. Burada bağımsızlık talep edenleri ezdi, onlara karşı her türlü ihlalde bulunmaktan kaçınmadı ve Çeçenistan’ı zorla Rusya kafesine iade etti. Ardından AB ve NATO'ya katılmak isteyen Gürcistan'a yöneldi. Dönemin Gürcistan devlet başkanı ABD ve Avrupa'nın yanında duracağını düşündü ama hatasını çok geç anladı. Putin, Rusların çoğunlukta olduğu Osetya ve Abhazya bölgeleri üzerinden Gürcistan içindeki kaos unsurunu kışkırttı. Gürcistan hükümeti, ayrılık talep eden isyancıları bastırmaya çalıştığında da Putin güçlerini ileri sürerek bu bölgeleri işgal etti. Başkent Tiflis'i işgal etmesinin önündeki yol açıktı, ama o başkente kadar ilerlemedi, bunun yerine Amerikalılar ve Avrupalılarla müzakere ederek iki bölgeye bağımsızlık sağladı ve Gürcistan savaşı kaybetti. Böylece Putin, komşu ülkeler arasında Gürcü modelini taklit etmek isteyenlere gözdağı vermiş oldu. Bu gözdağının içeriği, NATO'nun Gürcistan'daki veya başka bir yerdeki bölgeler için nükleer savaşa dönüşebilecek bir savaşa girişmeyeceğiydi.
Ancak Ukrayna yine de bundan ders almadı, bunun yerine halkı harekete geçerek, AB ve NATO'ya katılmayı talep etti. Ardından gösteriler, Turuncu Devrim ve Moskova ile büyük anlaşmazlık yaşandı. Putin bir kez daha ülke içindeki kaos unsurunu kışkırtma yöntemine başvurdu. Doğu Ukrayna ve Kırım'daki Moskova yanlısı ayrılıkçılar ayaklanıp Ukrayna'dan bağımsızlık talep etti. Ukrayna hükümeti müdahale etmeye çalıştığında ise, Putin askeri güç unsurunu kullanarak ondan daha hızlı davrandı. Ama bu kez Rus askerleri, kendi üniformalarını değil, Kırım ve Ukrayna'da ayaklanan milislerin üniformasını giyiyorlardı. Ardından Putin, Kırım'ı ilhak etti ve bir iç savaşı tetikledi. Fransa, Almanya ve ABD'nin himayesinde imzalanan Minsk Anlaşması bu savaşın meyvesiydi. Bu anlaşma Putin'e istediği istikrarı sağlamadı, aksine hedeflerine ulaşmasına engel oldu. Çünkü anlaşma iç savaşı sona erdirmedi, yalnızca Ukrayna hükümetine nefes alma ve kendini toplama, Avrupa, ABD ve Ermenistan ile savaşta etkisi kanıtlanmış insansız hava araçları aracılığıyla Türkiye'nin desteğiyle gücünü yeniden inşa etme fırsatı tanıdı.
Şimdi Putin kendisini tehlikede hissediyor, çünkü Ukrayna AB ile ticari ortaklık anlaşmaları imzaladı. Kuvvetleri NATO tarafından eğitiliyor ve AB üyesi olmayı talep ediyor. Putin'in müzakere değil ülkesinin teslim olmasını istediğine inanan Ukrayna Cumhurbaşkanı da Moskova ile müzakere konusunda hevesli değil. Putin ayrıca ABD ve Avrupa'nın Ukrayna'yı NATO'ya dahil etmeyeceklerini açıklamalarına rağmen, eğitmenler, danışmanlar ve gelişmiş silah sevkiyatları yoluyla Ukrayna topraklarında kalma yönünde hareket ettiğine, böylece, yakın çevre teorisine bir darbe indirdiklerine inanıyor. Keza Avrupa'nın Belarus'a yönelik hamlesini de kendisini kuşatma olarak görüyor. Avrupa ve ABD'nin yaptırımlarının, kendisini pek etkilemese de, Minsk Anlaşması'nın ruhuyla bağdaşmayan bir düşmanlık mesajı olduğuna inanıyor. Tüm bu veriler, Putin'i askeri yığınak yoluyla gerilimi tırmandırma politikasına yönlendiriyor. Çünkü Putin, Avrupa'nın bölünmüş olduğuna, birleşik bir politika üzerinde anlaşamayacağına, Biden yönetiminin de Çin ile meşgul olduğuna inanıyor. Bu gerçek, onu ABD ve AB'yi kendisi ile müzakereye ve gönlünü almaya zorlamak için askeri harekat riskini almaya itiyor. Bu düşünce Putin için yeni değil, daha önce de tehdit etti ve tehditlerini yerine getirdi. Bu nedenle, Rusya’nın askeri yığınağı sadece kuru bir gürültü olarak görülüp göz ardı edilemez. Putin, Avrupa ve ABD'yi kendisini ve ülkesinin çıkarlarını tanımaya zorlamayı görevi olarak görüyor. ABD'nin artık dünyadaki tek kutup olmadığına inanıyor. Bunu açıklamak için sevdiği bir Alman şairin, Johann Goethe'nin bir şiirinden alıntı yapıyor:
“Olimpos Dağı’na tırmandıklarını zannedenler, çok geçmeden ayakları altındaki yerin kaymaya başladığını keşfettiler…”
Bununla Putin, Batı'nın dağın zirvesine ulaştığını ve şimdi gerçeğe inmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Öte yandan ABD yönetimi ve AB de durumun hassasiyetini hissediyor. Putin'in onları Çin ile mücadeleden uzaklaştırdığını, Rusya'nın ölmüş ABD’li senatör John McCain'in dediği gibi ‘sadece bir benzin istasyonu’ ya da eski Başkan Obama'nın dediği gibi orta büyüklükte bir güç değil de, hesaba katılması gereken bir güç olduğunu kabul etmeye zorladığının farkındalar. ABD'nin sonuçlarla ilgili tehdidi, İngilizlerin ekonomik ve siyasi yaptırım tehdidi, Fransa'nın askeri olarak Ukrayna'nın yanında yer alma tehdidi Putin'in umurunda değil. Çünkü Fransa Cumhurbaşkanının söylediklerini yerine getirmeyeceğini deneyimlerinden biliyor. Rusya zaten ekonomik ve diplomatik olarak yaptırımlara maruz kaldığı için İngiltere'nin yaptırım tehdidi de faydasız. Keza ABD’nin tehdidini yerine getirmesi de şüpheli çünkü Washington Ukrayna için savaşma riskini göze almayacak. Zira o zaman bu, Çin ile mücadelesi pahasına olacak. Geçmiş deneyimlerin gerçekliğinden yola çıkan bu Rus okuması doğru, ancak özellikle Çin ile mücadele ışığında ABD'nin itibarı ve prestiji dahil olmak üzere yeni gelişmeleri hesaba katmıyor.
Putin'in kendisini köşeye sıkıştırdığı, Amerikan Başkanının da itibarını riske attığı aşikar. Böyle yaparak, riskin bedelini yükselttiler ve şimdi geri adım atmaktan başka çareleri yok. Aralarında düzenlenmesi kararlaştırılan yeni zirve muhtemelen onlar ve dünya için tek çıkış yolu olacak.
TT
Putin Ukrayna’yı işgal ederse Batı nasıl bir karşılık verecek?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة