Okuduğum bir habere göre, Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) sünneti gereğince ve gençlere karşı merhametli olmak ve onlara yardım etmek için, el-Namas şehrinde yaşayan kabilelerden birinde kızlarını sadece iki riyal mehir karşılığında evlendirmek gibi bir âdet varmış. Haberde 6 köye dağılmış Beni Sabit kabilesi reislerinin bunun cimrilik ya da yoksulluk değil, yüzlerce yıla uzanan bir miras olduğuna inandığına dikkat çekiliyor.
Kabile reisleri “muzahhab” olarak adlandırdıkları bu mehrin, kabilenin gururu olduğunu, genç erkek ve kızların genç yaşta ve evlilik için kredi almadan uygun maliyetle evlenmelerine yardımcı olduğunu açıklamışlar. Bu âdet ayrıca, kızlar arasında evde kalmışlık oranının kayda değer sınırlara kadar düşürülmesine de katkıda bulunuyormuş. İstatistiklere göre de eşler her zaman esen içinde yaşıyor, erkek ve kız çocuklar dünyaya getiriyor ve İngiliz Mirror gazetesinde yer alan bir haberdeki Çinli bir çifte benzemiyorlar.
Çinli kadın başına gelen olayı şöyle anlatıyor; işinde çok yorucu bir gece vardiyası geçirmiş. Vardiyasını bitirdikten sonra sabahın erken bir saatinde kocası onu aramış, ama kendisi aşırı yorgun olduğu için telefona cevap vermemiş. Bu nedenle kocası onu gördüğünde aralarında şiddetli bir tartışma çıkmış ve kocası çok sinirlenmiş. Burnunu var gücüyle öyle bir ısırmış ki burnu kopmuş.
Kocası hızını alamayıp üstüne bir de burnunu dokularıyla birlikte yutmuş. Hastaneye gittiğinde doktorlar, burnun kocanın kopardığı parçasının karısının yanında olduğunu ve tekrar yerine dikebileceklerini umarak kadına kopan parçanın nerede olduğunu sorduklarında, aldıkları cevap karşısında şok olmuşlar. Kadın kocasının parçayı yuttuğunu -evet boğazına takılmadan tamamını yuttuğunu- söylemiş.
Memnuniyet ve sevgi üzerine kurulu bir evlilik ile ısırıp yutmak üzerine kurulu bir evlilik arasındaki fark ne kadar büyük.
Bir adam, fakih ve âlim olan İyas bin Muaviye'ye: Ben hurma yersem bana dayak cezası verir misin? diye sormuş. İyas “hayır” demiş. Adam bu kez: Peki, biraz su içsem bana dayak cezası verir misin? diye sormuş. İyas yine “hayır” demiş. Bunun üzerine adam: “Hurma şarabı bu ikisinin karışımıdır, nasıl haram olur?” demiş. İyas: Sana toprak atsam canın yanar mı? demiş. Adam “hayır” diye cevaplamış. Yine İyas: Üzerine bir kap su döksem bir uzvun kırılır mı?" diye sormuş. Adam "hayır" yanıtını vermiş. İyas: Peki, su ve topraktan bir kerpiç parçası yapsam, sonra güneşte kurutsam ve onunla başına vursam ne olur? diye sormuş. Adam “başım yarılır” demiş. Bunun üzerine İyas da: İşte hurma şarabı da kerpiç gibidir demiş.
Yanında okutmak istediği bir mektup olan bir kadın eşeğe binmiş sarıklı bir adamla karşılaşmış. Adamı durdurmuş ve kendisine mektubu okumasını rica etmiş. Ama adam “ben okuma bilmiyorum” diyerek ondan özür dilemiş. Kadın şaşırarak: Hem sarıklısın hem de okumayı bilmiyor musun? demiş. O zaman âlim başındaki sarığı çıkararak eşeğin başına koymuş ve ona: Haydi, mektubu oku bakalım demiş.
Bunun üzerine kadın bir âlime bir eşeğe bakmış ve sonra da şöyle demiş: Subhanallah, gerçekten de herkesin bir ikizi varmış.