Amerikalı ve belki de Avrupalı seçkinler arasında etkili olan Amerikan Foreign Affairs dergisi, Mart/Nisan sayısında Ortadoğu'daki olayları, özellikle de Filistin'de olup bitenleri ele alan birden fazla makaleye yer verdi. Bunlar arasında dikkat çeken iki makale vardı; bunlardan ilki, "İki Devletli Çözüm Fikrinin Yeniden Ortaya Çıkışı" başlığını taşıyordu ve önceki resmi görevleri arasında ABD'nin İsrail büyükelçiliğinin de bulunduğu saygın bir isim olan Martin Indyk tarafından yazılmıştı. Indyk, aynı zamanda İsrailliler ile Filistinliler arasında ilk anlamlı anlaşmayı sağlayan Clinton yönetiminin de aktif bir katılımcısıydı. İkinci makale ise “Sadece Ortadoğu’yu Reform Eden Ortadoğu” başlığını taşıyordu ve iki araştırmacı tarafından yazılmıştı; Dalia Dassa Kaye ve Sanam Vakil ve her ikisi de Amerikan araştırma kurumlarında Ortadoğu meseleleri alanında araştırmacı olarak görev yapıyorlar. Bunlara bir de İsrailli Haaretz gazetesinin genel yayın yönetmeni Aluf Benn'in "İsrail'in Kendini Yok Etmesi" başlığını taşıyan ve özetle “Filistinlilerle barış olmadan refah ve kalkınmanın imkânsız olduğunu” söyleyen makalesi de eklenebilir.
Derginin ana dosyasında iki devletli çözüm konusuna ilgi göstermesi, Filistin meselesinin dünyada savaş ve barış ile ilgilenen siyasi koridorlardaki tartışma gündemlerine kendisini dayattığı anlamına geliyor.
Meseleyi bu kadar önemli hale getiren ise Batılı çevrelerin “Gazze'de Filistinlilerin haksız yere öldürülmesi” ya da “Filistinlilerin uzun süredir sebepsiz haksızlıklardan dolayı acı çekmesi” olarak adlandırdıkları şeydir, zira bunlar, dünyanın gözü önünde yaşanan ve yaşanmaya devam eden katliamı hafifleten ifadelerdir.
Dünya kamuoyu artık Hamas'ın ne yaptığının ya da yapmadığının üzerinde durmuyor, Husilerin, Iraklı Haşdi Şabi’nin ya da diğer küçük aktörlerin çatışmalarına da odaklanmıyor. Artık daha önemli bir konuya odaklanılıyor; İsrail kaç Filistinliyi öldürebilir? Bu katliamlara daha ne kadar tahammül edilebilir?
Bölgede sahne açık ve net; İran-İsrail meselesi, İran'ın İsrail'e Tahran’ın destekçilerinin abarttığı, Tel Aviv ve müttefiklerinin küçümsediği bir saldırı düzenlemesi ardından, İsrail'in İran'a yanıt olarak düzenlediği ve bu kez İranlılar ile müttefikleri tarafından küçümsenen, İsrailliler ve müttefikleri tarafından ise abartılan bir saldırı ile doyum noktasına ulaştı. Abartı ve küçümseme, her biriyle bağlantılı olan kamuoyunu memnun etmek için farklı taraflarca kullanıldı. Sonuçta iki taraf, İran ve İsrail, patlak vermesi halinde her iki taraf da bunun nasıl ve ne zaman biteceğini bilemedikleri için “aralarında bir savaşın” imkânsız olduğuna ikna oldular. İkili, karşılıklı caydırıcılıklarının gücünü ortaya koydular, bu da ikisini, ikisine de pahalıya mal olacak "uzun bir savaşı sindirecek mideye" sahip olmadıkları denklemine ulaştırdı.
Geriye şu soru kalıyor; İran, barışı tehdit eden çatışmalar başlatmak için Arap çevresindeki kollarını desteklemeye devam edecek mi? "Angajman kuralları" olarak bilinen oyunun sınırları dahilinde olduğu sürece bu İsrail için bir endişe yaratmıyor fakat buradan alınacak ders şu; bu kuralları ihlal eden, İranlı bir taraf olsa bile cezalandırılacaktır! Buradan çıkarılacak ders de şudur: "Siz geri dönerseniz biz de geri döneriz."
Peki, ya Filistin meselesine Ortadoğu ülkeleri kaynaklı bir çözüm mümkün mü? İkinci makale, bu tarihi ortamda ABD'nin diplomatik olarak fazla bir şey yapamayacağını savunuyor. ABD’nin önünde yaklaşan seçimler ve Ukrayna'da bir savaş var ve bu nedenle, sadece bölgede faaliyet gösteren güçlerinden herhangi birinin geniş çaplı saldırıya uğraması durumunda müdahale edecek ki bu da zayıf bir ihtimal. Ama aynı zamanda İsrail'den de vazgeçmiyor, mali ve askeri destekle müdahale ediyor fakat bunun dışında ABD’nin daha büyük bir rol oynamasını hayal etmek zor. Ne var ki Gazze'deki savaş ne kadar uzun sürerse, genişleme fırsatları da o kadar büyüyecek.
Bu noktada makale anlamlı adımlar atmaya başlayan Arap diplomasisinin beklenen rolünü ele alıyor ve çeşitli konulara işaret ediyor; Katar ile anlaşmazlığın çözümü, rekabeti soğutmak için İran ile iletişim kurulması, Doğu ve özellikle de Çin ile sadece ekonomik değil, siyasi olarak da ilişkilerin önünü açmak, Rusya ile ilişkilerde denge. Bunların hepsi Ortadoğu arenasına yeni oyuncular kazandırdı.
Bu nedenle, Arap Ortadoğu ülkelerinin, daha önce Amerikan güvenliği olarak bilinen politikaya güvenmekten uzaklaşarak, farklı bölgesel kapılar açtığını görüyoruz. Bölge ülkeleri, Tahran ve Ankara’nın da katıldığı Bağdat İşbirliği Konferansı (2021) ve ardından Amman İşbirliği Konferansı (2022), keza GKRY, Mısır, İsrail, Yunanistan, Ürdün, Fransa ve Filistin Otoritesi temsilcilerinin katıldığı Ortadoğu Gaz Forumu gibi diğer eksenlerde de aktif olarak faaliyet gösterdi. Daha sonra 2021 yılında üzerinde anlaşmaya varılan ve üyeleri Hindistan, İsrail ve BAE arasında küresel zorluklarla yüzleşmeyi ve ekonomik fırsatları geliştirmeyi amaçlayan bir grup olan 12U2 kuruldu ve son olarak da İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında İbrahim Anlaşmaları olarak bilinen adım atıldı. Tüm bu adımlar, Arap ülkelerinin güvenlikleri için ABD ile birlikte veya onsuz ortaklıklar kurmaya çalıştığı anlamına geliyor. Makale, teoride belki de 7 Ekim 2023'ten sonra Gazze'de yaşanan olayların bu süreçleri dondurduğunu, ancak gerçeğin Gazze'nin ötesinde olduğunu söylüyor. İsrail dahil bölge halkları, savaş ve çatışmaların tüm bölgeyi yıkıma uğratacağı ve barışın geleceğe giden yol olduğu gerçeğinden yola çıkarak bu süreçleri yeniden canlandırmalılar. Ayrıca özellikle önce Gazze'de ateşkesi tesis etmek sonrasında bağımsız bir Filistin devleti ile sonuçlanacak aktif barış görüşmeleri için hazırlanan Arap (Mısır-Katar) planındaki öneriler de önemsenmeli. Söz konusu plan, Araplardan destek alan ve Suudi Arabistan Krallığı'nın 2002 yılı başlarında sunduğu, geniş hatlarıyla barış ve güvenliğe giden yolu içeren Arap Girişimi’ni tamamlayıcı nitelikte bir plan.
Yazar, Netanyahu'nun sağcı hükümetinin Filistinlilerin haklarını tanımayı temel alan her türlü barış planına karşı olduğunu, İsrailli siyasi güçlerin toprağa egemen olma ve güç dayatması fikrini aşma kanaatine varmadıkça bu yolda ilerleme sağlanamayacağını da belirtiyor. Zira kayıpların büyüklüğü ile birlikte Gazze'deki olaylar, askeri gücün, İsrail sağının arzuladığı, aradığı ve aramaya devam ettiği çözümü sağlamayacağını kanıtladı. Korkunç Gazze savaşı, tarafları kendilerine hâkim olan ve kitlelerini besleyen yanılsamalardan uyandırmış olabilir. Bu yanılsamalar ne bir taraf ne de diğeri ile sınırlı değil.
Şimdi yapılması gereken belki de tüm tarafların katılacağı bir bölgesel güvenlik forumu düzenlemeyi düşünmektir, çünkü şu ana kadar devam eden çatışmanın sıfır toplamlı, aynı taraflar veya yeni yanılsamalar taşıyan yeni taraflar arasında bir kaybolup bir baş gösteren çatışma olduğu açıkça ortaya çıktı.
Son söz; aşırılığın, aşırılık doğurması bir insanlık kanunudur.