Suriyeliler ve Lübnanlılar eğer - ki bu ciddi bir “eğer”dir - son dönemdeki kalkışlarını ve başarılarını tamamlayabilirlerse, bilinç sistemlerini süpürüp temizlemeleri gerekecek. Kültürel yüzleşme, bu görevin istikrarlı ve sürdürülebilir başarısının vazgeçilmez bir koşuludur.
Böylece Arap Maşrık (Levant) bölgesinde önce Nasırcılık, sonra Baasçılık döneminin önünü açtığı, iki toplumun boğazına sarılma, bağımsızlıkta mevcut ve mümkün olduğu düşünülen imkânları boğma dönemi ile iki toplum arasındaki kopuş başlamış olacaktır.
Öldürülecek ilk altın buzağı, Suriye'de gerçekleşen ve etkileri ve yankıları Lübnan'da da görülen askeri darbedir. Darbe, bir sınıfın diğer bir sınıf tarafından devrilmesi ve Filistin'i kurtarmayan bir politikadan kurtaran bir politikaya geçiş olmadan önce, özgürlüğün yer aldığı, eksikliklerin ve hataların kamuoyunda tartışılmaya, ardından da düzeltilmeye ve belki de çözüme kavuşturulmaya açık olduğu bir yaşam biçiminin yok edilmesiydi.
Sovyet bloku ülkelerine yönelim de Suriye toplumu üzerindeki kuşatmayı sıkılaştırmıştı. Baas rejimini silah, eğitim, askeri doktrin ve istihbarat uzmanlığıyla destekleyerek ve Güvenlik Konseyi’nde veto yoluyla kendisine koruma sağlayarak, Moskova ve bölgedeki destekçilerinin deyimiyle “milli” ve “ilerici” olarak tanımlanan söz konusu rejime, Suriyelilerin bedenini kemirmek için daha güçlü dişler sunuldu.
Bu deneyimden ders çıkarmak, eski dönem politikacılarını ve partilerini yolsuzlukla, medyayı kamuoyunu yanıltmakla suçlayan, eksikliklerimizden ve yetersizliklerimizden sömürgeciliği sorumlu tutan, ekonomiyi ve özgür girişimi tekeline alan dile karşı aşırı dikkatli olmayı destekler. Bu eski dönemin siyasetçilerinin yolsuzluk yapmamış oldukları, medyanın kamuoyunu yanıltmadığı, sömürgeciliğin faziletli ve görkemli olduğu, zenginlerin faaliyetlerinin her zaman üretici ve yararlı olduğu anlamına gelmiyor. Ama darbecilerin alışkanlığı ve asıl amacı da medyayı ortadan kaldırmak, eski siyasetçilerin yolsuzluklarını aşan yolsuzlukları tartışılmadan ve hesap sorulmadan yaymak, iktidarın para ve kaynaklara el koyma gücüyle insanlar üzerindeki baskısını pekiştirmek, dahası dış sömürgecilikten bin kat daha kötü bir iç sömürgeciliği dayatmaktır.
Bu deneyimden alınacak ders, orduyu siyasetten ayırma ilkesi konusunda da titiz olmaya teşvik ediyor. Filistin'i özgürleştirmek, adil ve temiz bir toplum kurmak gibi sloganlara veya askeri darbeleri meşrulaştırmak için her zaman kullanılan diğer bahanelere aldanmadan, askeri müdahaleye karşı halkın bağışıklığını güçlendirmeye yönlendiriyor.
İkinci altın buzağı Lübnan'ı kasıp kavuran ve Esed ailesinin Suriyeliler üzerindeki kontrolünü güçlendirmek için kullandığı temel bir silaha dönüşen iç savaştır. İç savaşı açıkça adıyla öven kimse yok elbette, ama anavatandaki ortakların görüşünü umursamayan mutlak bir hak üzerinde ısrar edildikçe, çoğunluk veya azınlık gruplardan birinin sahip olduğu alt kültür küçümsendikçe, iddia edilen mutlak hakkı savunanların görüşlerinden farklı görüşte olan herkese her türlü iftira ve ihanet suçlaması yöneltildikçe bu savaş ulusal gövdeyi istila eder. İç savaşın yol açtığı şey, bazı şairlerin söylediği gibi, ne “güzel bir çöküş” ne de “büyük bir yıkım”dır. Bilakis, sonrasında tedavisi kolay olmayan derin bir ruh tahribatıdır. Dahası insanları vuran ölümler, ekonomiyi hedef alan çatırdamalar, sağlık ve eğitimi etkileyen bozulmalardır.
Üçüncü altın buzağı ise, Suriye'yi işgal etmeden ve Suriyelileri öldürmeden önce deklare edilmemiş rejimiyle Lübnan'ı kontrol eden direniştir. Direnişin gücü ve büyüsü, kendisini işgal karşısında bir hak olarak onaylayan modern bilinç ile ilkel bir yorumla onu cesaret, erkeklik, onur ve benzeri değerlerle ilişkilendiren eski bilinç arasında bir buluşma noktası olmasından kaynaklanmaktadır. Kendisine atfedilen bu özellikler nedeniyle, güç dengelerine veya halk mutabakatına ne kadar dayandığına bakılmaksızın, savaşları meşru hale gelmektedir. Toplumun, ekonominin, genel ve ayrıntılı olarak hayatın bileşenlerinin çöküşüne yol açsa bile, herkes direniş ve savaşlarına karşı gülümsemeli ve iyimser olmalıdır.
Gerçek şu ki, bizim ve diğer halkların bildiği gibi direniş, hizipçi bir milis gücü, gizli bir iç savaş, kaçakçılık ve uyuşturucu ekonomisinin birleşiminden başka bir şey değildir. Bir askeri darbe ve bir iç savaş gibi, açık veya gizli, erdemli bir diktatörlükle sonuçlanması gereken mutlak bir hakkın varlığını teyit eder, aksi takdirde sınırsız bir kaosun yaşanacağını söyler. Yine darbe ve iç savaş gibi, hak sahibinin hakkını ancak şiddet yoluyla elde edebileceği, çatışmaların tek çözüm yolunun şiddet olduğu kanaatini taşır.
Tevrat’taki anlatımı ödünç alıp biraz değiştirecek olursak, Musa'nın Sina Dağı'ndan dönüşü uzak ve belki de ertelenmiş bir ihtimal. Ancak kesin olan şu ki Suriyeliler ve Lübnanlılar üç altın buzağılarıyla yüzleştiklerinde bu dönüş hızlanacak veya buna eşdeğer bir şey olacaktır.